İslam ve Toplum
İslâm, soyut inanç esaslarına indirgenebilecek bir din olmayıp sadece vicdanlara gizlenen bir duygudan da ibaret değildir. O, bir yönüyle ibadet, bir yönüyle ahlâk, bir yönüyle de toplumsal hayatın maddi ve manevi tüm alanlarını hedef alan insanî değerler manzumesidir. Fert ve toplumlara Allah’a kulluk bilinci kazandırarak onları hem dünyada hem de ahirette mutluluğa kavuşturmak gayesiyle birtakım hükümler koymuştur. Bu hükümlerle insanın yüksek ve saygın kişiliğine verilen değerin göstergesi olarak şu temel değerlerin korunması hedeflenmiştir: din, can, mal, akıl ve nesil.
İslâm’ın ahlâk anlayışının kaynağı Kur’ân-ı Kerim ve sünnettir. Bu iki kaynak dinî ve dünyevi hayatın genel çerçevesini çizmiş, pratik kurallarını belirlemiş, böylece daha sonra İslâm âlimleri tarafından geliştirilecek olan ahlâki ilkelerin temelini oluşturmuştur. İslâm dini inananların vicdanına takva kavramıyla ifade edilen Allah’a derin saygının ve sorumluluk bilincinin hâkim olmasını sağlamıştır. İslâm ahlâkının başlıca nitelikleri, insanın manevi hayatını, bireysel ve sosyal davranışlarını gözetip kollayan bir Allah inancı; insanın kendisiyle hesaplaşmasını hedefleyen bir irade eğitimi; bütün insanlığa açık bir ümmet birliği ve kardeşlik ruhu; hak, adalet ve eşitlik gibi değerlere yöneliş şeklinde ifade edilebilir. İslâmiyet’in gerçekleştirdiği en büyük zihniyet değişikliği arasında asabiyet duygularını, soy üstünlüğünü, kabilecilik ve ırkçılık davalarını bütünüyle reddetmiş olması yer alır.
Hz. Peygamber’den nakledilen ve kaynaklarda “İslâm’ın Temelleri” olarak adlandırılan şu dört hadiste İslâm dininin ayırıcı özellikleri dile getirilmektedir:
- “Din(in özü) samimiyettir.” (Müslim, “Îmân”, 95).
- “Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî, “Bedü’l-vahy”, 1).
- “Kişinin mâlâyânî (anlamsız, gereksiz, boş) şeyleri terk etmesi, güzel Müslüman olduğunu gösterir.” (Muvatta’, “Hüsnü’l-Hulk”, 1)
- “Sizden biri, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe mümin olamaz.” (İbn Hanbel, III, 206).
İslâm’ın imana dayanan ahlâk özünü temsil eden bu hadislerde samimi niyetle hayırların peşinde koşmak, lüzumsuz ve faydasız şeylere itibar etmeyerek insanların yararı için çalışmak ve Müslüman kardeşini karşılıksız sevmek özellikle vurgulanmaktadır.
İslâm manevi-ruhî alanın yanında dünya hayatını da konu edinir ve insana her yönüyle rehberlik eder. Beşerî davranışlara ölçü ve sınırlamalar getirmesi, aile hayatından toplumsal düzenin ve temel insan haklarının korunmasına kadar hukukun değişik alanlarında temel açıklamalarda bulunması bundandır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yirmi üç yıllık peygamberliği döneminde tamamlanan vahiy (Kur’ân-ı Kerim) ve onun açıklaması mahiyetindeki sünnet, İslâm dininin inanç, ibadet ve ahlâk yanında hukukî, bireysel ve sosyal hayatla ilgili temel ilkelerini ve amaçlarını belirlemiş ve dinin ana çatısını kurmuştur. İslâm’ın getirdiği hukuk anlayışı diğer hukuk sistemlerine göre daha insani, hukuktan beklenen adalet fonksiyonunu yerine getirmeye daha elverişli ve tutarlıdır. Ticarî hayatla ilgili getirdiği ilkeler, esasen hukukî alanda koyduğu kuralların bir parçasını teşkil eder. İslâm’da aslî ve tabii kazanç yolu emektir. Kazançta meşruiyet prensibi esas alınarak hırsızlık, gasp, faiz, zina, kumar, rüşvet gibi kazanç yolları dinî, ahlâki ve hukukî planda yasaklanmış, bu yollarla elde edilen kazanca ve mala da hiçbir değer verilmemiştir.
İslâm dini, birey ve toplum arasında bir ayrılık ve rekabet değil, birlik ve bütünlük olduğunu kabul eder. Tek tek bireylerin kişiliğinin gelişmesini hedef aldığı gibi toplumsal bütünleşme ve gelişmeye de büyük önem verir. Sosyal hayatın gereği olan ortak münasebetlerin hem Allah’ın hoşnutluğuna hem de insanların iyiliğine uygun olarak sürdürülebilmesi için ahlâki ilkelere dayalı adaletli bir toplumsal düzen fikri, Kur’ân-ı Kerim’in ilk inen ayetlerinin başta gelen konularından birini oluşturmuştur.
İslâm’ın toplum anlayışı, bencilliği ortadan kaldıracak her tür önlemi almıştır. Bu dinin öngördüğü toplumsal düzende, millî servetin sadece belli bir kesimin elinde toplanmaması ve adil olarak paylaştırılması büyük önem taşır (Haşr, 59/7). Haksız kazanca dayalı servet birikimi, meşru yollardan elde edilmiş olsa bile fakir ve muhtaçları gözetmeyen, ahlâki boyuttan yoksun bir zenginlik anlayışı reddedilmiştir.
Bir yanıt yazın