SORU: Kabir ziyareti sevap mı?

CEVAP: Kabir ziyaretinin pek çok faydası vardır: İnsana ölümü ve ahireti hatırlatır ve ahireti için ibret almayı sağlar. (Müslim, Cenâiz, 108) İnsanı zühd ve takvaya yöneltir. Aşırı dünya hırsını ve haram işlemeyi engeller. Kişiyi iyilik yapmaya yöneltir. (İbn Mâce, Cenâiz, 47) Salih kişilerin kabirlerini, özellikle Hz. Peygamber’in kabrini ziyaret, ruhlara ferahlık sağlar ve yüce duyguların oluşmasına yardım eder. Hz. Peygamber’in ve Allah’ın veli kullarının kabirlerini ziyaret için yolculuğa çıkmak menduptur. Bir hadis-i şerifte; “Kim, beni öldükten sonra ziyaret ederse, sanki hayatımda iken ziyaret etmiş gibi olur.” buyurulmuştur. (et-Tâc, 2/ 190) Ziyaret; insanın geçmişi, dinî mirası ve tarihi ile bağlarının güçlenmesine yardımcı olur.

Was this helpful?
4
2
SORU: Namazları vakitlerinin içerisinde ‘en çok sevilen zamanında kılmak’ diye bir şey duydum. Bunu izah eder misiniz?”

CEVAP: Namazları vakitlerinde, ‘en çok sevilen zamanında kılma’ ya ibadette; ‘namaz vakitlerinin müstehapları (sevilen, beğenilen, farz ve vacipten gayrı sevaplı hareket)’ denir. Bilindiği gibi günün belli zaman dilimlerinde yerine getirilmesi farz olan namaz ibadetleri vardır. Yani her namazı vakti içinde kılmak şarttır. Ayrıca namazları ilk girdiği anda kılmak efdaldir. Fakat namazın ilk vaktinden sonraya bırakılmasında bir fazilet görülmüşse namaz vaktin sonuna bırakılmıştır. Bunun için namazların; kendi vakitlerinde olacak şekilde, ‘daha fazla fazilet (bilgi, hüner, iyi ahlâk), hayır (iyilik, fayda) ümit ederek’ edasında acele etmek veya ertelemek yani ‘müstehap vakitler’ konusuna dikkat etmek düşünen Müslüman için gerekir. Namazların müstehap vakitlerini kısaca belirtmek gerekirse; Sabah namazını aydınlığın iyice çıkacağı bir vakte kadar tehir etmek Hanefî’ye göre müstehaptır. Yalnız burada dikkat edilecek bir nokta; namaz anında olabilecek bir namaz bozulma hali için yeniden namaz kılabilecek artı zamanın da önceden hesaba katılması gereği vardır. Sabah namazını ortalığın iyice aydınlanıncaya kadar geri bırakmanın sevap olduğuna delil olarak Hz. Peygamber’in şu hadisi gösterilir: “Sabah namazını ortalık iyice aydınlanınca kılınız. Çünkü bu, sevap itibarıyla daha büyüktür.” Diğer üç mezhep ise sabah namazını ortalık henüz karanlıkken kılmayı daha faziletli görür (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, II, 586-588). Yaz günlerinde öğle namazını serinliğe bırakmak müstehaptır. Enes (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: “Peygamberimiz (sas) sıcak olunca öğle namazını serinliğe bırakırdı. Soğuk olduğunda da namazı acele kılardı.” Güneşin rengi değişmedikçe ikindi namazını tehir etmek müstehaptır. Yani güneşin gözü kamaştırmayacak duruma gelmesinden önceki vakte kadar geciktirmek sevaptır, gözü kamaştırmayacak hale gelmesine kadar ertelenmesi tahrîmen mekruhtur. Akşam namazını yaz ve kış acele kılmak, yani vakti girer girmez kılmak, yatsı namazını ise geç kılmak müstehaptır. Hz. Peygamber’in bu konudaki hadisi de şöyle: “Ümmetim; akşam namazını acele, yatsı namazını geç kıldıkları müddetçe hayırda devam etmektedirler.” Yatsı namazını gecenin ilk üçte birine kadar geciktirmek faziletlidir. Vitir namazını, uyanacağına emin olan kimsenin, gecenin sonuna bırakması müstehaptır. Peygamber’imiz (sas); “Her kim gecenin sonunda kalkamayacağından korkarsa vitir namazını, yatsı namazının evvel vaktinde kılsın. Kim de gecenin sonunda kalkacağından emin olursa vitir namazını gecenin sonunda kılsın.” buyurmuştur.

Was this helpful?
4
2
SORU: Elhamdülillah Müslümanım ama günlük hayatta zorlanıyorum. Hayatın içindeki Müslüman nasıl olmalıdır ve asıl önemlisi Müslümanlığımı nasıl devam ettirmeliyim?

CEVAP: Müslüman’ın en temel değeri tevhittir: Allah’ın varlığına, birliğine inanmak ve bunu hayatın her safhasına yansıtmak. Diğer bütün değerler bu gerçeğe dayanır. En büyük hedefi de Allah’ı başkalarına duyurmak, duyduğu bu güzellikleri başkalarına da ulaştırmaktır. İslam’ın Müslüman’dan istediği hususlar, onun temel değerleridir. Bunları da iman, İslam ve ihsan başlıkları altında toplayabiliriz. İman, inanılması gereken inanç esaslarıdır. Onlar da Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere inanmaktır. İslam; şehadet kelimesini (“Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yok, Hz. Muhammed (sas) de O’nun kulu ve peygamberidir.”) söylemek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek. İhsan ise bütün bunları yaparken Allah’ın gözetiminde yapıyor gibi başka hiçbir düşünceyi karıştırmadan ihlas ve samimiyetle yapmaktır. Bu temel esaslar Müslüman’ın hayatını şekillendirir. Muamelat dediğimiz, evlilik, alışverişler, uluslararası ilişkiler gibi insanın insanla/insanlarla olan bütün ilişkilerini bu temel değerler belirler. Dolayısıyla Müslüman, Allah’ın ve Resul’ünün hayatının her alanında ona söylediği emir ve yasakları dikkate alır. Yalan söylemez, aldatmaz Buna göre o, yalan söylemez, aldatmaz, aldanmaz, haram yemez, içki içmez, zina yapmaz, zina iftirasında bulunmaz, faizli muameleye iştirak etmez, zulmetmez, haksızlık karşısında tavrını ortaya koyar, bütün insanlığa faydalı işlerde bulunur, ibadet hayatına dikkat eder, komşu haklarına riayet eder. Müslüman hayatın içinde çevresine Hakk’ı hatırlatan insandır. Anne-babasının haklarını gözetir, çocukları sever, büyüklere saygılı davranır, çevresini korur vs. Genel hatlarıyla -bir hadiste ifade edildiği gibi- “Gerçek Müslüman, başkalarının onun elinden ve dilinden kendilerini güvende hissettikleri insandır.” Müslüman için Kur’an ve sünnette belirtilen en önemli vasıf onun etrafına güven telkin eden bir insan olmasıdır. Bir başka hadiste bu hususla alâkalı Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Komşusunun kendisinden korktuğu bir insan gerçek manada bir mümin değildir.” Müslüman yediğine ve içtiğine dikkat eder. Haram şeyler yiyip içmediği gibi çok fazla da yiyip içmez. Bu, onun bütün hayatına tesir eder. Farz olan Ramazan orucuyla senede bir ay oruç tutarak hem iradesini kontrol altına almayı öğrenir hem de nimetlerin kadrini öğrenir, açların halini anlar. Namazlarını mümkün mertebe cemaatle kılar. Bir köşeye çekilmez. İnsanların içine girip onlardan gelebilecek sıkıntılara katlanmayı sevap kabul eder. Kalbini korumak için de günahlar karşısında kesin tavırlıdır. Harama bakmaz, yalan söylemez. Dolayısıyla günlük hayatında Müslüman kendiyle barışık, sağlıklı ve huzurlu bir insandır. Sorumluluğunun bilincindedir Çocuklarına karşı şefkatli ve terbiyeci konumundadır. Müslüman’ın evi cennet köşelerinden bir köşe gibidir. Eşler birbirlerinin yardımcısı ve cennete giden yolda yolculuğu kolaylaştıran birer yol arkadaşıdırlar. Boşanmak meşru olmakla birlikte sevilmeyen bir iştir. Dolayısıyla hissilikten öte mantıki esaslarla kurulan yuva çok ciddi bir sebep olmaksızın sona erdirilmez. Acıları ve sevgileri paylaşır Müslüman için komşuluk çok önemlidir. Komşu mutlaka görülmeli, ziyaret edilmeli ve ihtiyaçları varsa yardımcı olunmalıdır. Komşuya rahatsızlık verilmemeli, korkutulmamalı ve onu endişeye sevk edecek tavırlardan uzak durulmalıdır. Müslüman, yaşadığı mahallede de sorumlulukları paylaşan bir insandır. Vatanını ve milletini sever Dinini yaşadığı topraklar onun için önemlidir. Vatanını paylaştığı insanlarla birlikte ve huzur içinde yaşamak ister. Irkçı değildir; ancak milletini hele de İslam’a hizmet etmiş ve şanlı bir geçmişi varsa daha çok sever. Gerçek üstünlük kişilerin Allah yanındaki değerleri ve dindarlıklarıdır. Siyaseti bir hizmet aracı olarak görür. Din ile siyaseti birbirine karıştırmaz. Dini siyasete alet etmez. İslam’ın emirlerinin yüzde doksan beşinden fazlasının ferdin şahsi ve ailevi hayatıyla alâkalı olmasının şuurunda olarak önceliğini ferdin mükemmelleşmesine verir Savaşı sevmez; ancak zaruretler onu savaşa iterse savaştan kesinlikle geri adım atmaz. Kâinatla barışıktır Müslüman bir dünya vatandaşı olarak da sorumluluklarının bilincindedir. Çevrecidir. Cansız maddelerden bitkilere ondan da hayvanlara kadar uzanan varlık ağacının bütün fertlerini kardeşi gibi görür. Kainatın bir denge üzerine kurulduğunu bilir ve bu dengeyi bozmamak için elinden geleni yapar. Peygamber’inin sözüne uyarak kıyamet kopacak olsa yine de elindeki fidanı diker. İsrafa girmez, denizin kenarında da olsa abdest alırken suyu israf etmez. O hayatın her safhasında -Fâtiha Sûresi’nde ifade edildiği gibi- “sırat-ı müstakim”i ister ve arar. O Kur’an’da nitelendirildiği gibi “ümmet-i vasat orta yolu tutan bir ümmet”in ferdidir. Her türlü aşırılıktan uzaktır. Mümin, Allah’a çok iyi inanmıştır, o kadar ki, yaptığı ibadetleriyle gözünün önünde bir cennetin inşa edildiğini görüyor gibidir. İbadetlerini coşkuyla yapar. Mütevazı ve alçakgönüllüdür. Sabır ve şükür; hayatın gülen-güldüren ve ağlatan yüzü karşısında müminin iki tavrının adıdır. İffetine düşkündür. Saygılıdır. Geçimlidir, herkes onunla beraber olmayı başkalarına tercih eder. Çevresine faydalıdır. Tam bir sağduyu insanıdır. Kendisinin savcısı, başkasının ise avukatıdır. Az yer, az uyur ve diğergamdır. Kardeşlerinin derdine ve sevincine ortaktır. Tövbe en büyük alışkanlığı, dua ise keşfettiği en büyük silahıdır. Nefsin istekleri karşısında hep cimridir. İşlediği günah onu iki büklüm eder. Akıllıdır. Konuştuğu dili iyi kullanır, ağzı bozuk, lanet okuyan biri değildir.

Was this helpful?
3
2
SORU: Özgüvenin zararı var mıdır?

CEVAP: Biz toplum olarak her alanda başarıya açız. Bu nedenle başarı adına önümüze konan her plana sahip çıkmaktayız. Özellikle Batı kültürünün ve bazı Doğu felsefelerinin etkisiyle kaleme alınan eserlerin dilimize tercüme edilmesiyle bu alanda belli bir bilgi kirliliği ortaya çıkmıştır. Bizim kültürümüze pek uymayan bu reçeteler, başarıya ulaşma adına vize sorulmadan kabul edilmiştir. Bu akımların temel özelliği, her şeyin merkezine insanı koymalarıdır. Öyle ki “İçinizdeki devi uyandırın, siz mükemmelsiniz, isterseniz başarırsınız, her şey sizin elinizde..” gibi gerçekle ilgisi olmayan, aşırı abartılmış sloganlarla insanlar kaldıramayacakları yüklerin altına sokulmaktadır. Bu yolda insan bazı kazanımlar elde etse de çok ciddi bunalımlar yaşayabilmektedir. Başarısızlıkla karşılaştığında şaşırmakta, kendisinden daha akıllı insanları gördüğünde umutsuzluğa kapılmakta, kendisinden daha çalışkan insanları gördüğünde ise çaresizliğe düşmektedir. Yıkılmalar çok şiddetli olmakta, bir kere yıkılan kişi kendisini ayağa kaldıracak bir güç, tutacak bir el, sığınacak bir koy bulamamaktadır. Başarı, dolayısıyla mutluluk amaçlanırken mutsuzluğun tam ortasına düşülme tehlikesiyle karşı karşıya kalınabilmektedir.

Was this helpful?
3
2
SORU: Özgüvenin yararı nedir?

CEVAP: Benliğin işletilmesiyle ilgili olan “özgüven”, insana verilen potansiyellerin keşfedilmesi, ortaya çıkarılması, tanınması ve insanın ona uygun bir şekilde yaşamasının yollarının aranmasından başka bir şey değildir. İnsanın kendi programını öğrenmeye çalışmasıdır yani. İnsan bu programa uygun bir hayat sürerse fıtratının gereğini yerine getirmiş olur. Kendisi de kainatın parçası olduğundan kainat kitabını okumuş olur. Kendisini ve daha sonra Yaratıcı’sını (cc) bilmiş olur. “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.” diyor Yunus. Kendini bilmek ise hem yaratılışını, donanımlarını, üzerindeki lütufları görmek hem de haddini bilmek ile ilgilidir. Kişi Allah’ın kendine verdiği nimetleri fark ederse hem şükreder, hem de bir işe başlarken kendisine verilen nimetleri hatırlar. Ve yola ümitli bir şekilde çıkar. Girişimci olur.

Was this helpful?
2
3
SORU: Seyyidü’l-İstiğfar duası duaların en üstünü mü?

CEVAP: Seyyidü’l-İstiğfar Duası için Efendimiz (sas) şöyle buyuruyor: “İstiğfar dualarının en değerli ve en üstünü şöyle demendir: ‘Allâhümme ente Rabbî, lâ ilâhe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü, eûzü bike min şerri mâ sana’tü, ebûü leke bi ni’metike aleyye ve ebûü bi zenbî feğ’firlî fe innehû lâ yağfiru’z-zünûbe illâ ente.” Anlamı: “Allah’ım! Sen benim Rabb’imsin! Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum; gücüm yettiği kadarıyla Sen’in akdin ve vaadin üzere bulunuyorum. Yaptığım fenalıkların şerrinden Sana sığınırım. Bana verdiğin üzerimde olan nimetlerini itiraf ederim, günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla; çünkü Sen’den başka hiçbir kimse günahları mağfiret edemez.” Efendimiz (sas) daha sonra şunları ekledi: “Kim bunları inanarak sabahleyin söyler de akşam olmadan ölürse, o kişi cennet ehlindendir. Yine kim bunları inanarak geceleyin söyler de sabaha ulaşamadan vefat ederse cennet ehlindendir.” Kaynak:Buhârî, Deavât

Was this helpful?
3
2
SORU: Nasıl bir “öz”güven?

CEVAP: “Güven” korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat demektir. Bu sözcüğün yüreklilik, cesaret gibi anlamları da vardır. “Özgüven” ise insanın kendine güvenme duygusudur. İnsanoğlu değişik yeteneklerle donatılmıştır. İnsan her şey olabilme potansiyeline sahiptir. Ama her insanın meziyetleri normal olarak farklıdır. Başka bir söyleyişle, bazı insanlar bazı alanlarda daha gelişmiş donanıma sahiptir. İnsanlarda farklı farklı cevherler olabilir. Kimileri müzik, kimileri resim, kimileri spor, kimleri fizik, kimileri sanat, kimileri matematik, kimileri de öğretmenlik alanlarında daha yeteneklidir. Bizce özgüven, Allah’ın kişiye verdiği kabiliyetlerin farkında olmak ve bunları en iyi şekilde kullanabilmek demektir.

Was this helpful?
2
2
SORU: Günahsız doğarız ama…?

CEVAP: Hepimiz dünyaya günahsız ve masum olarak gözlerimizi açarız. Sorumluluk çağımıza geldiğimizde önümüzde iki yol vardır. Bu yollardan birisi bizi uçurumlara, diğeri ise cennetlere götürecektir. Bazen bizi cennete götüren yoldan çıkıp diğer yola sapabiliriz. Bu türlü yol değiştirmelerde “Ve enibu ilâ rabbiküm ve eslimû – Allah’a inâbe edin (döndüm-geldim) deyin, Allah’a teslim olun” (Zümer, 39/54) diyerek hemen kendimize gelerek doğru yola dönmeliyiz. Bu dönüş Rabb’imizi de çok memnun etmektedir. Bakın Efendimiz bir hadislerinde ne buyuruyor: “Allah kulunun tövbesinden sonsuz derecede memnun ve mesrur olur. Şöyle ki, bir insan çölde yolculuk yapıyor. Bütün azığı, eşyası ve suyu üzerinde olan devesi onu bırakıp kaçıyor. Adam sağa-sola koşuşup devesini arıyor; fakat sonunda yorgun ve ümitsiz bir halde bir ağacın altında uyuya kalıyor. Gözlerini açtığında bir de ne görsün; devesi, üzerindeki eşyasıyla beraber başucunda durmaktadır. Adam sevincinden öyle hale geliyor ki, Cenab-ı Hakk’a şükrederken yanlışlıkla, “Ben Senin rabbin, Sen de benim kulumsun” diyor. İşte tövbe eden kulu karşısında Rabb’imizin ferah ve sevinci bu adamınkinden daha fazladır.”

Was this helpful?
1
2
SORU: Özgüvende denge nasıl korunur?

CEVAP: Gözle görülmeyen bir mikrobun insanı yatağa düşürdüğü hatta mezara soktuğu düşünülürse insanın çok aciz bir varlık olduğu anlaşılacaktır. İnsan, Yüce Yaratıcı karşısında bu aczini fark eder ve itiraf ederse aslında büyük bir güce ulaşır. Çünkü Allah her şeyin sahibidir. Gücü, kuvveti sonsuzdur. Her şey O’na aittir. Her şeyi O yönetir. İnsan, her şeyin sahibini tanır, bilirse, başarıyı O’nun verdiğini görürse başarının yolunu da keşfetmiş olur. “Ben yaptım, ben ettim” demezse, asıl yapanı fark ederse denge kurulmuş; özgüvenin yol açabileceği benlik çukuruna da düşülmemiş olur.

Was this helpful?
3
3
SORU: Özgüven olmadan başarıya ulaşılır mı?

CEVAP: İnsanın tek başına gücü yoktur. Oysa kendisine nimetler veren Yüce Yaratıcı’nın hazinesi sınırsızdır. Oraya dayananın ümitsizlik yaşaması mümkün değildir. Çünkü Allah’a hiçbir şey zor gelmez. O “Ol” der her şey olur. İnsan zorlandığında, sıkıştığında da, düştüğünde de hemen O kapıyı tıklamalı, O güce sığınmalıdır. Böyle olursa insan hem mutlu olacaktır hem acizlikte, zayıflıkta gerçek gücü bulacaktır. Bu yüzdendir ki bir fikir adamı, “Hakiki imanı elde eden insan kainata meydan okuyabilir.” diyor. Çünkü sonsuz bir güce dayanılmaktadır. Kainat ve içindekiler O güce aittir. Kimse O’nun sözünden, mülkünden, emrinden çıkamaz. Güç, kuvvet, kudret O’ndadır. Arkasına böyle bir gücü alan insanın aşamayacağı engel, açamayacağı kapı, başa çıkamayacağı sorun yoktur. Bu şekilde düşünen ve bu doğrultuda davranan insan varıp hedefine ulaştığında da şükreder. O hedefe onu kimin ulaştırdığını hatırlar, itiraf eder. Bu şükür, başka ve daha fazla nimete de davetiye çıkarır. Meşru dairede her şey yapıldığı hâlde istenen sonuca ulaşılamazsa buna “nasip” denir. Ve “Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler” sırrına sığınılır. Yeniden ayağa kalkılır. Hatalar araştırılır. Onlardan ders alınır. Hedefe yeniden kilitlenilir. İşe başlanır. Asla karamsarlığa kapılma, yılgınlığa düşme, hayata küsme söz konusu olmaz. Bilinir ki başa gelen her şeyde bir hayır vardır. Yani başarıya ulaşmak, hedeflere ulaşmak, mutlu olmak; enaniyeti köpürtmekle değil, aczini fakrını kabul edip itiraf ederek Rahmeti Sonsuz’un kapısına sığınmakla olur. Üzerine düşen görevleri en ince ayrıntısına kadar planlayıp bu planları uygulamakla olur. O gücün kanatları altına girmekle olur.

Was this helpful?
2
2
SORU: Mutlu aileye nasıl ulaşılır?

CEVAP:

1- Eşler arasındaki görüş farklılıkları ne kadar azsa evde huzurlu bir ortam oluşması o kadar kolay olur. Yani misafir ağırlama, akraba ziyaretleri, kayınvalidenin evdeki konumu, çocuk yetiştirme gibi hususlarda kadın ve erkeğin hemen hemen aynı fikirleri paylaşması gerginliği ve stresi olabildiğince azaltıyor. Yetiştirilme tarzlarınız ve kişiliğinizden kaynaklanan farklılıklar sizi bazı konularda farklı düşünmeye itebilir; ama aile saadetinizi korumak adına birlikte oturup konuşarak hangi durumda nasıl tavır alacağınızı önceden belirlemelisiniz. Çocukların yetiştirilmesi ve eğitimleriyle ilgili konularda onların yanında tartışmamalı, kendi aranızda ortak bir strateji oluşturmalısınız.

2- Eşlerin baskı uygulamadan ve karşısındakinin kendini yetersiz hissetmesine neden olmadan inisiyatif kullanabilmeleri gerekiyor. Kadının kendine özgü bir bakış açısı geliştirebilmesi için de kendine güven duymasını sağlayacak uğraşlara sahip olması lazım. Evde ya da dışarıda üretken olan, kendini işe yarar hisseden hanımlar kendine daha çok güveniyor ve inisiyatif kullanmakta daha başarılı oluyor. Bir hayır kurumunda çalışmak, bir el sanatıyla ilgilenmek kadına kendisini iyi hissettiriyor.

3- Kuşak çatışmasını önlemek de eve huzuru davet ediyor. Evdeki herkesin kendi rolünü benimsemesi, aile içindeki konumunu kabullenmesi gerekiyor. Çocuğun, kadının, erkeğin, kayınvalide ya da kayınpederin merkezi etrafında oluşan ailelerde huzursuzluk yaşanması kaçınılmaz oluyor. Evdeki her birey başlı başına önemli ve değerli olduğunu, adil bir paylaşım yaşandığını hissetmeli.

4- Problemler inkar edilmek yerine kabul edilmeli ve çözüm yolları araştırılmalı. Diyelim eşiniz nezaket kurallarına fazla uymuyor ya da konuşmaktan pek hazzetmiyor. Değiştiremeyeceğiniz durumlarsa, eşinizi o haliyle kabullenmeli, çevrenize karşı da eşinizi olduğundan daha kibar ya da daha arkadaş canlısı gösterme yanlışına düşmemelisiniz.

5- Modern insanın belki en çok yakındığı ‘yalnızlık’ duygusunu bertaraf etmek, ‘başı sıkıştığı an’ kapısını çalabilecek güvenli bir dostun varlığını bilmek hayata pozitif bakmayı kolaylaştırıyor. Akrabalarla iç içe, hala, teyze, dayı, amca kavramlarını öğrenerek ve onlardan sevgi görerek büyüyen çocukların daha sosyal ve daha cana yakın kişiliklere sahip olduğu da su götürmez bir gerçek. Ve en önemlisi de birey, islamın emrettiği gibi yaşarsa, önce kul olduğunu idrak edip; Allah’ın dilediği gibi olmaya çalışırsa, zaten kusursuz bir anne baba, eş ve evlat olup kendini ve çevresini mutlu edecektir.

Was this helpful?
2
2
SORU: Evvâbîn namazı nedir?

CEVAP: Evvab ‘tövbe eden, sığınan’ anlamına gelir. Evvabîn namazı; tövbe eden ve Rabb-i Rahim’ine sığınanların namazı demektir. Nitekim Peygamberimiz (sas) “Kim akşam namazından sonra kötü bir şey konuşmaksızın altı rekat namaz kılarsa, bu kendisi için on senelik ibadete denk kılınır.” demiştir. (Tirmîzî, Salat, 202) Ayrıca Kendisi’nin de (sas) akşam namazını müteakip altı rekat namaz kıldığı rivayet edilmektedir. (Şevkânî, Neylü’l- Evtar, III, 64) Altı rekatlık bir namaz olan evvabîn namazı, tek selamla altı rekat olarak bütün halinde kılınabileceği gibi üç selamla yani ikişer rekat olarak da kılınabilir.

Was this helpful?
1
2
SORU: Müferridler kimlerdir?

CEVAP: Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Bir keresinde Resûlullah, Mekke yolunda hayvanıyla giderken “Cümdân” dağına varınca: Haydi yürüyün, bu Cümdân dağıdır, müferridler geçtiler, buyurdu. Yâ Resûlallah, müferridler kimlerdir? diye sorduk. Allah’ı çokça zikredenlerdir, buyurdu.” (Müslim.) Aynı kıssayla ilgili olarak Tirmizî’nin rivâyetinde farklı şu ifâdeler yer alıyor: “… Sahâbîler sordular: Yâ Resûlallah, müferridler kimlerdir? Allah’ın Resûlü şu karşılığı verdi: Kendilerini Allah’ın zikrine bağlamış, O’nu sürekli zikreden, haklarında konuşulanlara, kendilerine yapılanlara aldırmayan kimselerdir. Yaptıkları zikirler sırtlarından ağırlıklarını indirir, kıyâmet günü Allah’ın huzuruna hafif (günahlardan arınmış) olarak gelirler.” Kaynak:Mecmau’z-Zevâid: 10/75

Was this helpful?
3
2
SORU: Kur’anda anne babaya itaatle ilgili ayetler hangileridir?

CEVAP: Nisa, 36: Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez. En’am Sûresi, 151: De ki: “Gelin size Rabb’inizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya, babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin ve onların rızkını veren Biz’iz, gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır.” Ankebût Sûresi, 8: Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak Bana’dır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. İsra Sûresi; 23, 24, 25: Rabb’in, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘of!’ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: “Rabb’im! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!” diyerek dua et. Rabb’iniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır. Ahkaf Sûresi, 15: Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabb’im! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben Müslümanlardanım.

Was this helpful?
2
2
SORU: Anne ve babalarımıza karşı görevlerimiz nelerdir?

CEVAP: Evlatlar, ebeveynleri için kendi malından harcamalıdır. Çünkü ana-babasına harcadığından, verdiğinden kendisine sual olunmaz. Uzakta iseler ziyaretlerine gitmeli. Ana-baba ve yakın akrabaları ziyaret etmek vaciptir. Hiç olmazsa selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır. Ziyarette sıra; ana, baba, evlat, dede, nine, kardeş, amca, hala, dayı ve teyze şeklindedir. Hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur: “Allah’a ve kıyamet gününe inanan sıla-i rahim etsin!” (Buhârî) Beraber yemek yenmeli. Ayrı yemek onları üzer. Arzularını sormalı, öğrenip yerine getirmeli. Evlerini temizlemeli, boyamalı, tamir etmeli. Malı, parayı onlara serbest etmeli. “Ne zaman isterseniz, malım, param size feda olsun” demeli, bir kızgınlıkları varsa, bu yolla onları teskin etmelidir. Ana-babaya harcanan paradan sual olunmaz. Muhtaç olan ana-babaya yardım farzdır. Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruluyor ki: “Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolculara infak edin!” (Bakara, 215) Ara sıra güzel yemek yapıp, davet etmeli. Gönülleri ister de belki söyleyemezler. Dostlarını, dost bilip davet ederek gönüllerini almalısınız. Hastalandıkları zaman, tedavileri ile meşgûl olmalı, bir bakıcı tutmak yerine, bizzat ihtiyaçlarını gidermelisiniz. Onlara şefkat kanatlarını germelisiniz; “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez, acımayana acınmaz.” (Müslim) Sevmeli, sevdiğinizi hissettirmelisiniz. Sevinçlerine sevinmeli, üzüntülerine üzülmelisiniz. Çok söylenmelerinden incinmemeli, incinseniz bile kesinlikle incindiğinizi hissettirmemelisiniz. Sitem ve cefalarına kızmamalı, incitmekten çok korkmalısınız. Nazlanmamalı, aksine onların nazına katlanmalısınız. Çünkü onlar küçükken bizim çok nazımızı çektiler. Nazlanma sırasının onlarda olduğunu unutmamalıdır. Ölseler de kurtulsak diye canavarcasına düşünmemeli, çok yaşamalarını arzû etmelisiniz. Yumuşak söylemeli ‘öf’ bile dememelisiniz. “Rabb’in, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘öf’ bile deme; ağır söz söyleme, onlarla yumuşak ve tatlı konuş, onlara acı, tevazû kanadını gerip ‘Rabb’im, küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et’ diye dua et.” (İsrâ, 17/ 23, 24) Ana-baba, bildiğimiz şeyleri de anlatsa, “yine aynı şeyler mi” dememeli, hiç duymamış gibi can kulağı ile dinlemeli. İki kardeşi olan biri, öteki kardeşini kastedip “Oğlun şunu yaptı. Ben yapsam kıyameti koparırdınız” veya “Anne, torunu tepene çıkarıyor, çok şımartıyorsun. Söz dinletemiyoruz” gibi sözlerle ana-babayı üzmemelidir! Çocuklarını ana-babanın yanında dövmemeli, azarlamamalıdır! İsimleri ile çağırmamalı, sözlerini kesmemeli, sözlerinin arasına girmemelisiniz. Ana-babanın arasını açacak söz ve hareketlerden uzak durmalısınız. Ana-baba ile oğul veya kızın arasını açacak işlerden uzak durmalısınız. Gelinleri, ana-baba ile oğullarının arasını açacak sözlerden uzak tutmalıdır! Konuşurken, ‘yap, yapma’ gibi ifadeler kullanmamalısınız. Yapar mısın gibi ricâda bulunmalıdır! Hayır dualarını almalısınız. Ana-baba duasını ganîmet bilmelisiniz. Hadîs-i şerîflerde şöyle buyurulmuştur: “Üç kişinin duası kabûl olur. Ana-baba, mazlûm ve misafirin duası.” (Tirmizî) Beddualarını almamalısınız. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Ana-babanın çocuğuna ve mazlûmun zâlime olan bedduaları, reddolunmaz.” (Tirmizî) Vefatlarında Efendimiz’in sünneti üzere, yıkayıp, kefenletip defnettirmelisiniz. Onlara her namazdan sonra dua etmelisiniz. Hadisteki, “Ana-babasına dua etmeyenin rızkı kesilir.” ikazını unutmamalıyız: “Ölünün mezardaki hali, imdâd diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, ölü de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler. Kendisine bir dua gelince, dünyanın hepsinin kendine verilmesinden daha çok sevinir. Allah-ü Teâlâ, yaşayanların duaları sebebiyle, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir.” (Deylemî) Varsa borçlarını ödeyip, onun kabir halini kolaylaştırmalısınız. Kabirlerini ziyaret edip Kur’ân-ı Kerîm okumak. Onlardan kötü bir yol edinmiş ise, her yaptığından onlara da günah ve azâp gider. Bunun için, onlardan veya onların vasıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli, kendi kötü amelleri ile, onlara kabirde azâp ettirmemelidir. Dostlarını ziyaret etmek. Hadîs-i şerîf: “Babası öldükten sonra, onun dostlarını ziyaret etmek, iyiliklerin en iyisidir.” (Müslim) Siz çocuklarınıza saygı ve sevgiyi öğretirseniz, büyüdüklerinde bu öğrendiklerini size karşı ihmal etmezler.

Was this helpful?
3
3
SORU: Evlilik öncesi sunulan vaatlere inanmalı mıyız?

CEVAP: Evlilik öncesi sunulan vaatlerden önce evlenmeyi düşündüğümüz bireye inanmalıyız. Şöyle ki taraflar birbirlerine genel anlamda ne denli dürüstler; öncelikle irdelenmesi gereken budur. Yani tarafların doğal olması oldukça önemlidir. Taraflar arasında halihazırda yaşanan zaman içinde bir itimat problemi varsa, geleceği ifade eden vaatlere de inanılmayacaktır, inanılması da çok doğru olmaz. Bu sebeple muhatabına itimat eden ve evlilik kararı vermesine herhangi bir manisi olmayan bireyin bakış açısı ile düşünelim öncelikle. Şayet kişisel anlamda uyum yaşanıyorsa ve taraflar birbirlerinin doğal olabildiğini düşünüyorlarsa kendilerine hangi sebeple vaatlerde bulunulduğunu ve vaatlerin gerçekçilik oranlarını düşünmeleri gerekir. Şöyle ki; sunulan vaatler ne denli gerçekleşebilir ve gerçekleşmemesi durumunda bu, evliliğe ne denli yansır. Gerçekleşme oranı düşük bir vaat, muhatabın hedefi veya hayali olarak da algılanabilir. Şayet vaadin gerçekleşmemesi hali evliliğe yansımayacaksa, yani önem derecesi düşük bir konu ise, sunulan hedefe eşlik edilerek bir nevi evlilik planına dönüştürülebilir. Bir diğer mesele vaade niçin ihtiyaç duyulduğu meselesidir. Şayet muhatabınızı buna sevk eden, sizde gözlemlenebilen memnuniyetsizlik hali ise karşı tarafın rahatlaması için daha doğal ve olurunda tepkiler vermek önemlidir. Bu, muhatabınızın söylemlerine yansıyacaktır. Kimi zaman ise muhatabınız oldukça samimi ve gerçekçidir. Bu tarz durumlarda muhatabınızı iyi tahlil etmeli ve gerek gerçekçilik meselesinde ve gerekse sizin tavırlarınızda bir problem yoksa şüpheci yaklaşmamalısınız. Ki zaten yukarıda da belirttiğim gibi şayet karşılıklı itimat varsa vaatlere de inanılacaktır. Fakat durum ne olursa olsun sunulan vaadin gerçekleşmeme ihtimali her zaman vardır. Bu ihtimal her zaman düşünülmeli, gerçekleşmemesi durumunda gelecekte bir pişmanlığın yaşanmaması için bunun ne denli kabul edilebileceği önceden planlanmalıdır.

Was this helpful?
3
2
SORU: Günlük hayatta birçok zorlukla karşılaşıyoruz, bu durumda neler yapabiliriz?

CEVAP: Sebat, güçlükleri yenen silahların en büyüğüdür. Aslına bakılırsa insanların en büyük dostu da zorluklardır. Zira birçok tecrübeyi onlar sayesinde öğreniriz. Görünüş olarak zahmet gibi görünen şeylerin altında rahmetler yatar. Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz. Hayat harekettir, hareketsizlik ise ölüm… Problemlerin üstüne yürümeyen insan, çocuğun karanlıkta şarkı söylediği gibi, bir gizli korkunun ve kaçışın içindedir. Çok sorunla karşılaşan insan en tecrübeli insandır. Sorunlarla karşılaşınca da kaçmamak esastır. Unutmamalı! Savaşta en çok yara alanlar cepheden kaçanlardır. Bir problemin çözümünde görev almayanlar da o problemin bir parçası olurlar.

Was this helpful?
2
2
SORU: Kendini beğenmek günah mı?

CEVAP: İnsanın kendisi sevmesi ve beğenmesi yaratılışında olan bir şeydir. Fakat bunda aşırıya gitmemek gerekir. Çünkü aşırıya gidildiği takdirde, kendi nefsini beğenen ve seven adam başkasını sevmez. Seviyor gibi gözükse de samimi olarak sevmez. Belki ondaki menfaati ve lezzeti sever. Dâima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır. Kusuru kendine almaz ve avukat gibi kendini müdafaa eder. Mübalağalarla veya yalanlarla kendini över, âdeta nefsine büyük bir pay verir. Öyle ki sonunda “O kimse ki heva ve heveslerini ilah edinmişlerdir.” (Furkan, 43) ayetinin tokadını yer.

Was this helpful?
2
3
SORU: “iki kızım var. İkisiyle de arkadaş gibiyiz. Birbirimize her konuda danışır, fikirlerini dinleriz. Kişisel problemlerimizi paylaşırız. Aramızda konuşarak, fikir üreterek çareler ararız. Kızlarım bana danışacakları zaman konu olan kişinin sözlerini, davranışlarını aktarırlar. Bu kişiler aileden de olabiliyor, okul veya akraba çevresinden olabiliyor. Söz konusu olan kişilerin haklarına dikkat ederek çözüm arıyoruz. Bir akrabamız bana çocuklarımın yaptığı dedi-koduları dinlediğimi ve onların günahına ortak olduğumu söyledi. Ben dedikodu dinlemiyorum. Amacım çocuklarımın hayatlarındaki sorunlarına çözümler bulmalarına yardım etmek. Yoksa kim ne demiş, ne yapmış merak edip öğrenmek gibi bir kastım yok. İyi niyetime rağmen günah mı işliyorum?”

CEVAP: Yaratılış hikmeti bakımından yaratılmışların en şereflisi olan insan, İslâm dinini yaşamakla insanlar içinde en aziz duruma gelir. Müslüman için insanlar arasında aziz olmak çok önemli bir lütuftur. Ama bunu hak edebilmek için söz, düşünce ve hareketlerimizde çok dikkatli olmalıyız. Bizim emrimize sunulmuş olan bedenimizi doğru kullanırsak insanlığımızı yüceltmiş oluruz. Tersi olursa elbette sonuç da üzücüdür. Vücudumuzun azaları olan eller, ayaklar, gözler, kulaklar ve dil hayatımız içinde çok önemli yer tutar, işlevleri İslâmî olduğunda yaşantımız dünya ve âhiret için değer kazanır. Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İyice bilmediğin bir şeyin arkasına düşme, çünkü, kulak, göz, kalp bunların hepsi yaptıklarından sorumludur.” (el-İsrâ, 17/36), “Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de kiminizin arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tövbeyi kabul eden ve çok esirgeyendir.” (el- Hücürât, 49/12). İslâm dini, insanın özel hayatının korunmasını bir hak olarak görmekte ve çok önem vermektedir. Kişiliğe saldırı olarak adlandırdığı gıybeti (dedi- kodu) yapanın ve söz getirip götürenin ‘kul hakkı’nı ihlâl ettiğini bildirmektedir. Yüce Allah, kul hakkı konusunda alacaklı- verecekli olan kulların arasına da girmeyecektir. İşte bu nokta çok önemli; kul hakkını ihlâl eden kişi tövbe etmekle affa erişmez, ancak hakkını ihlâl ettiği kişiden özür dileyip, helâllik almadıkça. Yaşam içinde çeşitli insanlar ve onların davranış ve sözleriyle karşı karşıyayızdır. Bazen söylenenler karşısında şaşırır kalırız da bir söz çıkmaz ağzımızdan, bazen de kendimizi savunur, duruma hakim oluruz. Sonra bu olayı bir yakınımıza anlatmak, rahatlamak isteriz. Bu istek nefsimizden kaynak buluyorsa anlatacaklarımız gıybetten başka bir şey değildir. Ama sorunları kendimiz çözüme kavuşturamıyor ve bir akla, bir fikre ihtiyacımız varsa o zaman bilgili, tecrübeli ve sır saklayan emin bir kişiye olayı en doğru, abartısız ve duygularımıza kapılmayan bir şekilde anlatıp istişare ederek çözüm yolunu tespit etmeliyiz. Ancak bu şekilde davranmakla dinen yasaklanan gıybet ve koğuculuk, yani söz getirip götürmekten korunmuş oluruz. Dinimizin bu noktadaki amacı Müslüman’ın Müslüman’ı üzüp incitmesini, kişiliklerinin yaralanmasını önleyerek birlik ve beraberliğini sağlamaktır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas)’in bu konu ile örtüşen hadisi ile sözlerimizi noktalayalım: “Zandan sakının. Çünkü zan, sözün en yalanıdır. Ehl-i iman (iman sahibi) hakkında hissiyatınız ile muamele etmeyin, nefislerinize aldanıp öğünmeye kalkışmayın, birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğz ve düşmanlık edip dargınlık edip dargın durmayın. Birbirinizden yüz çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun.”

Was this helpful?
3
2
SORU: Dua ederken nelere dikkat etmeliyiz?

CEVAP: Evvela abdest alıp kıbleye yöneldikten sonra ellerimizi açıp Rabb’imize “Elhamdülillahi Rabbi’l-alemin” diyerek hamd ü senada bulunmalıyız. “Elhamdülillahi Rabbi’l-alemin”, gökleri ve yeri yaratan, kalbimden geçenleri bilen, bütün isteklerimi yerine getirmeye muktedir Allahım, Sana şükürler olsun.” anlamına geliyor. Rabb’imize hamd ettikten sonra ikinci olarak Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Esselâtü ve’s-selâmu ala rasûlina Muhammedin ve ala âlihi ve sahbihi ecmaîn” diyerek salât u selâmda bulunmalıyız. Bu, âdeta, bir kapıyı vururken, o kapının önünde duran, o kapının kilit ve anahtarlarını elinde tutan Zât’a selâm vermek gibidir. Gönülden gelerek getirilen böyle bir salat o kapının açılmasına vesile olacaktır. Gönülden inanarak dua edilmeli İstenilen şeylerin Cenâb-ı Hak tarafından kesinlikle kabul göreceğine gönülden inanarak dua etmeliyiz. Sadece ellerimizi değil gönlümüzü de açarak içten gele gele, yana yakıla yalvarmalıyız. Yaptığımız dualarımızın kabul edilmediğini düşünmemeliyiz. Nitekim duâ, eğer şartlarına uygun yapılmışsa muhakkak kabul görür. Ancak kabul ediliş keyfiyeti, bizim istediğimizin aynı olmayabilir. Bazen bizim istediğimiz, bizim için hayırlı olmadığından, bir rahmet eseri olarak Cenab-ı Hak bize, istediğimizi değil de esas istememiz gerekeni ihsân buyurur. Bazen de duâmız âhiretimiz hesabına kabul görür. Dua salat ü selamla bitirilmeli Duamızı yine salât ve selâmla bitirmeliyiz. Bu şekilde yaptığımız duayı adeta iki salavat arasına alarak Cenab- ı Hakk’a takdim etmiş olacağız. Israrlı olunmalı dualarımızda ısrarlı olmalıyız. Bir kere istedikten sonra olmuyor diye tekrar istememek yanlıştır. Nitekim “İnsan, ben Allah’tan istedim de bana isteğim verilmedi demediği ve istemeye devam ettiği müddetçe, istediği kendisine verilir.” hadis-i şerifi bu hakikati belgeler mahiyettedir. Duamızı bitirdikten sonra “amin” demeliyiz. Bu kelime, “Allah’ım! Yaptığım duamı kabul eyle.” anlamına gelir. Hadiste şöyle anlatıyor: Bir gece Rasulullah ile dışarı çıkmıştık. Dua eden bir adama rastladık. Allah Rasulü durup onu dinlemeye koyuldu. Sonra da şöyle buyurdu: “Eğer sonunu iyi bağlarsa, istediklerini hak eder.” Cemaatten birisi, “Ey Allah’ın Rasulü! Duayı nasıl bitirmesi gerekir?” diye sorar. Allah Rasulü ise “Amin kelimesi ile. Eğer böyle bitirirse, istediği kendisine verilir.” buyurur. Sadece ihtiyaç ve sıkıntı anında değil, genişlik ve rahatlık içinde bulunduğumuz zamanlarda da dua etmeliyiz. Nitekim Efendimiz bir hadislerinde, “Kim sıkıntı ve güçlük içinde bulunduğu zamanlarda duasının kabul olunmasını isterse, bolluk ve mutluluk zamanlarında çok dua etsin.” buyurarak bu hakikati dile getirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Allah, bize kendisine nasıl dua etmemiz gerektiğini ifade ediyor. “Allahümme” veya “Rabbena” ile başlayan bütün ayetler dua ayetleridir. Bu ayetleri okuyarak Rabb’imize dua edebiliriz. Bunun dışında dua kitaplarında “me’- surât” diye geçen bizzat Efendimiz’in yaptığı duaları da yapabiliriz. Hadis-i şeriflerde duanın kabul edilmesine en elverişli vakitler olarak şu zaman dilimlerinden bahsedilir: Gecenin son üçte birlik kısmı. Farz namazların sonrası. Secde esnasında yapılan dualar. Hac veya umrede yapılan dualar. Ezan okunduğu vakit. Ezanla kamet arası. Yağmur yağdığı zaman. Kur’an hatminden sonra. Gözlerimiz iman hassasiyetiyle yaşardığı zaman. Bizi sadece Allah’ın gördüğü tenha yerler. Yine hadislerde şu kimselerin yaptığı duaların red olunmayacağı haber veriliyor: Evine dönünceye kadar hacının ve gazinin duası. İyileşinceye kadar hastanın duası. Mü’min bir kimsenin, diğer mü’min kardeşi için gıyaben yaptığı dua. İftar edinceye kadar oruçlunun duası. Adaletli devlet başkanının duası. Babanın evladına duası. Esma-i Hüsna, salih ameller, peygamberler ve diğer büyük zatlar ile tevessül edilerek yapılan dualar. Misafirin ev sahibine duası. Mazlumun duası.

Was this helpful?
2
2
SORU: Dua nedir?

CEVAP: Dua, Yaratıcı’ya yakarıştır. Kişi ile Rabb’i arasında bir vesiledir. Öyle bir vesile ki, hiçbir aracıya veya başkasının yardımına ihtiyaç duymaz. Dua, umudunu kesenlerin umududur. Dua, adeta Rabb’imize arz ettiğimiz bir dilekçedir. Bu dilekçe ile gönlümüzü her şeyi yaratan, mutlak güç ve kudret sahibi Yaratıcı’mıza açarız

Was this helpful?
2
2
SORU: Tedebbür ne demektir?

CEVAP: Kur’ân’da Cenab-ı Hak, sürekli olarak “Efelâ tedebberûn” buyurmaktadır. Tedebbür kelimesi sözlükte: Sonuçlara, bir şeyin evveline ve sonuna bakmak demektir. Sonunu görünceye kadar bir şeyin bir bütün olarak başlangıcına ve sonuna bakmaktır. Kur’an’ın mânâlarını anlamaya çalışmak, bu noktada Cenab-ı Hakk’ın yardımı için yalvarmak demektir. Kur’an’ı anlamadan sadece okumak, merdivenin ilk basamağıdır. Hayat boyu o mertebede kalmak ise ciddî bir Müslüman işi olamaz. 21. yüzyılın başındaki bir mümin, asırlar eskidikçe gençleşen Kitab’ına daha farklı bakabilmenin yollarını araştırmalıdır. İlkleri seçkin konuma getiren, Kur’ân ile olan sağlıklı diyalogları olmalıdır. Kuşatıcı bir ufukla, dinin bütünlüğüne ters düşen bilgi kırıntılarından sıyrılarak, sağlam duruşlu alimlerin bakış açısıyla Kur’ân’laşmalıyız. Hz. Ali: “İlimsiz ibâdette, anlayışsız ilimde, tedebbürsüz okuyuşta hayır yoktur” der. Ulemâ, Kur’ân’ın, okuma konusunda tedebbüre teşvik ettiğini özellikle söylemektedirler. Kaynak: Sünen-i Dârimî, I-101

Was this helpful?
3
2
SORU: Tertîl nedir, Kur’anı tertîlle okumak ne demektir?

CEVAP: Tertîl; dizgi, güzel uyum demektir. Rasûlullah (sas), bir âyet okuyup sonra ağlayan bir kişiyi gördüğünde, “Allah’ın sözünü duymuyor musunuz? ‘Kur’ân’ı tertîl üzere okuyunuz.’ buyuruyor. İşte tertil budur.” Buyurdu. Büyük âlim Alkame, güzel Kur’ân okuyan birisini dinlediğinde; ‘Şüphesiz ki Kur’ân’ı tertil üzere okudu, ona anam babam fedâ olsun.’ dedi. Demek ki tertilin bir yönü, Kur’ân’ı güzel okumak ve ondan etkilenmek. İbn Tâhir bu âyetin yorumunda âdeta ‘tertil’in bütün çağrışımlarını özetler: “Hitâbının letâifini tedebbür et, ahkâmını kendi nefsinde yaşamaya çalış ve bunu dile ve kalbinle de Kur’ân’ın mânâlarını anlamaya çalış ve bütün sırrınla Kur’ân’a yönel.” Hz. Ali tertili târif ederken, harflerin tecvid (le okunmas)ı ve durakların bilinmesidir diyerek Kur’ân’ı tecvidli okumayı ve vakıf yerlerini iyi kavramayı işâretlemiştir. Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân’ı nasıl okumamız gerektiği konusundaki murâdını bildiren anahtar kelime ‘tertil’; “peşi sıra ve mânâlarını açıklayarak oku” şeklinde anlaşılmıştır. Efendimiz’in (sas), Kur’ân’ı okuyuş tarzının harf harf olduğu da rivâyet edilmektedir. Kur’an’ın lafızlarının hakkını vermek, okuyuş (kıraat) usûl ve metotlarını uygulayarak okuma ile ancak mümkün olabilir. Ayrıca, okuduğumuz âyetlerin mânâsını anlayarak, gerektiği yerde âyet üzerinde durup tefekkür ederek okumak îcap etmektedir. Kur’ân anlaşılmak ve yaşanmak için indirilmiş bir kitaptır. Anlaşılması ve yaşanması da buna, yâni tertîl üzere okumaya bağlıdır., Kaynak: . (Musannaf-ı ibn-i Ebî Şeybe, VII-226), (Kurtubî, XVIII/37-38; Fethu’l- Bârî, IX-89), (Ebcedülulûm, II-2; Tuhfetü’l-Ahvezî, VIII-187)

Was this helpful?
2
2
SORU: Kur’ân’ı nasıl okumamız gerekir?

CEVAP: Aslında bunun yolunu Kur’ân bizzat kendisi göstermiştir Nasıl okunması gerektiği konusunda Kur’ân şöyle buyurur: “Ve rattil’il-Kur’âne tertîlâ”; “Kur’ân’ı tertîl ile, düşünerek oku.” (Müzzemmil, 4) Bütün müfessirler bu âyetin, “Kur’ân’ı okumada acele etme. Aksine onu, yavaş yavaş ve mânâlarını tedebbürle açıklayarak oku.” anlamına geldiğini bildirmektedirler. Bâzı müfessirler şu yorumları da eklerler: “Harf harf oku.” (Dahhâk); “Kırâat konusunda, insanların Allah’a en sevimlisi onu en iyi şekilde anlayarak okuyanlardır.”

Was this helpful?
2
2
SORU: İmanın çok fazla tarifi var. İman ne demektir, nasıl hakiki imana ulaşabilirim?

CEVAP: Hadîs-i şerîfte şöyle buyuruluyor: “Îmân, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, ölüme ve öldükten sonra dirilmeye, cennet’e, cehenneme, hesâba, mîzâna, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır.” Bunları kalb ile tasdik etmek şarttır. Îmânın kuvvetli olmasının alâmetleri çoktur. Bu husustaki hadîs-i şerîflerden birkaçı şöyledir: “İyilik edince sevinen, günah işleyince üzülen îmânlı demektir.” “Kalbde îmânı olan Allahü Teâlâ’yı sever.” “Îmân çıplaktır. Elbisesi takvâ, süsü hayâ, sermâyesi fıkıh, meyvesi ameldir.” “Müminlerin îmân bakımından en kuvvetli olanı, güzel ahlâka sahip olanıdır. Yanlarına herkes kolayca yaklaşır, geleni gideni çok olur. Herkesle iyi geçinir. Kim etrafı ile iyi geçinemiyorsa, onda hayır yoktur.” “Kişinin nerede olursa olsun, Allah’ı (cc) unutmaması, îmânının kuvvetli olduğunu gösterir.” “Şu üç şey kimde bulunursa, îmânın tadını bulur: Allah ve Resûlü’nü her şeyden çok seviyorsa, bir kimseyi yalnız Allah rızâsı için seviyorsa, küfre düşmekten, ateşe düşmek kadar korkuyorsa.” “Îmândan olan üç şey: Darlıkta infak etmek “hayra harcamak”, rastladığı Müslüman’a selâm vermek ve kendi aleyhine de olsa adâletli davranmak.” “Kötüleyen, lânet eden, fuhuş sözü söyleyen ve hayâsı az olan kimse, kâmil mü’min değildir.” “Beni, evlâdından, ana-babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmeyen, kâmil anlamda îmân etmiş olmaz.”

Was this helpful?
3
2
SORU: Çocuklara, onları uyarmak için “Allah baba kızar!” demek günah mı?

CEVAP: Bazı insanlar, çocuklarını korkutmak için; “Öyle yapma, yoksa Allah baba kızar!” şeklinde ifadeler kullanabiliyorlar. Hıristiyanların teslis inancına göre, üç tane tanrı vardır. Bunlardan birisine de ‘Baba Allah’ diyorlar. Hıristiyan romanları ve filmlerinin tesiri altında kalan, dini eğitim açısından yeterli durumda olmayan bazı insanlar, bilmeden böyle konuşuyorlar. Cenab-ı Hak, Kur’an’da “Kendisinin doğmadığını ve doğurmadığını” (İhlas Sûresi) bildirmektedir. Bu tarz tehlikeli sözlerden kaçınmak gerekir. Çocuğa şirinlik yapacağız derken, durduk yere küfre girmiş oluruz.

Was this helpful?
3
2
SORU: Cehennem azabından korunmak için ne yapmalıyım?

CEVAP: Cehennem azabında kalmamak için, imân edip şirkten korunmak; büyük günahlardan, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten kaçınmak gerekir.

Was this helpful?
3
2
SORU: Nefsi tek cümle ile anlatsanız nasıl tarif edersiniz?

CEVAP: Gök kubbe altında, Allah katında nefisten daha kötü bir sahte tanrıya ibadet edilmemiştir., Kaynak:Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, 1/188

Was this helpful?
2
3
SORU: Sürekli huzursuzum. Mutlu olduğum zamanlarda bile bir tarafım sürekli huzursuz. Bu duygudan kurtulmam için neler yapabilirim?

CEVAP: İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin oğlu, Muhammed Ma’sûm Hazretleri buyurdu ki: “Allahü Teâlâ, insanları başıboş bırakmadı. Her istediklerini yapmaya izin vermedi. Nefslerinin arzûlarına tâbi olmalarını, böylece felâketlere sürüklenmelerini dilemedi. Rahat ve huzûr içinde yaşamaları ve sonsuz saâdete kavuşmaları için lâzım olan faydalı şeyleri yapmalarını emretti. Zararlı şeyleri yapmalarını yasak etti. Saâdete kavuşmak isteyen, dine uymaya mecburdur. Nefsinin dine uymayan arzûlarını terk etmesi lâzımdır. Dine uymazsa, sahibinin, Yaratan’ının gadabına, azâbına uğrar. Dine uyan kul, mes’ût ve rahat olur. Sahibi onu sever. Dünya ziraat yeridir. Tarlayı ekmeyip, tohumları yiyerek zevk ve safâ süren, mahsûl almaktan mahrûm kalacağı gibi, dünya hayatını, geçici zevklerle, nefsin arzûlarını yapmakla geçiren de, ebedî nîmetlerden, sonsuz zevklerden mahrûm olur. Bu hâl, aklı başında olanın kabûl edeceği bir şey değildir. Sonsuz lezzetleri kaçırmaya sebep olan geçici ve zararlı lezzetleri tercîh etmez. Dine uymak için, evvelâ ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur’ân-ı Kerîm’den ve hadîs-i şerîflerden anlayıp bildirdikleri akâide uygun îmân etmek, sonra haram ve yasak edilmiş olanları öğrenip bunlardan sakınmak, daha sonra da yapması emrolunan farzları öğrenip yapmak lâzımdır. Bunları yapmaya ‘ibâdet etmek’ denir. Haramlardan sakınmaya da takvâ denir…”

Was this helpful?
3
2
SORU: Vesvese Kur’anda nasıl anlatılır? Tehlikesi nelerdir?

CEVAP: “De ki: İnsanların Rabbine, insanların yegane Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. O sinsi şeytanın şerrinden.. o ki insanların kalblerine vesvese verir. O şeytan, cinlerden de olur, insanlardan da.” (Nas, 114/1- 6) Burada vesvesenin adresi Rabb’imiz tarafından açıkça dile getiriliyor. Vesvese şeytanın eseridir. O, zihni boş olan bir insan üzerinde önce etkili olur ve kalbinde kötülüğe istek meydana getirir. Bu kötü niyet daha sonra irade haline gelir ve vesvesenin de etkisiyle irade pekişir. Son adımda ise şer amel ortaya çıkar. Ayet-i kerimedeki vesvese verenin şerrinden Allah’a sığınmanın anlamı, Allah’ın, henüz başlangıcında şerri yok etmesidir. İnsana vesvese veren şeytan iki türlüdür: Biri cinlerden ve diğeri de insanlardan olan şeytanlardır. Her iki türlü şeytan da, insanların kalbinde vesveseyi meydana getirerek akıl ve fikirlerini çeler, onları kötü fiiller işlemeye sevk eder. İnsan şeytanları, cin şeytanlarından daha tehlikeli ve öldürücüdür. Çünkü cin şeytanları, Allah’a sığınılınca gizlenir. İnsî şeytanlar ise kolay pes etmez ve onu devamlı çirkin şeylere teşvik eder.

Was this helpful?
4
2
SORU: Vesvesenin ilk uğradığı yer kalptir diye okudum. Bu doğru mu?

CEVAP: Nefis ve şeytan, verdikleri vesveselerle insan ruhunu, hak yolundaki ilerlemesinden alıkoymak isterler. İnsanın akıl ve fikrini çelip, azim ve iradesini kırarak onu iyi amellerden vazgeçirmek, fani zevk ve kaprislere düşürerek de sefilleştirmek isterler. Vesvesenin ilk musallat olduğu yer kalbdir. O, burada diğer azalara kalb vasıtasıyla yayılır. Onun içindir ki, vesvesenin ilk tesiri kalbde hissedilir. Tabii ki bu tesir, kabul veya ret şekillerinden biri halinde tecelli eder. Eğer gelen vesveseler kalbde kabul görmezse, hayalde edep dışı tasvirler mahiyetine bürünürler. Hayal dünyası bu tasvirlerle meşgul olan insan, bir müddet sonra hiç farkında olmadan kalbini de onlarla meşgul eder. Şeytanın istediği de budur. Zira o, varmak istediği hedefe bu yolla birkaç adım daha yaklaşmış olur.

Was this helpful?
2
4
SORU: Vesvese nedir?

CEVAP: Vesvese, gizli sese denir. Halk arasında meşhur olan manasıyla vesvese, kalpde meydana gelen şüphe, tereddüt, vehim, kuruntu, nefis ve şeytanın meydana getirdiği faydasız hatıra ve görüntülere verilen bir isimdir. Hem nefsin hem de şeytanın vesvesesi, Kur’an-ı Kerim’de ayrı ayrı anlatılır: “And olsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliyoruz ve biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16) ayeti, nefsin vesvesesine işaret ederken; “Şeytan Adem’e vesvese verdi.” (A’raf, 7/20; Tâha, 20/120) manasına gelen birçok ayet de şeytanın vesvesesini haber veriyor. “Nefsin vesvesesi” tabiri, bir insanın, kendi kendine söylediği ve gönlünden geçirdiği gizli duygular, kararlar, vehimler, hatıralardır. Nefisten gelen vesvese, şeytanınkine kıyasla daha gizlidir. Bu gizlilik, bir yönden onu kuvvetlendirir. Belki de, “Senin en büyük düşmanın nefsindir diyen Allah Rasulü (sas), işte bu hususa işaret buyurmuşlardır. Kaynak: .” Keşfu’l-Hafa, c. 1, s. 143

Was this helpful?
4
3
SORU: “Abdestim oldu mu?”, “Acaba günaha girdim mi?”, “Ya unuttuysam?” gibi şüphelere düşüyorum. Çok kez tekrar abdest alıyorum. Ne yapmalıyım?

CEVAP: “Abdestim oldu mu?”, “Acaba günaha girdim mi?”, “Ya unuttuysam?” gibi şüphelere düşüyorsanız dini konularda bilgi eksikliğiniz olabilir ya da yanlış bir bilgiye sahip olabilirsiniz. Bu sıkıntılarınızın tek çözümü doğruları öğrenmekten geçer.Dini bilgiler küçük yaştan itibaren sevdirilerek, korkutulmadan ve özümlenerek öğretilirse; kişi ibadetlerini yaparken huzur içinde olmaktadır. Eğer dini hayat hakkındaki bilgiler eksikse ve sevgiden çok korku ağırlıklı verilmişse kişi dini hayatı yaşamaya başladıktan sonra bilgisini artırma çabasına girişmektedir. Daha önce eksik ibadetleri olduğunu düşünerek suçluluk duygusuna kapılan birey herkesten bir şeyler öğrenme çabasına girişmektedir. Bu çaba içinde eğer dini bilgi almaya çalıştığı kişiler bu konuda ehil değillerse veya kulaktan dolma ve doğru olmayan bilgiler ön plana çıkıyorsa bireye faydadan ziyade zarar vermektedirler. “Abdest ve namazımı yanlış ve eksik mi yaptım acaba?” şeklinde gelen vesveselere de aldırış etmemek gerekir. Böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama devamlı oluyorsa, mesela bir insan, abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşüyorsa, hiç vesveseye meydan vermeden o uzvunu yıkadığını kabul ederek namaza durmalıdır. Ve yine namazı kaç rekat kıldığı mevzuunda vesveseye mübtela ise namazının tamam olduğu kanaatiyle hareket etmelidir.

Was this helpful?
4
4
SORU: Lokman hekim’in öğüdü neydi?

CEVAP: “Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azim ve kararlılık gerektiren ağır işlerdendir.” (Lokman, 31/17) Kur’ân-ı Kerim’in, Lokman Hekim’in dilinden peşipeşine zikrettiği önemli dört husus var: Namaz kılma, iyiliği emretme, kötülüğü nehyetme ve başa geleceklere sabır. Namaz bütün ibadetlerin pîri ve İslamiyetin de orta direğidir. Emr-u bi’l-maruf/ iyiliği emretmek de dinin esasındandır. Bir mümin şahsi sorumluluğunu aşarak toplumdaki yanlışlıkları düzeltme yoluna girince, başına bir sürü gâilelerin geleceği kaçınılmazdır. Ne kadar yılların kazandırdığı alışkanlıkları terk etme durumunda kalan veya menfaati zedelenen kişi ve zihniyet varsa, hepsi ona karşı çıkacak ve onu baskı altına alacaklardır. İşte böyle bir durumda mümin bütün bunlara karşı direnip, çizgisini koruma mecburiyetindedir. Tarihe bu gözle bakıldığında bunun çok örneklerini görmek mümkündür. Başta Efendimiz (sas), büyük mücadelesinde tek başına katıldığı halde dahi önünü kesen hiçbir şey karşısında asla sarsılmamış, sabır ve metanetle yoluna devam etmiştir. Demek ki Müslümanlığı hakiki manada yaşama ve başkalarına telkinin bahis mevzuu olduğu her yerde sabır da söz konusu. Bir başka ayet bu hususu daha net bir biçimde vurgular: “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin.” (Bakara, 2/45) Yani her çeşidiyle sabır ve her şekliyle namaza sığınarak yolunuza devam ediniz. Aslında günde beş defa, kırk rekat namaza devam ve sebat dahi iyi bir sabır örneği. Bu büyük ibadet, Allah karşısında saygıyla kalbi ürperenlerin dışındakilere çok zor ve ağır olsa gerek. Ayetin devamında ilginç bir ikaz vardır: “Gerçi bu zor bir iştir ama içi saygıyla ürperenlere değil.” ayeti de bunu dile getirmektedir. Ayrıca burada, hem namazın hem de emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker’in (kötülüğe engellemek) diğer ümmetler için de söz konusu olduğu vurgulanmakta ve bu aynı zamanda bir mümine hitap üslubu içinde sunulmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Lokman, daha önce oğlunu “Oğulcağızım, sakın Allah’a eş-ortak koşma; bilmelisin ki şirk büyük bir zulümdür.” diyerek onu münkeratın en büyüğü ve çirkininden vazgeçirdikten sonra, burada da ona İslam esaslarının en büyük rüknü ve cihadın hemen her zaman, herkes için geçerli bir boyutu olan emr-i bi’lmaruf ve nehyi ani’l-münker’i hatırlatarak daha işin başında şer’î müvazenenin ehemmiyetini vurguluyor. “Başına gelen şeylere sabret, bunlar azim ve kararlılık gerektiren ağır işlerdendir.” fermanına gelince, bu hem müstakil bir sorumluluk hem de önceki iki vazifeden ötürü başa gelmesi mukadder hadiselere karşı bir teyakkuz manasına gelmektedir.

Was this helpful?
2
3
SORU: Vehn ( dünya sevgisi ) ne demektir? Sakıncaları nelerdir?

CEVAP: Rasûlü Ekrem (sas) sahih bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “İleride, ehl-i kitap ve diğer milletler, tıpkı aç kimsenin sofranın başına koştuğu gibi sizin üzerinize üşüşeceklerdir; üşüşüp ağzınızdaki lokmaları almak isteyeceklerdir.” Sahabi sorar: “O gün bizim azlığımızdan mı böyle olacak Ya Rasûlallah?” Allah Rasûlü (sas), “Hayır; bilakis siz o gün fevkalâde çok olacaksınız; ama Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı olan mehabeti çıkaracak; (yani hasımlarınız nazarında saygısız hâle gelecek, emniyet telkin edemeyecek ve ağırlığınızı hissettiremeyeceksiniz. Aynı zamanda Allah sizin kalbinize ‘vehn’ koyacak.” buyurur. Sahabi yine sorar: “Vehn nedir ya Resûlallah?” Efendimiz (sas); “Vehn, dünya sevgisi, dünyayı birinci plânda ele alma ve ölümden ürkmektir.” (Ebu Davud, Melâhim, 5; Müsned, 2/359; 5/278) buyururlar. Evet bir toplum, dünyayı, nefislerine bakan yanlarıyla maksudun bizzat olarak ele alır, kalbiyle, ruhuyla ona yönelir; Allah’ın rızasını da bir tarafa bırakırsa, yani dünya ve onun içindekilerini Allah’a tercih ederse o “Lâ ilâhe illallah” dese de, kalbî ve rûhî istikametinin var olduğu söylenemez. Burada Allah Rasûlü (sas), “Allah (cc) kalbinize ‘vehn’ koyacak, siz de o zaman hasımlarınız karşısında yenileceksiniz.” derken, bir başka hadis-i şerifte de, kalblerdeki mehabetin alınması adına “Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l münker” in yapılmaması; kitap, haşir-neşir akidesinin anlatılmaması gibi önemli bir ihmale dikkatleri çeker. Öyleyse, gayet imanlı, olabildiğine maddî-mânevî açıdan güçlü, dünyayı nefsine bakan yönüyle hakir görecek kadar basiretli, vehne gönlünde yer vermeyecek ölçüde tevekküllü, düşmanları karşısında tepeden tırnağa heybet ve heyecan dolu bir neslin yetiştirilmesi bizim için en büyük gaye olmalıdır.

Was this helpful?
4
3
SORU: Çocuğum ergenlik çağında. Bağımsız hareket etmek istiyor. Dinde sınırsız özgürlük var mı? Onu sorumluluklarına nasıl alıştırabilirim?

CEVAP: Sağlıklı bir ergenlik döneminin sonunda bir genç, anne-babasından duygusal olarak bağımsız hale gelir. Küçükken başı her sıkıştığında size ağlayarak koşan çocuk, artık kendi problemleriyle baş etmeyi öğrenmiştir. Kendi hakkında karar verebilir, kendi yaşam felsefesini oluşturur. Bunların gerçekleştirilmesi için gence aşamalı olarak kendi sorumluluklarını teslim etmek gerekir. Lise çağına gelmiş bir ergenin, başarının da başarısızlığında kendi sorumluluğunda olduğunun bilincinde olması beklenir. Başarısız olan öğrenciler arasında yapılan bir araştırmada, bu tip öğrencilerin başarısızlıklarını çevresel faktörlere yükledikleri görülmüştür. Mesela, çocuk sınavda düşük not almasını, öğretmenin ona takmış olmasına bağlamakta ya da haksızlığa uğradığını düşünmektedir. Bu durumda öğrencinin velisi, çocuğunun inancı doğrultusunda hareket edip öğretmeniyle tartışırsa, onun sorumluluk almasına büyük bir sekte vurmuş olur. Gençlik çağı bağımsızlık çağıdır. Gençler evden kopar ve çevresine yönelir. Gençler için evde oturmak onlara işkence gibidir. Spora ilgi artar. Sporda kazanılan başarı gencin kendine olan güvenini artırır. Toplu yapılan sporlar, gencin yaşıtlarıyla kaynaşmasını sağlar. Ana-babadan kopma eğilimiyle gençte oluşan boşluk arkadaşlarla doldurulur. Kendine sırdaş ve dert ortağı arar, argo konuşur. Arkadaş grubundan ayrı düşmekten korkar. Evde arkadaşlarının eleştirilmesine kızar. Böyle durumda destekleyici olmalı tenkitten kaçınılmalıdır. İslam peygamberi daima yumuşak davranmayı öğütler. Katı kalp çocuğunuzu kendinizden uzaklaştır. Onun için dua etmeli ve sıkmayacak şekilde kontrollü olmalısınız. Kaynak: Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu, Gençlik Çağı

Was this helpful?
3
1
SORU: Kitap okuma çocuğa ne kazandırır?

CEVAP: Çocuğunuzla günün yoğun temposu ve TV sebebiyle yeteri kadar sohbet etme imkânı bulamıyor olabilirsiniz. Kitap okuma sayesinde onunla 10-15 dakikalık özel bir iletişim kurma imkânınız olur. Kitap okuma, çocuğunuzun kelime haznesini artırır, dil gelişimini sağlar.

Was this helpful?
2
1
SORU: En hayırlı amel nedir?

CEVAP: Allah Rasulü’ne (sas) soruldu: Allah’ın en çok sevdiği ameller hangileridir? Efendimiz (sas) cevap verdi: Az dahi olsa devamlı olan amel.

Was this helpful?
4
3
SORU: Uhrevi şefaat deyince ne anlamalıyız?

CEVAP: Ehl-i sünnet inancında şefaat haktır. Cahiliyye müşriklerinde şefaate inanırlardı. Allah’a ortak koştuklarının şefaate yetkili olduğunu kabul ederlerdi. Gerek ayetler, gerekse hadisler bu şekil şefaati red ederek fayda vermeyeceğini bildirmişlerdir. Allah katında kendisine şefaat izni verilenlerin durumu ve yetkileri, ödül törenlerinde ödülleri vermek üzere kürsüye çağrılan şeref konuklarınınkine benzemektedir. Ödülün kime verileceğini bilen ve belirleyen onlar değildir. Ancak bu merasimi tertipleyenlere göre onlar, şerefli, saygıya layık, büyük kimseler olduklarından kendilerine böyle bir imtiyaz verilmiştir. Allah katında şefaatlerine izin verilecek olanlar da Allah’a yakın ve sevgili kullar olacaktır. (Kur’an Yolu Tefsiri) Bu sevgi kulların en üstünü ve faziletçi de kuşkusuz Muhammed Mustafa (sas). Şefaat bir kimsenin bağışlanması için onun adına af dileme, maddî ve manevî bir imkanı elde etmesi için yetkili nezdinde aracılık yapmaktır. Veya günahkar bir müminin affedilmesi veya yüksek derecelere ulaşması için Allah nezdinde mertebesi yüksek olan birinin ona dua etmesi anlamına gelir. Şefaati yanlış anlamak bazen insanları dinî ve ahlâkî görevlerini ya da gevşekliği sürüklediği de görülür. Şefaate güvenerek günahta ısrarcı ve tevbede ihmalkar davranmak yanlış bir yoldur. Ayet-i kerimede (Mûddesir, 74/48) “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” buyrularak, namaz kılmayan veya Peygamber’e tabi olmayan, yoksulu yedirmeyen, günahkarlarla günaha dalan ve ceza gününü asılsız sayanların şefaatten istifade edemeyeceği belirtilerek şefaatin sahih bir imana ve Allah’ın izni ile olabileceği haber verilmiştir. Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste, “Kıyamet gününde benim ümmetimden birçok kimseler gelip sol tarafa sevk olunduklarında; – Ya Rab, bunlar benim ashabımdır merhamet et, derim. – Bunların senden sonra neler işlediklerini sen bilmezsin. – Onlar kendilerinden ayrıldığın günden itibaren arkalarına dönerek intidatlarına devam etmişlerdir, buyrularak; “Rahman nezdinde söz ve izni olandan başka hiç kimsenin şefaate gücü yetmeyecektir. (Meryem Sûresi 19/87) Kıyamet gününde Peygamberimiz’e hitaben; “Ya Muhammed! Başını kaldır secdeden. İşte istediğin sana verilecek. Şefaat et. Şefaatin kabul edilecek.” buyrulacak. Ben de başımı secdeden kaldıracağım ve; Ya Rabbi ümmetimi bana bağışla. Ya Rabbi ümmetimi kurtar. Ya Rabbi ümmetimi bağışla diye yalvaracağım. Yine Buhari rivayetinde: “Kimsenin zorlaması olmadan kendiliğinden ve içinden gelerek iman eden kimselere şefaat edeceğini söylemektedir. Resulullah’ın şefaatini elde edebilmek için onun belirttiği özelliğe sahip olmaya çalışmalıdır. Efendimiz kendisine ümmeti için şefaat yetkisi verildiği için defalarca şükür secdesi yaptığını Ebu Davud’un niyet ettiği hadisten öğreniyoruz. Mümin olana gerekir ki, Resulullah’ı iyi tanımalı, sevdalar üstü sevda ile sevgi beslemeli, O’nun nasihatlerini dinlemeli ki dünya ve ahireti mamur olsun. Dünya ve ukbamızı nurlandırmak istiyorsak Nebi’nin irşadına teslim olmalıyız.

Was this helpful?
4
3
SORU: Salavatın müstehap olduğu zamanlar var mıdır?

CEVAP: Cuma günü ile cuma gecesi, cumartesi, pazar ve perşembe günleri. Sabah-akşam, mescide girerken, çıkarken. Peygamberimiz’in kabrini ziyaret ederken. Safa ile Merve’de. Cuma hutbesiyle sair hutbelerde, müezzine icabet ettikten hemen sonra. Kamet getirilirken duanın başında, ortasında ve sonunda. Bir yere toplanırken ve dağılırken, kulak çınlarken, bir şey unutulduğu vakit. Vaaz ve ilim tedrisine, hadis okumaya başlarken. Her hoca ve talebenin, hatibin, kız isteyenin, evlenenin, evlendirenin salâvat getirmesi müstehabdır. Mühim işin başında, zikir zamanında, Peygamber’imizin isminin işitildiği zaman yahut ismi yazıldığı zaman. Abdest alırken, aksırdıktan sonra. Kaynak: İbn-i Abidin, 2/323

Was this helpful?
2
1
SORU: Kur’anda Hz. Peygambere salavat anlatılmış mıdır?

CEVAP: Kur’an-ı Kerim’de, “Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selam verin.” (Ahzab, 36/56) buyurulur. Salât; tebrik, tezkiye, saygı, dua, istiğfar ve rahmet gibi mânâlara gelir. Ayette bahsedilen Allah’ın salât etmesi; O’nun Efendimiz (sas)’e rahmet etmesini, meleklerin salâtı onların, Allah Rasulü için istiğfar etmelerini ve bizim salâtımız da O’nun için dua etmemizi ifade etmektedir. Ayet-i kerime, Peygamberimiz’e salât ve selamla hürmetlerimizi sunmanın, mümin olmanın bir gereği olduğunu ifade eder. “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammed: Allâh’ım! Efendimiz Hz. Muhammed’e salât ü selam et!” demek hiç de zor olmayan bir bağlılık göstergesidir. Bu bağlılık aynı zamanda O’ndan kendimiz için şefâat talebinde bulunmaktır. O’na getirdiğimiz her salât ü selam, “Ahirette bize de şefaat et, biz de Senin ümmetinin bir ferdiyiz.” mânâsına gelir. Allah Rasulü’ne salâvat getirmenin ehemmiyetini ifade eden başka hadisler de vardır: “Yeryüzündeki Allah’ın seyyah melekleri ümmetimin salât ü selamını bana anında ulaştırırlar.” (Nesai, Sehv 46) “Kıyamet günü insanların bana en yakını bana en çok salâvat okuyandır.” (Tirmizi, Salât 357) “Kim bana bir salâvat okursa Allah da ona on rahmet ve ikramda bulunur.” (Nesai, Sehv 55) “En cimri insan, yanında adım anıldığı halde bana salât ü selam getirmeyendir.” (Tirmizî, Deavât, 100) Bu ve benzeri hadisler bize sık sık O’na bağlılığımızı göstermemizin önemini ifade eder. Burada unutanlar, ahirette unutulma ve yok sayılma ile cezalandırılırlar.

Was this helpful?
4
2
SORU: Hz. Muhammed’e neden salavat getiriyoruz?

CEVAP: Salavat; hürmeti, sevgiyi ve Efendimiz’e bağlılığı anlatır. Bu nedenle Allah Resulü’nün (sas) adını duyduğumuz her anda, O’nun anıldığı her vakitte salavat getirmeyi ihmal etmemeliyiz. Peygamber Efendimiz mübarek bedeniyle aramızdan ayrılmış olsa bile hâlâ ümmetinin sevinç ve kederlerinden haberdardır. Ümmeti olarak biz Müslümanlar O’nunla irtibatımızı ortaya koyarsak O’nun ahirette en zor durumda kaldığımız anlarda ‘O benim ümmetimdendi!’ referansını vermesini bekleyebiliriz. Kendisine çokça salât ü selam getirilmesini tavsiye eden Efendimiz, bunu bir hadisiyle de şöyle ifade eder: “Şayet içinizden biri bana salavat getirirse onun selamını almak üzere Allah ruhumu bana iade eder, ben de onun selamını alırım.” Bu hadisten hareketle şunu söyleyebiliriz ki, O’na salât ü selam getirmekle biz de manen dirilişe geçiyoruz. Peygamberimiz (sas)’in ifadelerine göre cuma, günlerin en hayırlısıdır. Çünkü insanlığın atası Hz. Adem o gün yaratılmıştır. Yeryüzünde hayat o gün başladığı gibi, yine aynı gün dünyanın ömrü bitecek ve kıyamet kopacaktır. İçindeki duaların kabul edildiği bir vaktin bulunduğu cuma, müminler için özel bir gündür. Bu bilgileri ashabına veren Efendimiz, cuma günü kendisine çokça salât ü selam getirilmesini ister. Zira o gün salât ve selamlar melekler vasıtasıyla O’na ulaştırılmaktadır. Allah Rasulü bunu söyleyince sahabeye biraz garip gelir. Ve merakla sorarlar, “Sizin bedeniniz o gün çürümüş olacak. Getirdiğimiz salât ü selamlar size nasıl ulaşacak ey Allah’ın Rasulü?” Bu vesileyle Efendimiz’in, ashabına bir hakikati de öğrettiği cevabı şu şekilde olur: “Allah, peygamberlerin cesetlerini çürütmeyi yeryüzüne haram kılmıştır.” Esasen Kâinatın İftihar Tablosu, bunu söylerken, anlayanlar ve farkında olanlar için mesafenin önemli olmadığını gösteriyordu. Demek ki, O (sas) bizim gönderdiğimiz salât ü selam ve diğer hediyelerden haberdar oluyor. Kaynak:Ebu Davud, Salat 207, Ebu Davud, Menâsik 96

Was this helpful?
2
2
SORU: Hz. Muhammed’in fiziksel özellikleri nelerdir?

CEVAP: Hz. Ali (r.a) O’nu şöyle anlatır:Efendimiz (sas)’in boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu; O, orta boyluydu. Saçları kıvırcık da değil, uzun düz de değildi. O’nun saçları kıvırcıkla düz arası idi. Yüzü yuvarlak, teni duru beyaz, gözleri iri ve siyah, kirpikleri uzundu. Allah Resulü iri kemikli ve geniş omuzluydu. Göğsünün ortasından karnına kadar kıl yoktu. İki avucu ve tabanları dolgundu. Yürürken sanki yokuş iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağında veya solundaki birine baktığında bütün vücuduyla ona dönerdi. İki omzu arasında peygamber oluşunun nişanesi olan bir mühür vardı. O, gönül bakımından insanların en cömerdi, konuşmasında insanların en doğru sözlüsüydü. Tanıyanlar için en yumuşak huylu ve en arkadaş canlısı olan insan oydu. Allah Resulü’nü ansızın gören O’nun heybeti karşısında ürperirdi; fakat Efendimiz’i tanıyarak birlikte olan ise, O’nu her şeyden çok severdi. O’nu görüp de anlatan herkes: “Ne O’ndan önce ne de O’ndan sonra Allah Resulü (sas)’nün benzerini görmedim.” derdi.

Was this helpful?
3
3
SORU: Hz. Peygamberin günlük yaşantısı nasıldı?

CEVAP: Resulullah, evini süpürür, hayvana ot verir, deveyi bağlardı. Koyunun sütünü sağardı. Söküğünü diker, çamaşırını yamardı. Hizmetçisi ile birlikte yerdi. Hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca, ona yardım ederdi. Pazardan öteberi alıp eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, önce selam verirdi. Bunlarla musafaha etmek için, mübarek elini önce uzatırdı. Köleyi, efendiyi, beyi, siyahı ve beyazı bir tutardı. Her kim olursa olsun, çağırılan yere giderdi. Önüne konulan şeyi, az olsa da, hafif, aşağı görmezdi. Güzel huylu idi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Üzüntülü görünürdü. Fakat, çatık kaşlı değildi. Heybetliydi. Yani saygı ve korku hâsıl ederdi. Fakat, kaba değildi. Nazik idi. Cömert idi. Fakat, israf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi. Herkese acırdı. Mübarek başı hep önüne eğikti. Kimseden bir şey beklemezdi.

Was this helpful?
2
2
SORU: Azim ve çalışkanlık örneği Hz. Muhammed(SAS)

CEVAP: Resûlullah Efendimiz’in, geçmişteki ve gelecekteki günahlarının, Allahü Teâlâ tarafından bağışlandığı, kendisine müjdelenmişti. (Fetih, 2) Böyle olduğu halde Peygamberimiz, bir gün, ‘Sizden, ameli kendisini kurtarabilecek hiçbir kimse yoktur!’ buyurmuştu. ‘Yâ Resûlallah, Seni de mi amelin kurtaramaz?’ diye sordular. O, ‘Evet, Beni de amelim kurtaramaz! Ancak, Rabb’im Allahü Teâlâ Beni, tarafından bir mağfiret ve rahmetle kuşatır ve korur!’ diye cevap verdiler. (Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 2/235) Resûlullah Efendimiz, bir sefer esnasında ashâbına, bir koyun kesip pişirmelerini söylemişti. Ashaptan birisi, ‘Yâ Resûlullah, onun boğazlanması benim üzerime olsun.’ dedi. Başka birisi, ‘Yâ Resûlullah, onun yüzülmesi de benim üzerime olsun.’ dedi. Bir başkası, ‘Yâ Resûlullah, pişirilmesi de benim üzerime olsun.’ dedi. Resûlullah (sas) Efendimiz de, ‘Odun toplamak da benim üzerime olsun.’ buyurdu. Sahâbîler, ‘Yâ Resûlullah, biz senin işini de görmeye yeteriz (senin çalışmana gerek yok).’ dediler. Peygamber- i Zîşân Efendimiz, ‘Sizin, benim işimi de görmeye yeteceğinizi biliyorum. Fakat ben, size karşı imtiyazlı bir vaziyette bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah kulunu, ashâbı arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz!’ buyurdu. Kaynak: Kastalanî, Mevâhibü’l-Ledünniyye, 1/385

Was this helpful?
3
2
SORU: Hz. Peygamberin şefkatinden örnekler verir misiniz?

CEVAP: Amr. b. Said, Hz. Enes’ten şöyle rivayet etmektedir: “Çocuklara karşı Resulullah (sas)’den daha müşfik davranan kimse görmedim.” Enes (ra) şöyle anlatmaktadır: “Ben namazı Resulullah (sas) kadar kısa ve düzgün kılan hiçbir imamın arkasında namaz kılmadım. Bebek ağlaması duyduğunda, namazı, bebeğin annesi sıkılabilir diye kısa tutardı.” Peygamber Efendimiz (sas) iman eden herkese şefkatli olmalarını, çevreleriyle iyi geçinmelerini ve iyi davranışlarda bulunmalarını öğütlüyordu. Bu arada İslam’ı tebliğ ettiği zaman zarfında kendisine hakaret eden, canına kasteden, kötü davrananlara da aynı karşılığı vermiyor ve onlara merhamet gösteriyordu. İhtiyacı olan, darda kalan insanlara yardım ediyordu. Efendimiz’e (sas) yapmadıkları işkenceler kalmamıştı. O, yoldan geçecek diye yoluna dikenler koyanlar, taş yağmuruna tutanlar olduğu gibi üzerine hayvan işkembesi atarak hakaret edenler de yok değildi. Hicret öncesinde hayatına kastedenler, suikast planları yapanlar, zehirleme teşebbüsünde bulunanlar olmuştu. Ama Resulullah (sas) onlara merhametten başka bir hisle yaklaşmamıştı. Kocaların eşlerine iyi muamele etmesinin yanında insanların yanlarında çalıştırdıkları hizmetçilerine de nazik davranmalarını, onları besleyip, giydirip iyi muamele edilmesini istemişti. Bir gün Abbad b. Şurahbil adlı aç bir adam bir bahçeye girmişti. Birkaç hurma yedi ve bir miktar da elbisesine koydu. Bahçenin sahibi onu yakalayıp dövüp, elbiselerini soydu. Fakir adam bahçe sahibiyle birlikte Resulullah (sas)’in yanına geldiğinde, Efendimiz (sas) bahçe sahibine dönerek, “O cahildi, sen ona öğretmeliydin; o açtı, sen onu doyurmalıydın.” dedi. Ve bahçe sahibi adamın elbiselerini iade etti. Ayrıca ona kendi ambarından buğday verdi.

Was this helpful?
4
1
SORU: Hz. Muhammed’in peygamber olduğuna inanmalı mıyım?

CEVAP: O Kutlu Asr’a gidin! Hiçbir pedagoji eğitimi görmeyen, hiç bir askerî mektep bitirmeyen, hiçbir içtimâî mektepten çıkış almayan; teleskop ve mikroskopla hiç bir tanışıklığı bulunmayan, hele hele okuma-yazması olmayan O Zât (sas)’ın, her sahada nasıl bir uzman gibi şaşmaz, eskimez, pörsümez, canlı ve ölmez sözler söylediğini, inkılâplar yaptığını, her sahada bir rehber ve mütehassıs gibi emniyet ve rahatlık içinde konuşup hareket ettiğine bakın!. Daha da önemlisi, bütün bu ihtisas isteyen işleri yaparken sermaye olarak sadece 23 sene gibi kısa bir zaman dilimini kullandığını, hayatının hemen tamamını çile ve ızdırap içinde, muharebe meydanlarında, cemiyetinin meseleleriyle haşir-neşir olarak ve ailelerini de en mükemmel şekilde idare etmeyi ihmâl etmeyerek, en mükemmel ve en son Din’in hem de asırlar sürecek prensiplerini vaz’ ederek, cihana hükmedecek bir sistem kurup yerleştirirken evet böylesi ağır şartlar altında nasıl olmuş da her sahada hakîmâne söz söyleyebilmiş!.. Şimdi, zaman, imkân, huzurlu ve güvenli bir çalışma atmosferi gibi şartlar isteyen pek çok meselede bir insanın: En yüksek ve en güzel ahlâkı temsîl etmesi, Her türlü güzel ahlâkın zirvesinde bulunması, Yüksek ahlâkın bütününe, hiç birbirini nakzetmeden ve zıddının sahasına girmeden sahib olması, Güzel bir ahlâkla arz-ı endâm ederken diğerlerini unutmaması, ihmâl etmemesi ve başka biriyle karıştırmaması, o insanın doğruluğuna ve peygamberliğine delâlet etmez mi?

Was this helpful?
1
3
SORU: Korkudan karşısında titreyen kimseye İslam Peygamberi ne cevap vermiştir?

CEVAP: Bir gün bir adam, Resûl-i zîşân (sas) Efendimiz’in huzuruna gelince, onun mehâbetinden (mânevî heybetinden) titremeğe başlamıştı. Peygamberimiz ona, ‘Kendine gel! Ben bir hükümdar değilim. Ben ancak, Kureyş kabilesinden kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum.’ buyurmuştu. Kaynak: İbn-i Mâce, 2/1100-1101

Was this helpful?
5
4
SORU: İslam peygamberi zayıf ve fakir insanlara nasıl davranırdı?

CEVAP: Abdullah bin Mes’ûd (ra)’dan: ‘Peygamberimiz (sas) bir gün, Kâbe Mescidi’nde otururlarken, yanlarına zayıf ve fakir olan ashâbından; Habbab bin Erett, Suheyb bin Sinan, Bilâl bin Rebah, Ammar bin Yâsir, Ebû Fukeyhe, Âmir bin Füheyre (ra) gibi Müslümanlar da gelip oturmuşlardı. O sırada müşriklerin ileri gelenlerinden bir topluluk uğramış; Resûlüllah Efendimiz’in onlarla konuştuğunu görünce müşrikler birbirlerine, ‘İşte gördüğünüz gibi, onun oturup kalktığı kimseler bunlardır! Bunlar, oturulup konuşulacak kimseler mi sanki?! Allâh’ın, aramızdan kendilerine hidâyet ve ihsanda bulunduğu kimseler bunlar ha?!’ diyerek konuştular. Sonra da, Resûlüllah Efendimiz’e hitâben: “Yâ Muhammed, sen kavminden vazgeçtin de, bunlara mı râzı oldun? Allâh’ın, aramızdan kendilerine hidâyet ve ihsanda bulunduğu kimseler bunlar mı?! Biz bunların arkasından mı gideceğiz?! Sen onları yanından kov! Eğer onları kovarsan, belki sana tâbi oluruz; senin başında toplanır, senin meclisinde bulunuruz. Biz geldiğimiz zaman, onlar hemen yanımızdan uzaklaşsınlar! Biz dağıldığımız zaman, istersen onlarla oturabilirsin.” dediler. Bütün bunlara rağmen, Fahr-i Kâinat (sas) Efendimiz, onların hakir gördüğü fakir ve yoksullarla birlikte oturdu, onlarla beraber olmaya devam etti. Köleler, arpa ekmeğine bile dâvet etseler, dâvetlerine icâbet ederdi. Efendimiz, dullar, yetimler, zayıf ve yoksullarla birlikte yürümekten, onların ihtiyaç ve dileklerini yerine getirmekten utanıp sıkılmazlardı.

Was this helpful?
4
3
SORU: Mevlid kandilinin önemi nedir? Bu güne özel neler yapılabilir?

CEVAP: Bir Kutlu Doğum Haftası insana ne anlatır? Cemaatle kılınan namazlar, kulak verilen sohbetler ve belki de bir mevlid dinlemek midir bugünleri değerlendirmek? Televizyonda izlenen bir mevlid programıyla üzerimize düşen vazifelerden kurtulur muyuz? İnsanları dinleme moduna getirebilmek bile büyük emek ister. Hâlbuki insan dinlediğinin ötesinde düşünmeli, düşündüklerini de uygulayabilmelidir. Yıllardır kandiller, ramazanlar, bayramlar kutluyoruz. Belki de yüzlerce kez güzel sözlere kulak verdik, kulaklarımızı aşina ettik. Ama geriye dönüp bakın bir hele; ne kadar yol almışız. Kalbimiz titremiyor, Allah’ın adı anıldığında içimizde bir şeylerin değişmesini istiyoruz, aklımız söylüyor; ama kalbimiz hissetmiyor. Peygamber’imiz (sas) diyoruz; ama O’na sevginin nasıl gösterileceğini bilmiyoruz. İnandıklarımız, hayatımıza neden şekil vermiyor? Uygulamaya geçmeyen onlarca şeyin içinde umutsuzluk girdabında boğulup gidecek miyiz? Hayır! Hak yola yeniden girme, Hakk’a yönelme adına işe tövbeyle başlamalı, Yüce Yaradan’la yeniden muvafakata varmalı. İnsan eski alışkanlıklarından kurtulma adına kendini muhasebeye çekmeli. Sonra kalbin çırası, ruhun gıdası olan tefekkür yoluna çıkılmalı. Çünkü tefekkür, hadiselerden ibret almaktır. İnsan, dünyanın debdebesinden Allah’a sığınmalı. İman, ibadet ve ihsan ruhunun asıl vatanı olan kalbe yönelmeli ve “Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dininle sabitleyip perçinle!” demeliyiz. Allah’ın arzu etmediği şeylere maruz kalacağımız endişesi taşımalıyız. Ama bunun yanında Allah’ın lütuf ve ihsanlarının da yanımızda olacağı ümidini hiç yitirmemeliyiz. Haram ve helallere karşı hassas olmalıyız. Hayat ve davranışlarımız gerekli, lüzumlu şeylere; yani Allah’a, Peygamber’e kilitlenmiş, gereksiz fâni ve zâil şeylere ise gerektiği kadar yer ayrılmış olmalı. Biz, Allah’ın emirlerini yerine getirip yaşama ve O’na kulluk sorumluluklarını temsil etmenin yanında gerçekten bir “kul” olduğumuzu göstermeliyiz. Bu sayılanları yapmak için insanın epey bir mesafe alması gerekmez mi? Evet! Bunlar için hayatımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Önceliklerimiz neler, onları yazmalı; sonra bunların karşısına Yüce Yaratıcı’yı ve O’nun Resulü’nü koymalıyız. Hangi taraf daha ağırlıklı, hangi taraf daha dolgun bir bakalım! İnsan bilmediğinin düşmanıdır. İnsan bilmediğine uzaktır, soğuktur. Biz, bize Allah (cc)’ın sözlerini getiren o yüce Nebi’yi tanımaktan, O’nu hissetmekten belki de anlamaktan uzağız. Hayatımız hep ertelemeler, geçiştirmelerle dolu. Halbuki bir Kutlu Doğum Haftası’nı hissedebilmeli, yaşamalı, kalben duyabilmeliyiz. Belki de en önemlisi Efendimiz (sas)’i bugünlerde evine davet edebilecek cesareti gösterebilmekten geçiyor. Alemlere rahmet olarak gönderilmiş o insan bu hafta evlerimizi ziyaret ediyor olsaydı, evimizde ne gibi değişiklikler yapar, hangi tavır ve davranışları hayata geçiştirmeye çalışırdık? Büyük bir iş yapmak mı istiyorsunuz? Önce küçük bir adım atın. Her şeyi değiştirmeye kalkmayın. Önce kendi ruh dünyanızı restore edin. Bunun ardından evinizin de, eşinizin de, çocuklarınızın da değişeceğini göreceksiniz.

Was this helpful?
2
2
SORU: “Her şey aslına çeker” sözünden ne anlamalıyız?

CEVAP: Aslını, gerçek niyetini saklayan insanların ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Siz aslınızı kaybetmeyin. Aslınızın gereğini yerine getirin. Aslını saklayan insanlardan da uzak durun.

Was this helpful?
3
3
SORU: “Üniversite mezunuyum. Evlendiğimde bir kurumda çalışıyordum. Çocuklarıma daha iyi bakabilmek için işimden istifa ettim. Aradan beş sene geçti. Bu sürede ev işlerinde ustalaştım, inancımda dindarlaştım. Fakat geçen zaman içerisinde eşimin benden yana birtakım şikayetleri oluşmaya başladı. Ona göre ben kendine özenmeyen, kendini ihmal eden, bakımsız bir kadın olmuşum. Çünkü çalıştığım günlerde çok bakımlıymışım. Dindar bir kadın nasıl bakımlı olabilir? Ben artık kuaföre gitmiyorum, eskiden yaptırdığım el-ayak bakımlarını yaptırmıyorum. Her gün değişik elbise giymemi gerektiren durum yok. Eskiden bunlara mecburen dikkat ediyordum, çünkü çalışıyordum. Şimdi evdeyim, gerektiği zaman giyiniyorum, süsleniyorum. Ama bu, eşim için yeterli olmuyor. Burada dinen bir hatam var mı?”

CEVAP: Ev hanımlarının genelinde yanlış bir tutum bulunmaktadır. Evde kalmanın getirdiği serbestlik, gün içinde hanımlarımızı plansız rahatlığa ve gevşekliğe itmektedir. Bununla birlikte ev işleri gereğinden fazla gözde büyütülüp değer verildiğinden ev hanımların bütün zamanını kapsayan uğraşı haline gelirken kendilerine ve eşlerine yönelik görevler, ihtiyaçlar ikinci planda kalır. Zamanla hanımlar kendilerini ev işlerine o kadar kaptırırlar ki farkında olmadan bu titizlik hastalığına dönüşür. Çünkü ev işlerini hayatın aslî göreviymiş gibi algılama hatasına düşülmüştür. Bu arada aslî görevlerin bazılarına (kadının yükümlülüklerine) zaman kalmaz olduğundan onlar unutulup silinirken eşler arasında tartışmalar da baş göstermeye başlar. Bir yanda emeğinin takdir ve taltifini bekleyen yorgun-derbeder bir hanım, bir yanda karısını seyretmeyi ve kendisiyle baş başa söyleşmeyi özleyen, ihmâl edilmişliğin ezikliğini yaşayan bir bey…. Sanki aralarına dağlar girmiş gibidir. Aslında aralarına ucu-sonu gelmeyen, evle uğraşı tutkusu girmiştir. Durumu daha zorlaştırmamaları ve aile saadetlerinin bozulmaması için hanımların kendilerini bu tutkudan kurtararak kadın olmanın aslî görevlerini âcilen gözden geçirmeleri gerekmektedir. Bilindiği gibi bedenlerimiz Yüce Allah’ın bize dünya hayatımızı sürdürebilmemiz için verdiği bir emânettir. Bedenlerimize bakmak; tepeden tırnağa temizliğini yapmak, öğün atlamadan ölçülü gıdalandırmak, dinlendirmek, gezdirmek, beğeniyle giydirmek, süslemek, sağlığını ve yaşama isteğini devam ettirmek için gerekli tedbirleri almak kadın ve erkek için bedenî görevlerdir. Bedenlerimiz ne kadar temiz, sağlıklı, bakımlı ve güzel giyimli olursa, yaşama karşı istemimiz yükseleceğinden insanî ilişkilerde de başarımız artacaktır. Bu nedenle kendilerine bakan sevgili eşler birbirlerinin varlığından son derece mesut, dayanışmalarından ve ortaklıklarından o derece memnun ve duacı olurlar. Dindar olmak, insanın bedenine bakmasını engellemez, bilakis teşvik eder. Çünkü İslâm dini temizliğin her çeşidini sever ve yerine göre tavsiye eder, yerine göre şart koşar. Beden bakımı ihmâl edilmiş kişiler, ilişkide olduğu insanlara bakımsızlıklarıyla mânen sıkıntı vererek huzur kaçırırlar, ilişkilerini zorlaştırarak çevrelerindekilere zulüm ederler. Çünkü ağzı, teri, saçı, elbisesi kokan bir kimsenin yanında bir dakika bile durmak insana azaptır. Özellikle aile içinde bu hususa çok dikkat etmek gerekmektedir. Hanımların vücut temizliklerinden başka giyimlerine de özen göstererek eşleri için; değişik değişik giyinmeyi, güzelleşmeyi, bakımlı olmayı kendilerine âdet haline getirmeleri gerekmektedir. Bu şekildeki davranış kadınsılığın ortaya çıkmasına ve erkeğin eşine bağlanmasına vesile olacaktır. Temizliğin ve güzel görünümün aile saadetini ne kadar etkilediği akıldan çıkarılmadığı müddetçe eşlerin birbirlerine olan sevgisi ve ilgisinin daimî olacağı kuşkusuzdur. Hz. Peygamberimiz’in konuyla ilgili olarak; “Temizlik imanın yarısıdır (Müslim, “Tahâret” 1), “Allah temizdir, temizliği sever” (Tirmizî, “Edeb” 41), “Allah güzeldir, güzelliği sever” (Müslim, “Îmân”, 147) hadislerinin kadın erkek hepimizin hayatına ışık tutmalı ve anlamlarıyla örtüşen bir şekilde yaşam sürdürebilmek gayemiz olmalıdır. Kaynak: Müslim, “Tahâret” 1, Tirmizî, “Edeb” 41, Müslim, “Îmân”, 147

Was this helpful?
4
1
SORU: Evleneceğim kişi için İstihare yapmak istiyorum. İstihare nasıl yaparım ve çıkan sonuca nasıl güveneceğim?

CEVAP: İstihare, yatarken iki rekat namazdan sonra yapılan duadan ibarettir. Şayet namaz mümkün olmuyorsa sadece dua ile yetinmekle de istihare yapılmış olunabilir. Namazla yapılan istiharede, önce iki rekat namaz kılınır. Bu namazın birinci rekatında fatihadan sonra (kâfirun), ikinci rekatında da yine fatihadan sonra (ihlâs) sûresi okunur. Namazdan sonra eller açılıp Rabb’e karşı dua edilir. -Ya Rab, bu iş, hakkımda hayırlı ise bana nasip eyle, işaret göster. Değilse benden uzaklaştır, beni muhafaza eyle.. diye yalvarılarak yatağa girilir, abdestli olarak uykuya dalınır. Görülen rüyada yeşil ve beyaz bulunursa hayra, siyah ve kırmızı bulunursa şerre işaret telakki edilir. Yahut da kalbde hasıl olan meyile göre hareket edilebilir. İstihare namazı (mendup) olan bir namazdır. Sonucu ise bağlayıcı değildir. – Ayrıca istihare, doğru ya da eğriliği bilinmeyen konularda yapılır. Bilinen konularda değil. Biri birine denk olmadığı bilinen iki gencin evlendirilmesi için istihareye başvurulmaz. Çünkü denk olmayanları evlendirmenin yanlışlığı bilinmektedir. Buna rağmen istihare yapılır da evlensin işareti çıkarılıp evlendirilirse, çıkan geçimsizlikten istihare değil, bunu yanlış yerde yapanlar sorumlu olur.

Was this helpful?
4
2
SORU: Ne zamana kadar tövbe edilebilir?

CEVAP: Peygamberimiz, bir insanın canı boğazına gelmedikçe tövbesinin kabul olacağını söyler, yeter ki şartlarını uygun tam bir tövbe etmiş olsun. Kişi ölüm meleğiyle karşılaşacağı ana kadar tövbe edebilir. Burada unutulmaması gereken husus ölüm meleğiyle ne zaman karşılaşacağımızın belli olmamasıdır. Her an ölüm kapımızdaysa bizim de ölümle başlayan buluşmaya hazır olmamız lazımdır. İnsanda en az misafir olması gereken şey günahtır. Günahı sağlam bir tövbeyle hemen uğurlamamız veya daha yerinde bir ifadeyle def etmemiz gerekiyor. Tövbe edecek insana şeytan ve onun içimizdeki işbirlikçisi nefis musallat olur. Şeytan insana günahını itiraf ettirmek istemez. Çünkü itirafta büyük bir güç vardır ve tövbenin ilk adımı da suçu itiraftır. Hz. Adem yaptığı yanlışlığı kabul edince tövbe edebilmiş, şeytan yaptığında bir yanlışlık olduğunu itiraf edemeyince kaybedenlerden olmuştur.

Was this helpful?
5
2
SORU: Nasıl tövbe etmeliyim?

CEVAP: Tövbede asıl olan kişinin yaptığı hatadan dolayı içinde bir burkuntu ve pişmanlık duymasıdır. Bizim dinimizde insanın tövbe etmesi için birisine danışması, belli ritüelleri yapması, bir yere para vermesi gibi şartlar yoktur. Kusurunu anlayan insan yukarıda da anlatıldığı gibi işlemiş olduğu günahtan dolayı pişmanlık duyar, bir daha ona dönmemek için kesin karar verir, kul hakkı varsa bunu yerine iletir ve Allah’tan af diler. Bunun yanında kişi, günlük hayatında bilerek veya bilmeyerek yapması muhtemel yanlışlıklardan dolayı sık sık istiğfar etmelidir. Bunun için Allah Rasulü’nden rivayet edilen, “Estağfirullahe’llezî lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l- kayyûme ve etûbü ileyh: Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan, Hayy ve Kayyûm olan Allah’tan af diler, O’na tövbe ederim” cümlesi ve seyyidü’l-istiğfar duası okunabilir. Seyyidü’l-istiğfar duası şu şekildedir: “Allahümme ente rabbî lâ İlâhe illâ ente, halektenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tu. Eûzü bike min şerri mâ sana’tü, ebûü leke bi ni’metike aleyye ve ebûü leke bi zenbî, fağfirlî, fe innehû lâ yağfiruz- zünûbe illa ente: Allah’ım, Sen, benim Rabbimsin; Senden başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın; ben, Senin kulunum ve gücüm yettiğince Sana olan ahdime ve vaadime bağlıyım. İşlediğim kötülüklerin şerrinden Sana sığınırım. Üzerimdeki nimetlerini itiraf eder; günahlarımı da ikrar ederim. Beni bağışla. Zira günahları bağışlayan ancak Sensin.”

Was this helpful?
4
3
SORU: Büyük ve küçük günahlar nelerdir? Bunları yapmaktan nasıl kurtulabilirim?

CEVAP: Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, insan öldürmek, yetim malını yemek, zina yapmak, savaşta arkadaşlarını bırakıp savaş alanından kaçmak, namuslu insanlara zina iftirasında bulunmak, anne babaya isyan etmek.. gibi bazı davranışlar büyük günah sayılmıştır. Tabii büyük günah deyince akla hemen küçük günah geliyor. Büyük günahları saymak mümkünken, küçük günahları saymak imkansızdır. Çünkü hangisine baksak öyle pek de küçük görünmüyorlar. En kolay yoldan büyük günahların dışındakilere küçük günahlar diyebiliriz. Allah Rasulü (sas) büyük günahları saymış, Hz. Ömer de “Tövbe edildiği, büyük olduğu bilindiği müddetçe büyük günah yoktur. Israr edilirse de küçük günah olmaz, bunlar büyür.” demiştir. Çünkü bir insan günaha düştüğünü bilirse tövbeye koşar ve günahından hemen sıyrılır. Bu söz, tövbe istiğfar edildikten sonra büyük günahların affedildiği anlamına gelir. Aynı şekilde küçük kabul edilen günahlar dikkat edilmeksizin ısrarla işlenmeye devam edilirse onlar artık küçük günah olmayacak, büyük günahlar sırasına geçecektir. Keçiyi uçurumdan yuvarlayan bir parça ottur. Az daha, az daha derken uçuruma gider. İnsanlar günaha girmekle bir deformasyon yaşarlar. Günahtan sonra kendini yenileme ve bir iç onarıma tövbe diyoruz. Tövbe aynı zamanda günah duygusu, nefis ve şeytanla hesaplaşmayı ifade eder. Nefsin, hayatı sorumsuzca sevk ve idâresine karşı, benlik ve iradenin, yüce dağlar gibi, günahın karşısına dikilip ona geçit vermemesidir tövbe. Tövbe kulun, yaptığı yanlışın farkına vararak bu yanlıştan dönmesi, bozulan manevi hayatını yeniden düzene sokmasıdır. İnsanın nefsi ve günah duygusuyla mücadelesinde tövbe önemli bir yer işgal eder.

Was this helpful?
3
3
SORU: Günah nedir?

CEVAP: Günah, kişinin inandıkları ile yaptıklarının çelişmesi ve çatışmasıdır. Mesela bir insan Allah’a ve O’nun gönderdiği peygamber ve kitapların doğru olduğuna inandığı halde Kur’an ve hadislerde anlatılan hususların aksini yaparsa günah işlemiş olur. Kur’an’da çok net olarak içkiye yaklaşılmaması emredilir. Bir insan Kur’an’ın bu açık ve net yasağını yaparsa günahkar olur. Günaha bir başka tarifle, Allah’ın emirlerini yapmama ve yasakladığı şeyleri yapma da diyebiliriz. İnsanı, Allah yaratmıştır. Bundan dolayı, onun bütün tavırlarının sınırlarını en iyi koyacak olan da yine O’dur. O’nun bizden yapmamızı istedikleri ile yapmamamızı istedikleri hususları dikkatli bir şekilde gözden geçirince bunların çok yerinde şeyler olduğu görülür. İşte, bu asıl yaratılışın dışına çıkmak olan günah, bir iç çöküntü, bir terslik ve fıtratla zıtlaşmadır. Günaha giren, kendini, vicdânî azaplara ve kalbî sıkıntılara bırakmış, bütün rûhî meleke ve kabiliyetlerini şeytana teslim etmiş bir kimsedir. Bir de o günahı işlemeye devam ederse, bütün bütün ipi elden kaçırır ve artık onun ne iradesi, ne günaha karşı direnci, ne de kendini yenilemeye mecâli kalır. Allah Rasulü (sas), müminleri günaha karşı uyarmış, Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat etmelerini istemiştir. Günahlara dikkat çeken bazı ayet ve hadisler, bir kısım günahların diğerlerine nazaran daha büyük olduğunu bildirmiştir. Kur’an’da “Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı örtüp affederiz ve sizi değerli bir mevkiye yerleştiririz.” (Nisa, 4/31) buyurulurken Peygamberimiz de bazı hadis-i şeriflerde büyük günahları saymıştır. Büyük günah ifadesi âyet ve hadislerde “kebâir” kelimesiyle kullanılmış, büyük günahları anlatan “El-kebâir” adı altında değişik kitaplar yazılmıştır.

Was this helpful?
3
3
SORU: Tövbe nedir?

CEVAP: Tövbe, kulun, yaptığı yanlışlıkların farkına vararak bundan dönmesi, bozulan manevi hayatını yeniden düzene sokmasıdır. Tövbenin işareti kişinin kalbindeki pişmanlık duygusudur.

Was this helpful?
5
3
SORU: İslam’a göre kayınvalideme iyi davranmak zorunda mıyım?

CEVAP: İslam’a göre aile kutsal bir kurumdur. Bu kurumu oluşturan eşler nasıl birbirlerine saygı sevgi çerçevesinde davranmalıysa, aile büyüklerine de öyle davranmalıdırlar. Bu hem kulluk hem de insanlık görevidir. Bu konuda gelinlere tavsiyemiz şunlardır: Kayınvalidenizi anneniz gibi görün. Annenizle tartıştıktan sonra nasıl onun gönlünü alıyorsanız, kayınvalidenize de öyle davranın. Onun olumsuz söz ve davranışlarını görmemeye, iyiliklerini ise övmeye çalışın. Onun güzel davranışlarını eşinize, çevrenize anlatın. Kendinizin de bir gün kayınvalide olacağınızı unutmayın. Aradaki nesil farkını düşünerek anlaşmazlıkları hoşgörüyle savuşturmaya çalışın. Kayınvalidenizin bayramlarda, kandillerde, özel günlerde ziyaret ederek veya arayarak gönlünü alın. Kocanızın, anne ve babasını sık sık görmesinden rahatsız olmayın. Düşünün ki, siz de annenizi görmenizden mutlu olursunuz. Anlaşmazlıkların büyüdüğü zamanlarda sakinleşmek için beraber olduğunuz odadan ayrılın, daha sonra onun gönlünü alın. Kayınvalidelerinizin evinizde bir bereket vesilesi olduğunu kesinlikle aklınızdan çıkarmayın. Kayınvalidenizin bir çocuk gibi şefkat beklediğini de unutmayın.

Was this helpful?
5
2
SORU: Müslümanın en büyük hedefi ne olmalıdır?

CEVAP: İmanımızı nefsimiz ve şeytanın hilelerine kaptırmadan muhafaza etmek en büyük hedefimiz olmalı. Bunu yapabilmek irademizi asıl irade sahibinin yolunda kullanmaktan geçer.

Was this helpful?
5
2
SORU: Hz. Peygamberin arkadaşları olan sahabiler de sıradan insan değiller mi, neden üstün kabul ediliyor?

CEVAP: Çünkü sahabiler kimse inanmazken ve Müslümanlar azınlıkken dahi her türlü zorluğa göğüs germiş, bu uğurda mallarını, canlarını, evlatlarını dahi feda edebilmiş insanlardır. Hz. Ebu Bekir, Peygamberler hariç, insanların en üstünüdür. Müslümanlıktan önce de, Allahü teâlânın lütfu ile, putlara tapmadı. Miraç’ta yaşananların da gösterdiği gibi o Sıddikiyet Makamı’nın güneşidir. Bundan sonra, insanların en üstünü Hz. Ömer’dir. Sonra, hayâ, iman ve irfan kaynağı Hz. Osman bin Afvan’dır. Bundan sonra, Allahın arslanı, ilmin kapısı Hz. Ali’dir. Onlardan sonra insanların en üstünleri Aşere-i Mübeşşere, yani Cennet ile müjdelenen on kişi, sonra, Bedir gazasındaki 313 kişidir. Sonra Uhud gazasındaki 700 kişinin hepsi, daha sonra da Biatü-r-Rıdvan, yani ağaç altında, zor zamanda Efendimiz’e (sas) söz veren 1400 kişi üstündür. Ondan sonra da diğer sahabeler (r.anhüm) gelmektedir.

Was this helpful?
6
2
SORU: Cennet’le müjdelenen 10 kutlu sahabi: Aşere-i Mübeşşere hakkında bilgi verir misiniz?

CEVAP: Aşere-i Mübeşşere, hayatlarında iken Hz. Peygamber (sas) tarafından Cennet’le müjdelenen ashabın ileri gelenlerinden on kişi için kullanılan bir tabirdir. Bu büyük sahabilerin hepsi İslâm devletinin müşriklere karşı giriştiği ilk büyük hareket olan Bedir gazvesinde bulundukları gibi, Hz. Peygamber’e, O’nu ve İslâm’ı sonuna kadar koruyacaklarına dair Rıdvan Biatı’nda söz vermişlerdir. İslâm akidesi için Allah yolunda en yakın akrabalarına karşı çarpışmaktan geri durmamışlardır. Hadis âlimlerinden bazıları eserlerine bu on sahabinin rivayet ettikleri hadîslerle başlamışlardır. Ayrıca sırf Aşere-i Mübeşşere’nin hayatlarını konu alan müstakil eserler kaleme alınmıştır. Bunların faziletleri ve Resulullah tarafından Cennet’le müjdelendikleri sahih hadis kaynak ve mecmualarında sabittir. Aşere-i Mübeşşere şu sahabilerdir: Hz. Ebû Bekr (ö. 634), Hz. Ömer (ö. 643), Hz. Osman (ö. 655). Hz. Ali (ö. 660), Hz. Abdurrahman b. Avf (ö. 652), Hz. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh (ö. 639), Hz. Talha b. Ubeydullah (ö. 656), Hz. Zubeyr b. Avvam (ö. 656), Hz. Sa’d b. Ebi Vakkâs (ö. 674), Hz. Said b. Zeyd (ö. 671). Radiyallahü anhüm ecmain.

Was this helpful?
4
2
SORU: Tövbenin herhangi bir şartı var mıdır?

CEVAP: İnsanın işlediği bütün günahlardan tövbe etmesi gerekir. Bir günaha hakkıyla tövbe edilebilmesi için bazı şartlar vardır. Yapılacak tövbenin günahın cinsinden olması elzemdir. Mesela, insanların kafasına yanlış fikirler sokan birisinin “Pişmanım, affet Allah’ım” demesinin pek bir anlamı yoktur. Böyle bir kişi kafalara soktuğu şüpheleri giderme adına yapabileceği bütün şeyleri yapmalıdır. Yine yaptığı bir gıybetle iki insanın arasını açan kişinin tövbesinin işe yaraması yaptığı hatayı gidermesiyle doğrudan ilgilidir. 1. İşlenen günahı bütünüyle terk etmemiz zaruridir. 2. Yapılan günaha kalpten pişman olmadan tövbe olmaz. 3. Aynı günahı yeniden yapmamaya, aynı hatayı bir daha işlememeye kesin karar vermemiz ve ona göre davranmamız lazımdır. 4. Eğer, işlenen günah Allah haklarına ait değil de kul hakkını ilgilendiriyorsa hakkı geçen kimseden helallik alınması ve zayi edilen hakkın tazmin edilmesi tövbe için olmazsa olmazlardandır. 5. Hata ve inhiraflarla ruhta meydana gelen boşlukları ibadet ü tâatle doldurmalı ve hayatımızda maneviyat adına boşluk bırakmamalıyız.

Was this helpful?
5
3
SORU: Ölmeyi istemek günah mı?

CEVAP: Allah’ım! Yaşamam benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat. Ölüm benim için hayırlı olduğu zaman da beni vefat ettir, diye dua etmek gerekir. Sürekli ölümü istemek caiz değildir.

Was this helpful?
6
3
SORU: Tövbe edersem kabul olur mu?

CEVAP: İsrailoğulları içinde bir genç vardı. Yirmi sene Allah’a ibadet ettikten sonra, ibadetten vazgeçti, yirmi sene de isyan içinde oldu. Sonra bir gün aynaya baktı. Saçlarında beyazlık gördü. Bu manzara ona bir ikaz oldu. Allah’a şöyle yalvardı: – Ya İlahî! Sana yirmi sene itaat ettim. Sonra dönüp yirmi sene de isyan ettim. Acaba şimdi tevbe edip dönüş yaparsam, yine beni kabul eder misin? Kendisine şöyle seslenildi: “Bizi sevdin, biz de seni sevdik. Bizi terk ettin, biz de seni terk ettik. Bize isyan ettin, sana mühlet verdik. Eğer tekrar bize dönersen, yine seni kabul ederiz. Kaynak: İmam-ı Gazali, İhya

Was this helpful?
5
3
SORU: İnsanoğlu neye ihtiyaç duyar?

CEVAP: İnsan, Cenâb-ı Allah’a her zaman muhtaçtır. O’nun nimetlerine muhtaç olmasından daha çok inâyet (yardım, ihsan) ve riayetine (koruyup gözetmesine) muhtaçtır. Hava, su ve yiyecek gibi şeylere muhtaç olan insanoğlunun bu maddî nimetlerden daha fazla kalb ve ruh istikametinde beslenmeye ihtiyacı vardır. Ve samimi bir kul, Rabbinden sürekli kalb ve ruh istikameti istemelidir.

Was this helpful?
4
2
SORU: Zühd nedir?

CEVAP: Zühd; âdî şeyler yiyip, basit elbiseler giymekten daha ziyade, Hak rızasına göre programlanmış ve boş emellere kapalı kalabilmiş bir kalbin amelidir.

Was this helpful?
5
2
SORU: Nasıl olsa Müslümanım, kurtulur muyum?

CEVAP: Bir kulun “Nasıl olsa çizgiyi bir kere tutturdum…” düşüncesi ve tavrı içine girmesi, sanki bir yerden sonra Allah Teâlâ’ya ihtiyacı yokmuş manasına gelir. Bu tavır hiçbir zaman içine düşülmemesi gereken bir yanlışlıktır ve neticesi de inancın bozulmasına yol açar. Oysa her şey, her zaman O’na (cc) muhtaçtır. İnsan, senelerce ibadet ve tâat yapsa da bunlar onun ruhunda istikamet sağlayıcı bir hale bürünmeyebilir. Her şeye rağmen ona düşen yine her söz, tavır ve davranışıyla Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, O’ndan ihlas ve istikâmet istemektir.

Was this helpful?
5
1
SORU: Gelinime nasıl davranmalıyım?

CEVAP: Gelininizi kızınız gibi görün ve kendinizin de bir zamanlar gelin olduğunuzu, yaşadığınız sıkıntıları hatırlayın. Gelininize hatalarını, eksiklerini onu kırmadan söylemeye gayret edin. Güzel yönlerini ise çocuğunuza ve çevrenize anlatın. Gelininizin yaptığı her şeye müdahale etmemeye çalışın, bazen sizin istediklerinizi yapmasa da onu hoşgörün. Kızınızın sizinle görüşmesinden nasıl mutlu oluyorsanız, gelininizin de akrabalarıyla görüşmesinden rahatsız olmayın. Gelininizin evinizde çocuğunuzun ve sizin hizmetinizi gördüğünü düşünerek, onun size Allah’ın bir nimeti olduğunu hatırlayın. Siz, gelininizle ne kadar mutlu olursanız, çocuğunuzun da yuvasının o kadar huzurlu ve bereketli bir yuva olacağını aklınızdan çıkarmayın. .

Was this helpful?
4
2
SORU: Neden merhamet edeyim ki?

CEVAP: Rahman olan Allah merhametli olanlara merhamet eder. Yerdekilere merhamet edin ki, semanın sakinleri de size merhamet etsin hadisini rehber edinerek Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeli ve merhamet üzere davranmalıyız. Kaynak: Ebu Davut, Edeb 60; Tirmizi, Hudud 1

Was this helpful?
4
2
SORU: Allah’ı daha fazla nasıl severim?

CEVAP: Allah’a (cc) ulaşmak isteyenler, yürüdükleri yolda sık sık ekstra lütuf ve ihsanlarla karşılaşırlar. Ehl-i tasavvufa göre Allah tarafından özel bir irşat ve aydınlatma anlamına gelen bu tür ihsanlara mevhibe ya da varidat adı verilir. Mevhibe, hak yolcusunun her şeyi doğru görüp, doğru değerlendirmesi için Allah’ın isim ve sıfat nurlarının kalpte tecelli etmesidir. Bu tecellilere mazhar olanlar iki kısma ayrılırlar: Birinciler peygamberlerdir. Onlara gelen varidatın Allah’tan olduğunda şüphe yoktur. Şeytan karışamaz. Bu nedenle bağlayıcıdır. İkiciler nebilerin dışındaki tüm insanlardır. Peygamberler gibi bir teminata sahip olmadıklarından, onlara gelen mevhibe ve varidat bağlayıcı değildir. İtibar edilmesi için Kur’an ve Sünnet’e uygun olması gerekir. Bundan dolayı ilhamlarından bahseden ve Allah’ın kendisine lütfettiği şeyleri söyleyerek insanları kendisine çağıran kişilere dikkat etmek gerekir. Bunların yaşantıları sünnete uygun mudur? İnsanları çağırdıkları şey Hz. Peygamberin sünneti ve o sünnete uygun şeyler midir? Eğer Kur’an ve sünnete uygun yaşıyor ve insanlara da Kur’an ve sünnete uymayı tavsiye ediyorlarsa problem yoktur. Aksi takdirde uyanık olmak gerekir. Zira insanlar Kur’an ve sünnete ters şeyleri saygı duyduğu kişiler söylediği için yapmakla mesuliyetten kurutulamazlar. Akıl ve iradeleri ile yürüyecekleri yolu doğru seçmek durumundadırlar. Çevresindeki insanları Kur’an ve Sünnet’e ulaştıran rehberlerin sözünü dinlemek, onların tecrübelerinden yararlanmak akıllıca bir iştir. Ancak yol bilen rehberlere teslimiyet akıllı ve şuurlu olursa güzeldir. Akıllı ve şuurlu teslimiyet rehber ya da mürşidin yolu bildiğinden ve yanıltacak bir kişi olmadığından emin oluncaya kadar araştırmak ve sonra tabi olmakla mümkündür. Nasıl ki, görsün diye insana iki adet göz verilmiştir. Aynen onun gibi Kur’an ve Sünnet de doğruyu eğriden, tam olanı noksandan ayırmak için iki göz gibidir. Dünyadayken bu iki gözü hakkınca kullanmayanlar ahirette kör olarak diriltilirler.

Was this helpful?
7
2
SORU: Evlilik düşünüyorum ama korkularım var? İslam’ın evliliğe bakışı nasıldır?

CEVAP: Kadın ve erkek birbirleri için yaratılmıştır ve evlilik de hayatın gereğidir. Evlenmek isteyen kişiler evlenebilecekleri kişiyi bulduklarında, evlenmeye imkânları da olduğunda, onlar için evliliğin zamanı gelmiştir. Elbette evlenmeden önce eşlerin; aile içinde kadın ve erkeğin haklarını, birbirlerine karşı görevlerinin neler olduğunu öğrenmeleri, danışma yapmaları, dengeli, huzurlu, sevgi dolu bir yuva için gereklidir. Bilgilenmeden evlenilmiş olması durumunda eşler telaşlanmadan gerekli bilgileri edinmelidirler. Önemli olan iyi niyet ile evlilik beraberliğini isteyerek, merhamet ve sevgiyi terk etmeden, aileyi üzebilecek hatalardan uzak durabilmektir. Çünkü Yüce Allah, evlenen eşler arasında sevgi ve merhameti, kudretinin alâmeti olarak yaratacağını vaat etmektedir (Rûm Sûresi, 30/21). İslâm dininin aile içinde eşleri yükümlü kıldığı görevleri ve sahip oldukları hakları baz alıp günümüz hayat şartlarını da göz önünde tutarak yeni evlilere şu tavsiyelerde bulunabiliriz: Siz Allah’ın huzurunda, dostlarınızın şahitliğinde birbirinizi eş olarak seçip kabul ettiğinizi ilan ettiğiniz dakikadan itibaren artık birbiriniz için varsınız. Birlikte yaşayacak, bir mekânda uyuyacak, bir sofradan yiyeceksiniz. Hayatın zorluklarını ve güzelliklerini beraber göğüsleyeceksiniz. Bunun için birbirinizi sevinirken ve üzülürken de yalnız bırakmayın. Sevinçler paylaşılınca büyür, üzüntüler paylaşılınca küçülür. Unutmayınız; evlilik bir boyaya batmak, hayat tezgâhında ilmek ilmek dokunmaktır. Hayat yolunuz açık ve ferah olsun. Sevgili eşler; birbirinizi çok sevin, birbirinize çok değer verin. Sizi birbirinize yazan Yüce Allah’a şükredin, kulluk görevlerinizi yerine getirirken sevginizin daima artıcı ve coşkulu olmasına duacı olun. Hayat, sevgili eşlerle yaşamaya değerdir. Çünkü o sevgili eşler cennetteki mekânlarını dünyada beraberce imâr ederler. Siz birbirinizi daima sevgi ile dinleyin, sevgi ile düşündüklerinizi söyleyin. Doğruyu nezâketle seslendirin, ama yanlışlıkları merhametle silin. Ay yüzlerinizin ışığını hiddet, öfke ve kibrin karanlığı ile söndürmeyin. Sevgili eşler, işlerinizden yorulduğunuzda dinlenmeyi ve dinlendirmeyi ihmâl etmeyin. Eşinizle beraber olup el ele, kol kola, letâfetle gezin, dolaşın, âlemi seyredin, Allah’ın yaratıp insanın emrine sunduğu dünya canlılarının dengesinde ve eşsiz güzelliğinde huzur bulun. Size bakanlar evliliği sizde sevsin, özensin. Birbirinize hayatın her döneminde ve anında artan ilgi ve hoşgörü ile bağlanın. Bağlılığınızı kuvvetlendirmek ve arttırmak için dünya nîmetleriyle birbirinizi taltif ederek hediyeleşin. Bazen bir çiçek, bir teşekkür, bazen anlamlı birkaç kelime ile yapılmış taç misâli cümleler, bazen de şefkatli bir okşayış sevginize sevgi katar, aile bağlarınızı kuvvetlendirir. Siz birbirinizle yetinebilmenin ve helâl geçinmenin yollarını öğrenin, gerektiğinde sorun, danışın, gözünüzü sakın dışarıya çevirmeyin. Unutmayın neye ihtiyacınız varsa, siz buna kendi aranızda birlikteliğinizle sahipsiniz. Siz bugün gençsiniz. Ama yarınların anne ve babalarındansınız. Kendinizi buna sevgi ve merakla hazırlayın. Unutmayın ki, hayatın gerçek anlamına çocuklarla ulaşılır, onlarla yaşanır. Herkes dünyada bir eser, bir iz bırakmak ister. Sizin en güzel eseriniz, dünya ve âhiretiniz için arkaya bıraktınız güzel ahlâklı çocuklarınızdır. En doğru eşlerle, güzel yuvaların kurulup sevgi ve başarıyla yaşatılarak manevî lütuflara kavuşulması temennisiyle.

Was this helpful?
7
2
SORU: Sürekli huzursuzum. Nasıl mutlu olabilirim?

CEVAP: İnsan için huzur su ve hava gibidir. Huzuru ve mutluluğu bireylerin ve toplumun elde etmesi ise erdemli yaşama yolundan geçer. İnsan bedeni hava ve su olmadan nasıl yaşayamazsa insan maneviyatı da erdemli davranışlar olmaksızın yaşayamaz. İslam’a göre erdem yani üstün ve güzel ahlâk sahibi olmak, Yüceler Yücesi Allah için yaşamak ve yaşatmakla mümkündür. Allah Resulü Peygamber Efendimiz’in gönderiliş amacı da buna işaret etmektedir. Ahlaki erdemleri ve bunların olgunluğunu dolayısıyla gerçek huzuru ve mutluluğu elde edebilmeyi Peygamber Efendimiz günahları özellikle büyük günahları terk etmeye bağlamaktadır. İşte bunlara işareten Efendimiz (sas) şöyle der: “Allah dostları ancak namazlarını kılanlar, Ramazan orucunu tutanlar, hesap edip malının zekatını verenler, Allah’ın nehyettiği büyük günahlardan kaçınanlardır. Bu sırada bir kişi soru sordu: Ey Allah’ın Resulü büyük günahlar nelerdir? Allah peygamberi şöyle cevap verdi: Onlar dokuz tanedir: Allah’a şirk koşmak, haksız yere bir mümini öldürmek, sihir yapmak, vatan savunması sırasında cepheden kaçmak, yetim malı yemek, faiz yemek, namuslu kadınlara iftira etmek, ana-babaya isyan etmek, kıbleniz kabenin sınırları içinde bir cana kıymak ona karşı hürmetsizlik etmek. Kim bu büyük günahlardan uzak kalır namazını kılar, zekatını verir ve bu haldeyken ölürse nebilerle beraber cennete öyle bir kapıdan girer ki, kapısının kanatları altındandır.” (Hakim, İman 59) Peygamber Efendimiz (sas) değerli sözlerinde insanın insaniyetine yakışmayan insanı değersizleştiren her davranışı büyük günah olarak zikretmiştir. Şirk koşmak, zina etmek ve zulm yapmak bunlardandır. Allah Resulü (sas) bu konuda hicret tabirinin kavramını şöyle değiştirmiştir. “Muhacir, Allah’ın nehyettiği şeylerden hicret edendir.” (Buhari, İman 4) Hicret cennete doğru yapılan bir seferdir. Allah’ın yasakladıklarından yüz çeviren yüzünü Allaha dönmüş demektir. Huzur bulmak fıtrata uygun yaşamakla olabilir, hiçbir günah fıtrata uygun değildir. Kişinin işlediği büyük ya da küçük her günah ona inkâra giden kapıları açabilir. Fakat samimi tövbe bütün bu kapıları kapatabilir. Huzura giden yol günahlardan uzak tövbeyle barışık bir yaşam tarzında aranmalıdır. Nisa süresi 31’inci ayette Allah şöyle buyurur: “Kendinizi size yasaklanan büyük günahlardan korursanız yaptığınız küçük hataları bağışlar sizleri çok değerli cennetlere (ebediyyen kalmak üzere) yerleştiririz. Kaynak: Buhari

Was this helpful?
6
2
SORU: Çocuğuma kitapları nasıl sevdirebilirim?

CEVAP: Bir çocuğun ebeveyni ile ev dışında bir şeyler paylaşması oldukça önemli ve çocuk için çok özeldir. Ebeveynle bir yere gidiyor olmak “Ben değerliyim, annem-babam bana zaman ayırıyor” mesajını gönderir çocuklara. Çocukla birlikte gidilen yerlerin seçimi çok önemlidir. Buradaki püf nokta şudur; hem çocuğun zevk alacağı ve hem de ebeveynin zevk alacağı, en azından sıkılmayacağı uğraşların seçilmesi önemlidir. Çocuğun mutlu olduğu bir yerde ebeveynin sıkılması çocuğun doyuma ulaşmasını engeller. Bunun dışında tercih edilen yerler çocuğun enerjisini boşaltacağı yerler olabileceği gibi kişisel gelişimini destekleyici, çocuğa yararlı alışkanlıklar kazandıracak mekanlarda olabilir. Kitapçı, bu tarz yerlerin başında gelir. Çünkü kitap okuma alışkanlığı sadece “kitap okumak önemlidir” sözleri ile çocuğa anlatılmaz. Veya kimi zaman çocuğun yanında kitap okuyor olmak da yeterli olamayabilir. Bir paylaşım yaşanmış olacağından öncelikle ebeveyn-çocuk arası bağı kuvvetlendirmeye vesile olur. Emek sarf ederek bir kitabı elde etmek çocuktaki okuma coşkusunu artırır. Çocuğun birden fazla kitabı görmesi ve farklı okuyucu kimlikleri ile tanışması çocuğun bakış açısında kitabı önemli kılar. Ebeveynini kitap seçerken görmek çocuğun bu davranışı modellemesini kolaylaştırır. Çocukta kitap okuma alışkanlığı oluşur. Önemli olan noktalardan biri, ilk etapta çocuğun kitap seçiminde onu özgür bırakmak gerektiğidir. Bu konuda ebeveyn birtakım yönlendirmelerde bulunabilir; fakat ısrarcı davranmamalıdır. Çocuk kitapçıya mutlu girip ağlayarak çıkarsa bir dahaki sefere kitapçıya gitmekten haz almayacaktır. Çocukla birlikte ebeveynin de kitap almak üzere kitapları incelemesi gerekir. Bunun dışında eve gidince birlikte kitapları okumak, bunun takibini yapmak ta önemlidir. Ayrıca belli periyotlarla veya kitapların okunmasının hemen akabinde tekrar kitapçıya gidilmesi kitap okumayı daha çabuk bir biçimde alışkanlığa dönüştürür.

Was this helpful?
5
1
SORU: Şartlar gereği çocuklarımdan belirli bir süre ayrı kalmak zorundayım. Bu onların hakkına girmek mi oluyor?

CEVAP: Bazen iş bazen de ailevi nedenlerden dolayı çocuklardan uzak kalmak, eğer zorunlu ve kasti yapılmıyorsa bu hakka girmek değil, tam tersine onların iyiliği için gayret göstermektir. Zorunlu ayrılıklarda şu şekilde davranmak uygun olacaktır. Öncelikle çocukla konuşulmalıdır. İçinde bulunulan durumun gereği, ne kadar süre ayrı kalınacağı vs… çocuğa anlatılmalıdır.. Çocuğunuz bebeklik döneminde bile olsa onun ellerini tutmalı ve ona bütün içtenliğinizle durumu anlatmalısınız. Mesafe şayet çok uzak değilse görüşmek için bir hafta beklenmemelidir. Görüşme sıklığı artırılmalıdır. Hemen her gün telefon görüşmesi yapılmalıdır. Bebek bile olsa ebeveyn sesini çocuğuna duyurmalıdır. Çocuk kaldığı yere alışmaz diye bu görüşmeler ihmal edilmemelidir. Çok minik hediyeler veya duygu içerikli birkaç cümleden oluşan mektuplar çocuğun kaldığı yere bırakılmalı ve bazı zamanlarda “bak sana mektup geldi, hadi okuyalım veya kapının önüne postacı bir sürpriz koymuş, kim gönderdi acaba?“ denilerek çocuğa verilmesi sağlanmalıdır. Bu hediyeler özellikle çocuğun gergin olduğu düşünülen zamanlarda verilebilir. Bu davranışları her iki eş de yapmalıdır. Çocuk, evine döndüğünde veya bir araya gelindiğinde vicdanen rahatsızlık duyulup çocuğa gereksiz tavizlerde bulunulmamalıdır. Ten temasına ve duygusal paylaşımlara ağırlık verilmelidir. Ancak kimi durumlarda 5 yaşının üstünde olan bazı çocuklar tatillerde veya benzeri zamanlarda bir süreliğine akraba yanına gitmek isteyebilir. Bu durum yukarıda anlattığımız konunun dışındadır. Çünkü burada çocuğun arzusu vardır ve çocuk ihtiyaç hissettiği an evine dönebilecektir.

Was this helpful?
5
4
SORU: Anne babanın çocuğa karşı sorumluluğu nelerdir?

CEVAP: Bir anne ve baba, evladının önünde İslam’ı yaşama ve haliyle onlara örnek olma mecburiyetindedir. Eğer anne-baba İslam’ı yaşamıyorsa, namaza, oruca ehemmiyet vermiyorsa, ahlaki değerleri ayaklarının altına alıyorsa, onların söyleyecekleri sözler tesirli olmayacaktır. Evlatlarından şikayet edip dert yananlar öncelikle kendilerini iyi kontrol etmelidirler. İslam’ı yaşayabiliyorlar mı? Evlatları için iyi bir model olabiliyorlar mı? Evlatlarının sadece maddi değil manevi ihtiyaçlarını da giderebiliyorlar mı? Onların ruhi açlıklarını doyurabiliyorlar mı? Bir ağaç tımar edildiği zaman, bir canlı da bakımı-görümü yapıldığı sürece hem semere verir, hem de neslini devam ettirir. Bakılmadığı zaman ise ağaç güdükleşir, canlı da âtıl kalır.

Was this helpful?
7
3
SORU: Çocuklarımıza istediğimiz gibi davranabilir miyiz, yoksa onlar bize verilen birer emanet midir?

CEVAP: Çocuklarımız birer emanettir. Çocuklarımız, Rabbimiz’in bizlere bahşettiği birer emanettir. Emanete hiyanet etme duygu ve düşüncesi Müslüman’ın semtine bile sokulamaz. Gerçek Müslüman olma yolunda olan bir insan, emanetin üzerinde hassasiyetle durmalıdır. En az bağ ve bahçesinin bakımıyla ilgilendiği kadar, evladının kalbi, ruhu ve manevi hayatıyla da ilgilenmelidir. Özellikle ahlaksızlığın bir veba gibi hayatın her karesine yayıldığı, toplumun müstehcen yayınlarla, gençleri yutmak, baştan çıkarmak için kurt gibi ağzını açtığı günümüzde daha çok dikkatli ve hassas olmak, dizimizi dövmeden önce önlemini almak mecburiyetindeyiz. Küçük yaşlardan itibaren Allah ve Peygamber sevgisini, Kur’an’a bağlılığı, İslam’a, Allah’ın dinine sahip çıkma aşkını tertemiz kağıt gibi çocuklarımızın zihnine nakşetmeli, kalplerine bu duygu ve heyecanı yerleştirmeliyiz.

Was this helpful?
8
3
SORU: İslam’a göre çocuk yetiştirirken dikkat edilmesi gerekli hususlar nelerdir?

CEVAP: Bir fidanın yetişmesi, hayat bulması, insanlara fayda temin edip meyve vermesi, üzerinde çok titizlikle durmaya ve korumaya bağlıdır. Mesela fidana musallat olan kurtlar, böcekler, yabani ot ve dikenler temizlenmezse, vaktinde suyu verilmezse, yaz-kış bakımına dikkat edilmezse, fayda umulan ve ileride meyve beklenilen o fidanın, bir kısım yabani ot ve dikenler arasında kaybolduğu, kurtlar, böcekler tarafından paramparça edildiği görülecektir. Aynen bunun gibi evlerimizde yetiştirdiğimiz ve adeta bir fide olarak baktığımız evlatlarımızın kendisine, ailesine, toplumuna ve dinine faydalı olmasını istiyorsak, bir anne baba olarak aynı titizliği göstermek mecburiyetindeyiz. Yeni yetişecek olan bu fidanın kökünü Kur’an toprağına dikmeli, kalbini ve ruhunu ab-ı hayat olan kevser suyu ile sulamalı, İslam’ın cansızlara can getiren güneşi altında yetişmesini sağlayarak onu yalçın kayalardan, cani dikenlerden korumalıyız. Eğer bir şekilde böyle bir yere atılmış ise onun yerini değiştirmeli; onu en verimli, cennet gibi tertemiz, güllerin, menekşelerin, yaseminlerin burcu burcu koktuğu temiz toprakların bulunduğu mekanlara nakletmeliyiz.

Was this helpful?
6
3
SORU: Tasavvufu nasıl anlamalıyız?

CEVAP: Tasavvufu anlamak için şu misal yeterli olacaktır. İbn Abbas’dan (ra): Resulü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: – Sende Allah’ın sevdiği iki haslet vardır: Biri hilm, öbürü temkîn.” (Müslim) Şeyh Ebû Abdillah Dasîtânî’ye (kuddise sirruh) sordular: – Falan kimse havada uçuyor? Dedi ki: – Çaylak ve sinek de havada uçuyor. Sordular: – Falan kimse, bir lahzâda, bir şehirden diğer şehre gidiyor. Buyurdu ki: – Şeytan, bir nefeste doğudan batıya geçiyor. Bu gibi işlerin pek değeri yoktur. Asıl yapılması murâd olan odur ki, insan, halk içinde otura, alış-veriş ede, evlene, halka karışa, fakat bir nefes dahi Allah’tan gâfil olmaya.

Was this helpful?
6
2
SORU: Allah neden her insana aynı imkanı vermez?

CEVAP: Cenab-ı Hakk’ın insanlara olan fazl ve keremi, lûtf ve ihsanı, bazen o insanların liyakatlarına bakarak, bazen de liyakat gözetilmeden verilir. Allah fazlından dilediğine dilediği kadar ihsan eder. O, bazı insanlara, ekstradan çok büyük lûtuflarda da bulunur. Sahabe-i Kiram Efendilerimiz böyle bir lûtfa mazhar olmuş; yektâ bir Nebi’ye, seçkin bir ümmet olarak gelmiş ve o Nebi’nin kendilerine emanet ettiği vazifeyi bihakkın yerine getirmiş, o mazhariyete şükürlerini eda ederek yeni lûtuflara kapılar aralamışlardır.

Was this helpful?
6
1
SORU: Kur’anda bilimsel konular var mı? Örnek verir misiniz?

CEVAP: Kur’an-ı Kerim’de rüzgârların “aşılama” özelliğine ve bunun sonucunda yağmurun oluştuğuna dikkat çekilir: “Ve aşılayıcılar olarak rüzgârları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık…” (Hicr, 15/22) Ayette, yağmur oluşumundaki ilk aşamanın rüzgarlar olduğuna dikkat çekilmektedir. Oysa bu yüzyılın başlarına kadar, rüzgarla yağmurun yağması arasındaki tek ilişki rüzgarın bulutları sürüklemesi olarak biliniyordu. Modern meteorolojik bulgular ise rüzgârların yağmurun oluşumunda “aşılayıcı” rol oynadıklarını gösterdi. Rüzgârların bu aşılama özelliği şöyle gerçekleşir: Okyanusların ve denizlerin yüzeyinde, köpüklenme nedeniyle her an sayısız hava kabarcığı oluşmaktadır. Bu kabarcıklar patladıkları anda, milimetrenin 100’de biri çapındaki binlerce parçacığı havaya fırlatırlar. “Aerosol” adı verilen bu parçacıklar, rüzgarlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karışarak atmosferin üst katmanlarına taşınır. Rüzgarların bu şekilde yükseklere taşıdığı parçacıklar, burada su buharı ile temas eder. Su buharı da bu parçacıkların etrafına toplanarak yoğunlaşır ve su damlacıklarına dönüşür. Bu su damlacıkları önce bir araya gelerek bulutları oluşturur, bir süre sonra da yağmur olarak yeryüzüne iner. Görüldüğü gibi rüzgârlar, izn-i ilahi ile havada serbest halde bulunan su buharını denizlerden taşıdıkları parçacıklarla “aşılamakta” ve yağmur bulutlarının oluşumunu sağlamaktadır. Eğer rüzgarların bu özelliği olmasa, yüksek atmosferdeki su damlacıkları hiçbir zaman oluşamayacak ve yağmur diye bir şey de olmayacaktı. Burada önemli olan nokta ise, rüzgarların yağmur oluşumundaki bu kritik görevinin asırlar önce bir Kur’an ayetinde bildirilmiş olmasıdır. Hem de insanların tabiat olayları hakkında hemen hiçbir şey bilmedikleri bir devirde…

Was this helpful?
5
2
SORU: Komşu hakkıyla ilgili hadis var mı?

CEVAP: Kendisi karnını doyururken yanındaki komşusu aç olan kimse hakiki mümin değildir. Kaynak: Beyhaki, Sünenü’l-Kübra, 3/10

Was this helpful?
6
2
SORU: Buluğ çağına girmiş biri kız, diğeri oğlan iki çocuğum var. Onlar çevrelerinden gördükleri dövme modasına özendiklerinden kendilerine dövme yaptırmak istiyorlar. Kızım omzuna, oğlum da koluna çizdirecekmiş. Onları böyle düşünmek bile istemiyorum. Çünkü dövmeler eskiden beri midemi bulandırmıştır. Anlamıyorum çocuklarımı, nasıl beğeniyorlar? Bir de özene bezene, isteyerek canlarını yaktıracaklar! Büyüklerimiz dövmenin dinen haram olduğunu, dövmeyle gusül abdestinin olmayacağını söylüyorlar. Gerçekten dövme dinen haram mı? Dövmesi olan vücut için gusül abdesti olmuyor mu?

CEVAP: Allah (cc) insana özel bir önem vererek onu en güzel biçimde, azalarını son derece dengeli ve bir o kadar da âhenkli bir şekilde yaratmıştır. Güzel yaratılan insanın güzelliklerine güzellik katması için süslenmesine de izin verilmiştir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve güzel rızıkları kim haram kıldı? De ki; onlar dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde mü’minlerindir” (el-A’râf 7/32). Bir sahâbe güzel giyinme hakkında Hz. Muhammed’ (sas) sorduğunda şu cevabı aldı: “Allah güzeldir, güzelliği sever” (Müslim, “Îmân”, 147). Bu bilgilerden anlaşıldığı gibi insana güzel giyinmesi, takı-ziynet takınması, bedenini ve elbisesini süslemesi, güzelliklerini koruması, kendisini güzelleştirerek görünmesi helâl kılınmıştır. Ancak insanın yaratılışından gelen özellik ve şeklini değiştirmeyi, yani fıtratı değiştirmeyi hedef alan müdahaleleri ve tasarrufları yasaklanmıştır. “Dövme” buna örnektir. Arapçada; “veşm” denilen dövme yaptırma, yaratılışta vücutta olmayan bir şekli, motifi, resmi vücut derisine iğneyle bir tür kazıyarak, hayat boyu kalacak şekilde işlenmesi demektir. Bu izahtan da anlaşıldığı gibi dövme ile insan, vücuduna kalıcı olacak değişim müdahalesi yaparak hakkı olmayan bir tasarrufa kalkışmaktadır. Hilkatin (yaratış, yaratılış) değiştirilmesinin yasak oluşu Kur’an’da şu âyetle açıklanmıştır: “Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: ‘Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim’ demiştir. ‘Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler’ (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür” (en- Nisâ 4/118,119). Dövme yaptırma, Hz. Muhammed (sas)’in hadislerinde de yer alarak yapılması şiddetle yasaklanıp lânetlenmiştir (Buhârî, “Libâs, 85-87; Müslim, “Libâs”, 119). İslâm bilginleri de vücuda bir estetik görünüm kazandırmak için yapılan dövme ve dağlamayı Allah’ın yarattığı şekil ve surette kalıcı değişiklikler meydana getirdiği için câiz görmemişlerdir. Şâfiîlerden bir grup âlim de, dövme yapılan yerde biriken kanın necis, pis olduğunu, dövmenin ortadan kaldırılmasının vâcip olduğunu ifade eder. Kaynak: Sahihi Müslim, Sahihi Buhari

Was this helpful?
5
3
SORU: Çocuklarıma başkalarının yanında nasıl davranmalıyım?

CEVAP: Çocukları başkalarının yanında eleştirmek çok sakıncalıdır. Onların duymadıkları farz edilerek yapılan eleştiri ve şikayetler çocuk tarafından genellikle duyulmakta ve onları son derece kötü etkilemektedir. Bazı anne babaların çocuklarının önünde, onları zedeleyip rahatsız edici konuları başkalarına açık açık anlatmalarının altında ne yatmaktadır? Bunun pek çok nedeni olabilir, en önemli üç tanesi şunlar olabilir: 1. Çocukların kendileri hakkında söylenilenleri anlayacak psikolojik olgunluklarının olmadığını düşünürler. 2. Çocukların oyuna daldıkları zaman orada olup bitenin farkına varmadığını zannederler. 3. Anne babalar, bu konuşmaları yaptıkları sırada son derece bilinçsiz bir durumda ayakta uyumaktadırlar. Görünen aldatıcıdır. Kendileri hakkında söylenenleri anlamaya gelince çocukların kavrama yetenekleri beş-altı yaşlarından itibaren son derece gelişmiştir ve şimdi mutlaka “başımın derdi”, “deli olacağım” gibi sözlerin ne anlama geldiğini biliyorlardır. Aslında sorun, çocukların bu anlatılanları en azından yapay bir düzeyde de olsa, gerektiğinden fazla algılamalarıdır. Duydukları şikayetleri kelime kelime alma eğiliminde olduklarından, anne-babalarının ağzından dökülen ‘dert’, ‘akılsız’, ‘yaramaz’, ‘canavar’, ‘huysuz’, ‘durmak bilmez’ gibi tanımlardan türlü türlü anlamlar çıkaracaklardır, ama asla gerçekte ne kastettiklerini anlayamayacaklardır. Ne kadar kötü hareket ettiklerini sık sık duyan çocuklar çok geçmeden öyle olduklarına inanmaya başlayacaklar ve kendilerinden beklenen rolü benimseyebileceklerdir. Kaynak: Sivas CÜ İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi Prof.Dr.Mehmet Zeki Aydın

Was this helpful?
7
3
SORU: İslam peygamberi davranışlarında nasıldı?

CEVAP: Peygamberimizin nezaketini annemiz Hazret-i Âişe’den dinleyelim: “Hz. Peygamber kendi eliyle ne bir hizmetçiye, ne de bir kadına vurmadığı gibi -Allah yolunda savaşmaktan başka- elini sertçe herhangi bir şeye vurduğunu da görmedim.” Peygamber Efendimiz iki şey karşısında tercihte bulunacağı zaman -günah olmamak şartıyla- o iki şeyden hangisi daha kolaysa o şey daha çok hoşuna giderdi. Fakat günah olduğu zaman bütün gücü ile o şeyden uzak dururdu. “Peygamber Efendimiz kendi şahsı için kimseden öç almazdı. Ancak kendisine getirilen kimse Allah’ın yasak ettiği bir şeyi işlemişse o kimseden Allah için öç alırdı.” Peygamberimiz davetlilere ve misafirlerine karşı da nazik davranırdı. Davet edilenler arasında bazıları, kalkıp gidilmesi gerektiği halde kalkıp gitmeseler dahi Peygamberimiz onlara doğrudan gitmelerini hatırlatmaz, nazik davranarak dolaylı bir biçimde hissettirirdi.

Was this helpful?
5
2
SORU: İslam peygamberi için ilim önemli midir?

CEVAP: Hz. Peygamber (sas) ilme çok önem verirdi, onun en mühim özelliği öğretmenliğiydi. Müslümanlar bir hurma ağacının gölgesinde, bir evin kenarında ya da camide toplanarak O’nun öğrettiklerini öğreniyorlardı. Bir de daha ziyade bekâr ve kimsesizlerin barındığı yatılı bir okul vardı ki, buna Suffe Okulu (Ashab-ı Suffe) deniyordu. Bu okulun talebeleri sayı olarak 70 ile 400 arasında değişiyordu. Peygamberimiz (sas), kendisine getirilen hediyelerin, zekât ve sadakaların hemen tamamını onlara aktarırdı. Şu hâdise; Hz. Peygamber (sas)’in, talebelerine verdiği önemi göstermesi bakımından enteresandır: Fâtıma annemiz, yoksul bir hayat sürüyordu. Eliyle çektiği değirmenden yorgun düşer, su taşımaktan elleri yaralanırdı, bir gün babasından bir hizmetçi istedi. O sırada bir savaş sonunda Medine’ye ganimet malları gelmişti. Hz. Peygamber (sas), Fâtıma’nın isteğini, “Suffe talebeleri böyle yoksul yaşarken size nasıl hizmetçi verebilirim?” diyerek geri çevirdi.

Was this helpful?
3
3
SORU: Allah’ın Bedî’ sıfatını açıklar mısınız?

CEVAP: Kar, su buharının bulutlarda donarak billurlaşmış şekline denir. Kar tanelerini çıplak gözle incelediğimizde, hepsinin altıgen ve kristalimsi bir yapıda; ancak her birinin farklı şekillerde olduklarını görürüz. Her bir kar tanesindeki binlerce billur, ince bir sanatla işlenmiştir. Su molekülleri devamlı olarak altıgen çizmekte ve simetrikliği muhafaza etmektedir. Her bir tarafa uçuşan su moleküllerinden gelişigüzel kristaller ortaya çıkmamaktadır. Aksine bu kristaller intizamlı bir sanatı ortaya çıkarmaktadır. Hiç düşündünüz mü, bir kar tanesinde bile ne kadar mükemmel bir sanatın olduğunu? Evet, kar tanelerindeki bu çeşitlilik ve mükemmellik Allah’ın Bedî’ (örneksiz yaratan) sıfatının bir yansımasıdır. Öyleyse gelin birlikte şöyle dua edelim: “Allahım! Bizlere Sen’in sanatını gösterecek dikkat ve gayret ver. Bizleri düşüncesiz eyleme!” Amin.

Was this helpful?
5
1
SORU: Çok fazla zevk ve rahatıma düşkünüm. Ne yapmalıyım?

CEVAP: Pas, demirin; rutubet, duvarın; zevk ve sefaya düşkünlük de, ruhun düşmanıdır. Bugün olmasa da yarın mutlaka, onu çürütür ve mahveder. Bu yüzden rahatına düşkünlük ibadetleri yapmana engelse ya da seni günaha götürüyorsa terk etmek gerekir.

Was this helpful?
6
2
SORU: İslam’da peygamberi sevmek neden önemlidir?

CEVAP: İman, Allah’a, Peygamberimiz’e ve Allah’ın diğer peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe ve kadere tereddüt etmeden inanmak ve bunların doğru olduğunu yürekten kabul etmek demektir. Ancak imanımızın tam olması için hadislerden öğrendiğimiz bir şey daha vardır O da Allah’ı ve nübüvvet ağacının en önemli çekirdeği ve meyvesi olan, tüm peygamberlerin dahi onun şefaatine muhtaç olduğu Efendimiz’i (sas) bütün insanlardan fazla sevmemiz gerektiğidir. Efendimiz (sas) demiştir ki: “Beni annesinden, babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmeyen, tam olarak iman etmiş olmaz.” Yani o kişinin imanı olgun olmaz.

Was this helpful?
7
3
SORU: Allah kendini beğenmişleri sever mi?

CEVAP: Hz. Lokman, ismi Kur’an’da geçen mübarek zâtlardan biridir. Allah’a karşı iyi bir kul olmak için Hz. Lokman çocuğuna kulağına küpe olacak şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Ey oğulcağızım, ciğerpârem! “Sakın Allah’a eş, ortak uydurma. Çünkü Allah’a ortak koşmak çok büyük bir günah ve zulümdür. Evlâdım, yapılan iş; bir hardal tanesi kadar küçük de olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, yahut göklerin veya yerin herhangi bir noktasında bile bulunsa, mutlaka Allah onu meydana çıkarır. Allah kullarına karşı çok Latîf’tir, yani insanlara işlemiş oldukları iyiliklerin karşılığını mutlaka verir. Allah her şeyden haberdardır, O’nun ilmi her şeyi kuşatır, gizli ve açık olan her şeyi bilir. “Evladım! Namazı tam olarak ve devamlı bir şekilde kıl. İyiliği insanların arasında yaymaya çalış. Kötülüğü de önlemeye çalış. Ve başına gelen sıkıntılara sabret. Çünkü bunlar azim ve kararlılık gerektiren işlerdendir. Kibirli davranarak insanlara yüzünü dönme, yerde çalımlı çalımlı yürüme! Çünkü Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez. Yürürken ölçülü, dengeli ve böbürlenmeden yürü. Konuşurken sesini ayarla, bağırarak konuşma. Unutma ki seslerin en çirkini, avazı çıktığınca bağıran eşeklerin sesidir.” Kaynak:Lokman suresi, 13-19. Ayetler

Was this helpful?
6
2
SORU: Kumar neden haramdır?

CEVAP: İnsana yaratıcısını unutturan, ibadetten alıkoyan, tembelliğe sürükleyen, kolay kazanma hırsı aşılayan, helal duygusunu öldüren, insanlar arasına düşmanlık saçan gayri meşru bir kazanç kapısı olduğu için kumar haram kılınmıştır.

Was this helpful?
4
3
SORU: Sehiv secdesi nedir ne zaman yapılması gerekir?

CEVAP: Sehiv kelime itibarıyla “unutma, yanılma” anlamlarına gelir. Sehiv secdesi ise unutma, yanılma, dalgınlık hallerinde namazın vâciplerinden birini terk veya tehir etme durumlarında, namazın sonunda yapılan secdeye denir. Bu secde sayesinde namaz içinde yapılmış kusur düzeltilmiş, eksiklik giderilmiş olur. Müslüman’ın namaz içinde çok dikkatli olması, titiz davranması esastır. Fakat buna rağmen insan elinde olmadan namazında yanılabilir. Böyle bir durumda yapılacak işi Hz. Peygamber’in şu hadisleri açıklamaktadır: “Biriniz namazında şüpheye düşerse doğrusunu araştırsın ve namazını kanaatine göre tamamlasın, sonra selâm versin ve sehiv secdesi yapsın.” (Buhârî, “Salât”, 31) “Biriniz namazı dört rek’at mı yoksa üç rek’at mı kıldığında şüpheye düşerse, şüpheyi atsın ve yakînen bildiğine göre davranıp namazını tamamlasın. Selâm vermeden önce iki secde yapsın. Eğer beş kılmış ise bu secdeler namazına şefaatçi olur, eğer namazını tam kılmış ise bu secdeler şeytanın uzaklaştırılmasına vesile olur.” (Buhârî, “Sehv”, 6-7) Namazda sehiv secdesini gerektiren bir durum meydana gelmişse bu secdenin namaz sonunda yapılması Hanefîlere göre vâciptir. Yapılmaması durumunda günah işlenmiş olur; ama kılınan namaz bâtıl (boş, çürük) olmaz. Yani ibadet yapılmış sayılır. Mâlikî ve Şâfiîlere göre sehiv secdesi sünnettir. Sehiv secdesi şöyle yapılır; hata yapılmış namazın son oturuşunda “Tahiyyât” duası okunduktan sonra iki yana selâm verilir (bu Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’a göredir, İmam Muhammed’e göre sadece sağ yanına, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre hiç selâm vermeyip), ara vermeden hemen iki secde yapılır ve oturularak Tahiyyât duası, “salavat (Salli ve Bârik)” ve “Rabbenâ Âtinâ” duası okunarak iki yana selâm verilir. Sehiv secdesi yapılmasını gerekli kılan durumlar ise şunlardır: 1- Namazın bir rüknünü tekrarlamak veya tehir etmek; iki secde yapacakken üç yapmak, bir rek’at içinde iki defa rükû yapmak gibi. 2- Rükünlerden birini takdim veya tehir etmek, yani kıraatten önce rükû etmek veya oturacağı yerde kıyam etmek gibi. 3- Namaz içinde uzunca düşünme veya tereddüt içinde kalarak bir şey yapmaksızın bir rükün eda edecek kadar namaza ara vermek, 4- Kıraat eksikliği veya fazlalığı yapmak; Fâtiha Sûresi’nin tamamı veya yarısı veya büyük bir kısmı okunmadığında veya Fâtiha’dan sonra okunan sûre atlandığı zaman sehiv secdesi gerekir. Fâtiha okunduktan sonra sûre okunur sonra tekrardan Fâtiha okunacak olsa sehiv secdesi gerekmez. Son iki rek’atta Fâtiha’nın iki kere okunması durumunda ittifakla sehiv secdesi gerekmez. İlk veya ikinci rek’atta Fâtiha’nın arkasına sûre okunması unutulsa ve rükûda iken veya secdeye giderken hatırlansa hemen ayağa kalkılır, atlanan sûre okunur, sonra rükû yapılarak namaza devam edilir. Bitiminde sehiv secdesi yapılır. Dört veya üç rek’atlı farzların ilk iki rek’atında Fâtiha’dan sonra sûre okunmamış ise bu sûre üçüncü ve dördüncü rek’atlarda Fâtiha’dan sonra okunur ve sonunda sehiv secdesi yapılır. Fâtiha’dan önce yanılarak başka bir sûre okunsa, Fâtiha ve bir sûre okunur, sonunda sehiv secdesi yapılır. Vitir namazında Kunut duasının okunmadığı rükûda veya secdede hatırlansa geri dönüp dua okunmaz, namaz sonunda sehiv secdesi yapılır. 5- Rükû ve secdenin yapılması gereken düzgün şekilde yapılmaması; rükû ve secdede uzuvlar sakin oluncaya kadar durmak ve rükünden doğrulduğunda da uzuvlar sakin oluncaya kadar durmak gerekmektedir. Bu şekilde yapılmayan rükû ve secdelerden dolayı sehiv secdesi gerekir. 6- Son oturuşu unutup başka bir rek’atı kılmaya kalkıldığında secde edilmediyse geri dönüp oturur, Tahiyyât okunur ve selâm verilir sonra sehiv secdesi yapılır. Eğer secde edilmiş ve farz diye kılınmış namazsa o namaz bozulmuş olur, iade edilir. 7- Birinci veya ikinci oturuşta Tahiyyât’ın okunması terk edildiğinde… 8- 4 rekâtlı namazın ilk oturuşunda namazın bittiği zannı ile selâm verildikten sonra sadece iki rek’at kılındığı hatırlansa hemen kalkılıp diğer iki rek’at tamamlanır ve sehiv secdesi yapılır. 9- Sehiv secdesi yapması gereken kişi unutup selâm verir ve sehiv secdesi yapması gerektiğini bir şey konuşmadan hatırlarsa yapabilir. Namaz kılınıp bittikten sonra duyulan kuşkuya itibar edilmez. Namazın tam kılınmış olduğuna hükmedilir. Fakat kişi eksik yaptığından emin ise namazı iade eder.

Was this helpful?
5
2
SORU: Çocuğunuzdan sürekli kötülük yapmasını isteyen birini evinize alır mısınız?

CEVAP: Cinayet psikolojisi uzmanı Dave Grosman ise medyanın çocuklara birçok örnek alacak kişilikler sağladığını düşünüyor. “Çocuklar televizyonda gördükleri kişilikleri taklit etmeyi seviyor. Trajik olarak medyadan etkilenmiş taklit suçlar, hayatımızın bir gerçeği olarak karşımızda duruyor. Bu gerçekler Tv kanallarının konuşmayı tercih etmediği gençlik suçlarının bir parçası.” Yale Üniversitesi görevlilerinden Dr. Jerom Singer’in şiddet ve Tv üzerine yaklaşımı ise oldukça ilginç. Ona göre aileler, evlerinde ne olduğunun farkında değiller. Aileler evlerinde yabancı birinin olduğunu akıllarından çıkartmamalı ve şöyle düşünmeliydi: “Evinize geldiğinizde yabancı biriyle karşılaşıyorsunuz. Bu kişi, çocuklarınıza kavga etmeyi, dayak atmayı, dövüşmeyi öğretiyor. Ya da buna benzer tüm argümanları satmaya çalışıyor. Siz bu insana ne yaparsınız? Onu biraz da şiddet kullanarak evden atmaz mısınız? İşte size örnek. Eve geliyorsunuz ve başköşedeki Tv’niz çocuğunuza aynı şeyleri satmaya çalışıyor!

Was this helpful?
5
3
SORU: Ebeveynler birbirlerinin çocuklarıyla olan ilişkilerini kıskanabilir mi?

CEVAP: “Gerçekten böyle bir şey olabilir mi acaba?” diye düşünmüşünüzdür belki. Evet gerçekten de eşiniz çocuğunuzla aranızdaki ilişkiyi kıskanabilir. Aslında ağırlıklı olarak eve gelen o yeni minik birey ev içindeki coşkuyu artırır, hatta çoğu zaman eşler arası muhabbeti kamçılar. Ancak zaman zaman ebeveynlerin yanlış tutumlarından dolayı kıskançlık sorunu baş gösterebilir! Peki niçin? Ev içinde rollerin sağlıklı bir biçimde kullanılamaması. Bireylerin anne- baba olduktan sonra eş olma rollerini unutmaları ve önceliği her zaman çocuğa vermeleri ile diğer eş ihmal edilebilmektedir. Çocuktan dolayı bireyin eşine hoş olmayan cümleler sarf etmesi, onu suçlaması veya çocuk sebepli çok sık tartışma başlatması. Çocuk bahane edilerek eşin bazı isteklerine cevap verilmemesi. Eşe zaman ayırma gayreti gösterilmemesi. Ev içinde eşlerin birbirlerine sürekli, “annecim, annemiz, babacım, babamız” ifadeleriyle seslenmeleri. Eşlerin birbirlerine sevgi noktasında çok fazla güvenememeleri. Evet yukarıda vurgulamış bulunduğum sebeplerden dolayı eşiniz çocuğunuzla aranızdaki ilişkiyi kıskanabilir. Ebeveyn olmadan önceki ortamı arar ve eşinin eski yaklaşımlarını özler. Çocuğunun kendisine yöneltilecek ilgiyi azalttığını düşünür. Bu ebeveynlik rolünü bile etkileyebilir. Kimi zaman da birey eşinden arzu ettiği sevgi ve ilgiyi görememiş, fakat çocuğunun olması sonucunda eşinin sevgi ve ilgisini gösterebildiğini görmüş olabilir. Bu durum genellikle daha yıkıcıdır. Bireyin eşi tarafından önemsenmediğini hissetmesine neden olur. Kesinlikle hassas davranılması gereken bir konudur bu. Aksi takdirde ev içinde huzur bozulabileceği gibi bireylerin gerek eş olma rolleri ve gerekse ebeveyn olma rolleri zedelenir Bu konuda yapılması gereken ise bireylerin her ne olursa olsun eş olmayı unutmamalarıdır. Gerek birbirlerine hitap ederken, gerek birbirlerine isteklerini arz ederken, eş olma saygınlığını yitirmemeli, birbirlerine karşı olan tutumlarında muhabbetli ve samimi olmalıdırlar. Çocuğun maddi-manevi ihtiyaçları ihmal edilmemelidir. Ancak öncelik sürekli olarak çocuğa verilmemelidir. Ayrıca asla çocuktan dolayı tartışma başlatılmamalı ve eşler birbirlerini kırmamalıdır. Unutmayın, bebekler masumiyetleri ve safiyetleri ile evin huzurunu artırabilme yetisi ile evimize gönderilmiş enfes varlıklardır. Onları tartışma vesilesi yapan bizim hatalı tutumlarımızdır. Kaynak: Danışman Psikolog Yasemin Aktosun

Was this helpful?
6
2
SORU: Bütün müminler kardeş midir?

CEVAP: Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.” (Hucurat, 49/10) Bu âyet, dünyanın neresinde olursa olsun müminleri kardeş olarak ilan etmektedir. Ashabdan Cerir b. Abdullah, Hz. Peygamberin, kendisinden şu üç şeyi yapmak üzere biat istediğini bildirir: “Namaz, zekât ve bütün Müslümanların hayrını isteme (nasihat).” Hadiste Müslüman’a kötü söz söylemek fâsıklık, onunla savaşmak ise küfür sayılmıştır. Başka bir hadiste de şöyle buyrulur: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir; ona zulmetmez, onu desteğinden mahrum bırakmaz. Bir kimse için Müslüman kardeşini hakir görmek kadar büyük bir kötülük yoktur.

Was this helpful?
7
3
SORU: Dünyada kalıcı değiliz. O halde nasıl davranmalıyız?

CEVAP: Misafir kişi, “gideceği” yeri düşünmeli. Ara konaklara takılıp kalmamalı. Nasıl ki bir gün bu evden, bu kasabadan ve bu şehirden çıkacağız, aynı şekilde bu dünyadan da ayrılacağız.

Was this helpful?
7
3
SORU: Başkası hakkında fikrimizi söylemek ya da zannetmek günah mı?

CEVAP: Zannın (sanmak, tahmin) çeşitleri vardır. Hüsn-ü zan kısmı makbul olup müminin Allah, Resulü, müminler ve aksine sebep olmadıkça bütün insanlar hakkında bu zannı beslemesi gerekir. Günah olan kısım ise insanlar hakkında haksız yere suizan besleyip onlar hakkında iyi tarafa değil de kötü tarafa yorumlar yapmaktır. Tecessüs, insanların gizli hallerini araştırmak, keza onların gıybetini yapmak da bu âyetle şiddetle yasaklanmıştır. Gizli halleri araştırmak fertlere olduğu gibi idari mevkide olanlara da caiz değildir ve bu hak sınırlandırılmıştır. Cenab-ı Hak, Kur’an’ında mü’minleri şöyle ikaz ediyor: “Ey iman edenler, zandan çok sakının! Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur).” Kaynak:(Hucurat, 49/12)

Was this helpful?
5
3
SORU: Annemize nasıl davranabiliriz?

CEVAP: “Rüya tabir etme ilmi ile ve Efendimiz’den rivayet edilen hadislerin sened kısımlarıyla ilgili yeri doldurulamayacak bir alim olan Muhammed b. Sîrîn Hazretleri dinî emirlerde karşısına çıkan iki durumdan en güvenilir olanıyla amel ederdi.” Bir gün yer, bir gün oruç tutardı. Gün gelir sabah kahvaltı yapar, akşam bir şey yemez, sonra sahur yemeği yiyip yarınki günün orucunu böylece tutardı. Gece namazda hazin hazin ağlar, sineleri dağlardı. Yanında ölümden bahsedildiği zaman kaskatı kesilir ve bütün azaları hareketsizleşir, yerinde kalakalırdı. Allah’a müteveccih bulunuyordu. Annesine çok hürmet gösterir, ona bir şey söylemesi gerektiği zaman, hürmetinden yüksek sesle konuşmaz, işaretle anlaşırdı. Bir gün birisi İbn-i Sîrîn’e uğramış, İbn-i Sîrîn’i annesinin yanında süklüm büklüm görmüştü. Ona, “Bir hastalığın mı var?” dedi. Orada bulunanlar: “Hayır o, annesinin yanında hep böyle durur.” dediler.

Was this helpful?
6
3
SORU: Namazda Fâtiha’dan sonra okunacak âyet veya sûreler için besmele çekilir mi?

CEVAP: Namazda her rek’atın başında ve Sübhâneke’den sonra kırâata başlamadan önce besmele çekilir. Fâtiha’dan sonraki zamlı sûre için ise ayrıca besmele çekilmez.
KAYNAK:(Zeylaî, Tebyîn, 1/112).

Was this helpful?
6
2
SORU: Vitir namazında kunut duasını okumayı unutan kimse namazını nasıl tamamlar?

CEVAP: Sözlükte Allah’a ihlasla kulluk etmek, namaz ve duayı uzatmak, sükût etmek, dua etmek, ibadet kastıyla ayakta durmak gibi anlamlara gelen kunut, dinî bir terim olarak, namazda rükûdan önce veya sonra ayakta dua etmeyi ifade eder.
Vitir namazında kunut duasını okumak vaciptir. Bundan dolayı kunut duasının terki veya tehirinden dolayı sehiv secdesi yapmak gerekir Vitir namazını kılmakta olan bir kimse, unutarak ya da yanılarak kunut duasını okumadan rükûya giderse bu kimse namazına devam eder ve sonunda sehiv secdesi yapar. Ancak bu kişi, rükûdan kalktıktan sonra kunut duasını okursa, sonrasında tekrar rükû yapmadan secdeye gider ve yine namazın sonunda sehiv secdesi yapar
KAYNAK.(Kâsânî, Bedâi‘, 1/274; el-Fetâva’l-Hindiyye, 1/111). (Haddâd, el-Cevhera, 1/77).

Was this helpful?
6
2
SORU: Sihir veya büyü yapmanın ve yaptırmanın dini hükmü nedir?

CEVAP: Sihir kavramı iki anlamda kullanılmaktadır:
Birincisi; cinler veya tabiatüstü olduğuna inanılan güçlerle yakınlık kurduğunu iddia ederek ve/veya gizli güçler atfedilen kemikler, cisimler, şekiller ve isimler gibi bazı nesneleri kullanarak iksir, tılsım, efsun vb. şeyler yapmak suretiyle ortaya koyulan işlerdir.
İkincisi ise; el çabukluğu, göz boyama, renk ve duyu yanıltması, yaldızlı sözler söyleme, çeşitli ilaç, kimyasallar, teknik aletler kullanma gibi yollarla insanlarda farklı bir algı oluşturmayı amaçlayan işlemlerdir. İslâm geleneğinde bu tür uygulamalar da sihir kavramıyla ifade edilmektedir.
Türkçede, sihir ve büyü kelimeleri eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Kadîm toplumlarda yaygın olmakla beraber tarihin her döneminde insanların ilgisini çeken ve varlığını devam ettiren sihrin, yukarıda ifade edilen unsurları kullanarak birine iyilik ya da kötülük etmek veya onu zararlardan korumak, maddî-manevî bir menfaat sağlamak gibi amaçlarla yapıldığı görülmektedir.
İslâm dini, sihirle uğraşmayı büyük günahlar arasında sayarak yasaklamıştır Kur’ân-ı Kerîm, sihirle uğraşanların âhirette nasibi bulunmadığını ve onların şerrinden Allah’a sığınılması gerektiğini ifade etmiştir Zira şeytan, cinler, ruhlar ve yıldızlar gibi varlık veya nesnelere Allah’ın kudreti üstünde bir güç nispet eden, onlarda olağanüstü bilgi ve güç iddiası varsayan bütün sihir türleri, İslâm’ın tevhid ve tevekkül inancına aykırı olup kişiyi şirke kadar götürebilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde, o günkü uygulamalardan biri olan düğüm yapıp sonra ona üflemek suretiyle sihir yapanların şirk koşmuş olduklarını ve nazar gibi etkilerden korunmak amacıyla bazı nesnelere sığınanların, Allah’ın yardımından mahrum kaldıklarını beyan etmektedir.Zira Müslümanın, kendisini her an koruyan, gözeten, dualarına icabet eden ilahî kudreti bırakıp Allah’ın verdiğinden başka bir gücü olmayan âciz varlıklara sığınması, İslâm’ın ilkelerine aykırı bir davranıştır.
Bunların dışındaki göz bağcılığı, el çabukluğu, telkin gibi çeşitli beceri, teknik ve yöntemlerin kullanılması suretiyle insanları yanıltmaya, aldatmaya, zarara uğratmaya ve maddî-manevî yönden istismar etmeye yönelik davranışlar ise günahtır. Bununla birlikte el çabukluğu ya da göz boyama gibi usulleri kullanarak sadece insanları eğlendirmek maksadıyla yapılan gösteriler dinen sakıncalı bir unsur barındırmadığı sürece bu kapsamda değerlendirilmez.
Sonuç olarak müminlerin sihir veya büyü kapsamında değerlendirilecek her türlü davranıştan özenle kaçınması ve bu tür işlerle meşgul olanlara asla itibar etmemesi, sihirbazların, cinci ve üfürükçülerin tuzağına düşmemesi gerekir. Sihre maruz kaldığını düşünen kişiler, çare olarak alacakları tıbbî destek yanında, Hz. Peygamber(’in (s.a.s.) öğrettiği dualarla Allah’a (c.c.) sığınmalıdır.
KAYNAK: (Buhârî, Tıb, 48 [ 5764]). el-Bakara, 2/102; el-Felak, 113/4).

Was this helpful?
5
2
SORU: Namazda Fâtiha suresi okunduğunda “âmîn” demenin hükmü nedir?

CEVAP: “Âmîn”, Yüce Allah’ın kabul etmesini temenni etmek amacıyla duanın sonunda söylenen sözdür. Hz. Peygamber (s.a.s.), duanın sonunda “âmîn” denilmesini tavsiye etmiştir Hanefî mezhebine göre Fâtiha’nın sonunda “âmîn”in gizli söylenilmesi sünnettir. KAYNAK:(Buhârî, Ezân, 111 [780]; Müslim, Salât, 72-75 [410]).

Was this helpful?
4
2
SORU: Hacca giderken helallik almanın dinî hükmü nedir?

CEVAP: Dinimiz, kul haklarına çok önem vermiş ve inananların bu haklara karşı duyarlı ve saygılı olmalarını emretmiştir. Ayrıca kul hakkı ihlalinde, hakkı ihlal edilen kişi affetmedikçe, hiç kimse tarafından affedilemeyeceği de belirtilmiştir. Veda Hutbesi’nde Resûlullah (s.a.s.), “Ey insanlar! … Sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, bu beldeniz içinde, bu ayınızda, bu gününüzün haramlığı gibi Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır)…” buyurmuştur. Resûlullah (s.a.s.) ayrıca şöyle buyurmuştur: “Kimin yanında kardeşine ait bir hak varsa, o haksızlıktan dolayı hak sahibiyle helalleşsin. Gerçek şu ki, (kıyamette) asla dinar ve dirhem (altın ve gümüş) yoktur. Kardeşinin hakkı için kendi sevaplarından alınmadan evvel, (dünyada) onunla helalleşsin. (Ahirette) zalimin (o hakkı karşılayacak) sevapları bulunmazsa, kardeşinin günahlarından alınır da o zalimin üzerine atılır.” Bu ve benzeri gerekçeler nedeniyle hacca giden kişinin yolculuğa çıkmadan önce çevresindekilerle ve hukuku olan kimselerle helalleşmesi, haccın adabından sayılmıştır. Ancak helalleşme, haccın sıhhatinin şartlarından olmadığı için helalleşmeden hacca giden kişinin haccı geçerlidir. KAYNAK:(Buhârî, Hac, 132 [1739, 1741])

Was this helpful?
6
3
SORU: Kaza namazına nasıl niyet edilir?

CEVAP: Kaza namazı kılacak olan kişinin kılacağı namazı belirleyerek niyet etmesi asıldır. Fakat üzerinde çok sayıda kaza namazı olan kişi, geçmiş namazları kaza ederken, “Vaktinde kılamadığım ilk sabah/ ilk öğle/ ilk ikindi/ ilk akşam/ ilk yatsı namazını kılmaya” şeklinde niyet edebileceği gibi “ kılamadığım son sabah/ son öğle/ son ikindi/ son akşam/ son yatsı namazını kılmaya” şeklinde de niyet edebilir.
KAYNAK Din İşleri Yüksek Kurulu 12.07.2017

Was this helpful?
3
4
SORU: Ölen kişi için kurban kesilebilir mi?

CEVAP: Dinimizde ölü kurbanı veya kabir kurbanı diye bir kurban çeşidi yoktur. Ancak sevabı ölüye bağışlanmak üzere kurban kesilebilir. Ayrıca kurban borcu olup, hayatta iken vasiyet eden kişinin bıraktığı miras yeterli ise mirasçıları tarafından vasiyetinin yerine getirilmesi gerekir. Tâbiînden olan Haneş’ten rivâyet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Ben Ali’yi (r.a.) iki koçu (birden) kurban ederken gördüm de kendisine; ‘Bu da nedir?’ diye sordum. ‘Resûlullah (s.a.s.) (sağlığında) kendi yerine bir kurban kesmemi vasiyet etti. İşte ben de onun yerine kurban kesiyorum.’ cevabını verdi.” Bu rivâyette Hz. Ali, kurbanı kesme gerekçesi olarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kendisine bunu vasiyet etmesini göstermiştir. Dolayısıyla bu hadis, eğer vasiyeti yoksa ölü adına kurban kesileceğine delalet etmez. Buna göre vasiyeti yoksa ölen kimseler için mirasçılarının kurban kesmeleri gerekmez. Ancak bir kimse, sevabını ölmüş bulunan anne veya babasına yahut diğer yakınlarına bağışlamak üzere, çeşitli hayır kurumlarına, fakir ve muhtaç kişilere bağışta bulunabileceği gibi kurban da kesebilir.
Ölenin kendisi için kurban kesilmesine dair vasiyeti yoksa kesen kimse, bu kurban etini fakirlere yedirebileceği gibi kendisi ve zenginler de yiyebilir. Ancak ölen kişinin vasiyeti varsa, tamamen fakirlere yedirilmesi veya dağıtılması gerekir
KAYNAK:(İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 6/326). (Ebû Dâvûd, Edâhî, 2 [2790]; Tirmizî, Edâhî, 3 [1495]).

Was this helpful?
6
3
SORU: Adak kurbanının bedeli para olarak fakire verilebilir mi?

CEVAP: Adak, kişinin ibadet niteliğindeki bir şeyi yapacağına dair Allah’a söz vererek üzerine borç kılması anlamına geldiğinden, bu borçtan kurtulması için adağını yerine getirmesi gerekir.

Belirlenerek adanan şey aynen yerine getirilmedikçe adak yükümlülüğü düşmez Bundan dolayı kurban keseceğine ve etini fakirlere dağıtacağına dair adakta bulunan kişi, ancak kurban kesmek suretiyle adağını yerine getirmiş olur. Bu itibarla, adak kurbanını kesmek yerine, parasını fakirlere vermek ya da ayni yardımda bulunmakla bu adak yerine getirilmiş olmaz.
KAYNAK:(Kasani, Bedai‘, V, 90).

Was this helpful?
4
2
SORU: Göze damla damlatmak orucu bozar mı?

CEVAP: Konunun uzmanlarından alman bilgilere göre, göze damlatılan ilaç, miktar olarak çok az (1 mililitrenin 1/20’si olan 50 mikrolitre) olup bunun bir kısmı gözün kırpılmasıyla dışarıya atılmakta, bir kısmı gözde, göz ile burun boşluğunu birleştiren kanallarda ve mukozasında mesâmat (gözenekler) yolu ile emilerek vücuda alınmaktadır. Kaldı ki bu işlem yeme içme yani gıdalarıma anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla göz damlası orucu bozmaz.
KAYNAK: Din İşleri Yüksek Kurulu 12.07.2017

Was this helpful?
6
2
SORU: Aşı veya iğne yaptırmak orucu bozar mı?

CEVAP: Oruç; yemek, içmek, cinsel ilişki ve bunların kapsamına giren şeylerle bozulur. Bu sebeple, gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyonlar, yemek ve içmek anlamına gelmediklerinden orucu bozmazlar. Aşı da böyle olup orucu bozmaz. Ancak gıda veya keyif verici enjeksiyonlar orucu bozar.
Tedavisi devam eden hastalar, sağlıklarına kavuşup tedavileri sona erinceye kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyorlar ve oruç tutmalarına da başka bir engel bulunmuyorsa iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkâna sahip olmayanlar, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler. Ancak oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptıranların, ağızdan aşı alanların damardan serum ve kan verilenlerin orucu bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir
.KAYNAK: Din İşleri Yüksek Kurulu 12.07.2017

Was this helpful?
5
3
SORU: Diyaliz uygulamalarında oruç bozulur mu?

CEVAP: Böbrek yetmezliği hastalarına uygulanan diyaliz; periton diyalizi, hemodiyaliz olmak üzere iki çeşittir.
Periton diyalizi, karın boşluğuna verilen özel bir solüsyon aracılığı ile hastanın kendi karın zarı kullanılarak kanın zararlı maddelerden arındırılması ve sıvı dengesinin sağlanması işlemidir. Hemodiyaliz ise kanın vücut dışında bir makine yardımı ile temizlenip vücuda geri verilmesi işlemidir. Kan bir iğne aracılığı ile hastanın kolundan alınır. Hemodiyaliz makinası, diyalizör denen bir filtreden kanı sürekli geçirerek zararlı maddeleri ve fazla suyu filtre eder. Filtre edilen temiz kan ikinci bir iğne ile hastanın damarına geri verilir. Bu işlem yapılırken bazen, gıda içerikli sıvı verilmesi gerekmektedir.
Buna göre hastaya herhangi bir sıvı maddesi verilmeden gerçekleştirilen hemodiyalizde oruç bozulmaz. Diğer diyaliz çeşitlerinde ise vücuda gıda içerikli sıvı verildiği için oruç bozulur.
KAYNAK:(DİYK 22.09.2005 tarihli karar).

Was this helpful?
5
3
SORU: Mesai içerisinde kılınan vakit namazından dolayı kul hakkı çiğnenmiş olur mu?

CEVAP: Din ve vicdan özgürlüğünün bir boyutu da ibadet hakkıdır. İnanç özgürlüğünün devamı olarak, bir dine inanan kimse, o dinin gereklerini yerine getirebilme hakkına da sahiptir. Bu hakkı suistimal etmeden kılınan namazda kul hakkı ihlal edilmiş olmaz.

Was this helpful?
7
2
SORU: Çocuğa isim koyarken nelere dikkat edilmelidir?

CEVAP: Anne-babanın çocuğuna karşı görevlerinden birisi de ona güzel bir isim vermektir. Nitekim Hz. Peygamber, insanların kıyamet günü isimleri ile çağrılacağını belirterek “Çocuklarınıza güzel isim koyunuz.” buyurmuştur. Konulacak isimlerin mutlaka Arapça olması ve bu ismin Kur’an-ı Kerim’de geçmesi gerekmez. Çocuğa isim koyarken dikkat edilecek husus, yadırganmayacak güzel anlamlı bir isim olmasıdır.
KAYNAK: (Ebu Davud, Edeb, 69)

Was this helpful?
6
2
SORU: Bayılma veya aklı yitirme abdesti bozar mı?

CEVAP: Kısa ya da uzun süre bayılmak, aklı yitirmek, sarhoş olmak veya sara (epilepsi) nöbeti geçirmek gibi aklın algılama gücünü gideren şeylerle abdest bozulur.

Was this helpful?
5
3
SORU: Peygamberlerin sayısı kaçtır?

CEVAP: Kur’ân-ı Kerîm, ilk peygamber Hz. Âdem’den (a.s.) son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar pek çok peygamberin gelip geçtiğini ve her kavme Allah’ın peygamber gönderdiğini bize haber vermektedir Bu bağlamda “Ey Muhammed! Andolsun, senden önceki topluluklara da peygamber gönderdik” ve “Andolsun biz, her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye peygamber gönderdik…” buyrulmaktadır. Bu âyetler tarihî süreç içerisinde Yüce Allah’ın (c.c.) genel anlamda insanoğlunu peygambersiz bırakmadığını gösterir.
KAYNAK: (Yûnus, 10/47; en-Nahl, 16/63; Fâtır, 35/24).

Was this helpful?
5
3
SORU: Her topluluğa peygamber gönderilmiş midir ?

CEVAP: Kur’ân-ı Kerîm, ilk peygamber Hz. Âdem’den (a.s.) son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar pek çok peygamberin gelip geçtiğini ve her kavme Allah’ın peygamber gönderdiğini bize haber vermektedir (Bu bağlamda “Ey Muhammed! Andolsun, senden önceki topluluklara da peygamber gönderdik” ve “Andolsun biz, her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye peygamber gönderdik…”buyrulmaktadır. Bu âyetler tarihî süreç içerisinde Yüce Allah’ın (c.c.) genel anlamda insanoğlunu peygambersiz bırakmadığını gösterir.
KAYNAK: Yûnus Suresi, 10/47; en-Nahl Suresi, 16/63; Fâtır Suresi, 35/24). (el-Hicr Suresi, 15/10)

Was this helpful?
6
1
SORU: Kişinin mallarını tümüyle vakfetmesi caiz midir?

CEVAP: Kişi, sağlığında malları üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. Mallarını yoksullara veya hayır kurumlarına bağışlayabilir. Vakfın sahih olması için vakfeden kişinin akıllı ve ergenlik çağına erişmiş olması ve vakfın ebedî olması gerekir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), Fedek ve Hayber arazilerindeki hisselerini Müslümanların yararına vakfetmiştir
İbn Ömer’den rivâyet edildiğine göre; Hz. Ömer’in payına Hayber’den bir arazi isabet etmiş, Hz. Ömer de  (r.a.) Hz. Peygamber’e (s.a.s.), “Ya Resûlallah, Hayber’den elime öyle bir toprak parçası geçti ki şimdiye kadar bundan daha değerli bir mala sahip olmamıştım. Bana neyi tavsiye buyurursunuz?” demişti. Hz. Peygamber de  (s.a.s.); “İstersen aslını (kendine) bırakır, menfaatini tasadduk edersin.” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer, satılmamak, hibe edilmemek, mirasçılara intikal etmemek üzere; fakirler, akraba, köleler, misafirler ve yolcular için tasadduk etti. Onu idare edenin mülküne bir şey geçirmeksizin, normal ölçüler içinde yemesi ve yedirmesinin serbest olduğunu belirtti Hz. Osman da Medine’deki Rûme kuyusunu satın alıp bütün Müslümanların yararına tahsis etmiştir Ancak kişi malını vakfederken, mirasçıların mağdur olmamasına dikkat etmesi uygun olur.
KAYNAK (Buhârî, Vesâyâ, 1 [2739]; Ferâiz, 3 [6725]; Müslim, Cihâd, 52-54 [1759]). (Tirmizî, Menâkıb, 19 [3699, 3703]; Nesâî, Cihâd, 44 [3182]).

 

Was this helpful?
5
2
SORU: Namaz kılarken kıyamda ayaklar arası açıklık ne kadar olmalıdır?

CEVAP: Namazda kıyamda iken iki ayağın arasındaki açıklık konusunda sahih ve sarih bir hadis bulunmadığından, miktarın ne olacağı konusunda İslâm âlimleri farklı görüşler belirtmişlerdir.
Hanefî mezhebine göre kıyamda iki ayağın arası, dört parmak kadar açık bulundurulmalıdır. Şâfiî mezhebine göre iki ayak arası bir karış kadar açık tutulmalıdır.

Was this helpful?
4
2
SORU: Bir kimse hayatta iken mülkünü bir hayır kurumuna bağışlasa, ölümünden sonra çocukları bu bağışı iptal ettirebilirler mi?

CEVAP: Karşılık şart koşulmaksızın bir malın hayatta iken başkasına temlik edilmesine “hibe” denir. Hibe iki taraflı bir akit olup, tarafların irade beyanı ile kurulur; hibe edilen malın teslim-tesellümü ile tamamlanır.
Hibenin geçerli olması için bağışlama anında akit konusu malın mevcut olması, malum ve belirli bulunması, bağışlayana ait olması ve tarafların rızalarının bulunması şarttır.
Usûlüne uygun olarak yapılan ve teslimi tamamlanan hibe akdinden dönmek kural olarak câiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bunu kınamıştır Ancak Hanefîler hibeyi kabul eden kişinin rızası veya hâkim kararı ile hibeden dönülebileceğini kabul etmişlerdir.
Buna göre bir kimse hayatta iken yapmış olduğu hibeden geri dönme hakkına sahiptir. Ama onun ölümünden sonra çocuklarının bu hibeyi iptal etme hakları yoktur. KAYNAK:(Buhârî, Hibe, 14 [2589]; Müslim, Hibât, 5-8 [1622]).

Was this helpful?
5
2
SORU: Gusülden sonra tekrar abdest almak gerekir mi?

CEVAP: Gusül, abdesti de içerdiğinden abdesti bozacak bir durum meydana gelmedikçe daha sonra ayrıca abdest almaya gerek yoktur. Zira Hz. Âişe, Resûl Ekrem’in (s.a.s.) guslettikten sonra ayrıca namaz abdesti almadığını rivayet etmiştir.

Was this helpful?
7
2
SORU: Sol elle yemek yenilebilir mi?

CEVAP: Yeme-içmeyle ilgili genel ilkeleri belirleyen Hz. Peygamber (s.a.s.), sol elle yeme-içmeyi hoş karşılamamıştır. Nitekim o, bu konu üzerinde önemle durmuş; şeytanların sol elle yiyip içtiklerini haber vererek ümmetini uyarmış ve çocuklara sağ elle yemek yemeyi öğretmiştir Hz. Peygamber’in sağ elle yeme ve içme konusundaki tavsiye ve irşatlarıma uymak her Müslümanın vazifesidir. Bu nedenle anne ve babaların çocuklarına diğer yemek âdâbıyla birlikte sağ elle yeme ve içmeyi de öğretmeleri gerekir. Fizikî bir engel sebebiyle sağ eliyle yiyemeyen kimselerin sol elle yeme içmesinde ise bir sakınca yoktur. KAYNAK:(Buhârî, Etʽime, 2 [5376]; Müslim, Eşribe, 105-109 [2020-2022]).

Was this helpful?
6
1
SORU: Beyin ölümü dinen ölüm olarak kabul edilebilir mi?

CEVAP: Günümüzde birtakım tartışmalar olsa da hem tıp hem de hukuk çevrelerinde genel kanaat, beyin ölümünün “ölüm” olduğu yönündedir. Nitekim Organ ve Doku Nakli Hizmetleri Yönetmeliğinde organları alınacak kişinin beyin ölümünün gerçekleşmiş olması gerektiği ifade edilmiş ve “Beyin ölümü, klinik bir tanıdır ve bütün beyin fonksiyonlarının tam ve geri dönüşümsüz olarak kaybıdır.” şeklinde tanımlanmıştır.

Bu doğrultuda Din İşleri Yüksek Kurulu konuyla ilgili mütalaasında; “Yaşam destek ünitesine bağlı bir kişi; beynin kesin olarak bütün fonksiyonlarını yitirdiğine ve bu durumdan geri dönüşün artık imkansız olduğuna uzman tabiplerce karar verilmesi şartıyla yaşam destek ünitesinden çıkarılabilir” diyerek beyin ölümünü ölüm olarak değerlendirmiştir.
KAYNAK: (Din İşleri Yüksek Kurulu, 14.12.2006 tarihli mütalaası).

Was this helpful?
4
3
SORU: Meleklerin İnsana Destek Olmasını Nasıl Anlamalıyız?

CEVAP:
Meleklerin İnsana Destek Olması Nasıl Anlaşılmalıdır?
Melekler, Allah Teâlâ’nın yarattığı varlıklar içinde görevleri yalnızca ibadet olan ve Allah Teâlâ’nın kendilerine verdiği görevleri yerine getiren, nurdan yaratılmış varlıklardır. Yaratılış mahiyetleri gereği gözle görme imkânımızın olmadığı meleklerle ilgili bilgilerimiz, Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz tarafından bize verilen bilgilerle sınırlıdır. Aşağıdaki ayet-i kerimeler, meleklerin insanlara olan desteklerine dair bize önemli veriler sunmaktadır:

“…önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır
“…Melekler de rablerinin yüceliğini hamd ile dile getiriyorlar ve yerdekiler için istiğfar ederek onların bağışlanmasını diliyorlar. İyi bilin ki bağışlama ve merhameti sınırsız olan ancak Allah’tır.”

Meleklerin bunlara ilaveten savaşlarda Müslümanlara yardımı, manevi destekleri, düşmanları korku ve ümitsizliğe düşürmeleri gibi destekleri de bildirilmiştir. Kaldı ki meleklerin Allah’ın emrine amade olarak verilen görevleri eksiksiz yapmaları yönüyle konuya bakıldığında hafaza melekleri gibi özel olarak insanlarla görevli olanların dışında diğer meleklerin de Allah’ın izniyle insanlara her an yardım ve destekte bulunabilecekleri söylenebilir. Dolayısıyla gözle görülmese, mahiyeti ve içeriği tam olarak bilinemese de meleklerle insanlar arasında bir bağın bulunduğu açıktır.

Meleklerin insana olan desteklerini şu başlıklar altında ifade etmemiz de mümkündür:

1. Allah Teala’ya dua edip insanların bağışlanması için istiğfarda bulunmak,

2. İnsanın kalbine iyiliği ilham etmek suretiyle insanın dünyada iyi davranışlar sergileyip doğru tercihler yapmasını istemek,

3. İnsanları, farkında olmadıkları birçok zarar ve tehlikeden Allah’ın izniyle korumak,

4. Allah’ın izni, iradesi ve emri doğrultusunda mutlak olarak yardımda bulunmak. .
KAYNAK: (Ra’d Suresi, 13/ 11) (Şûrâ Suresi, 42/5) (Tahrim Suresi 66/6)

Was this helpful?
5
2
SORU: Namaz kılmamanın mazereti olabilir mi?

CEVAP: Bilindiği gibi namaz, dinimizin ifasını emrettiği ibadetlerin en önemlisidir. Kelime-i şehâdetten sonra, İslâm binasının üzerine kurulduğu beş esastan birincisidir. Akıllı ve ergenlik çağına ulaşan her Müslümanın namaz kılması farzdır. Terk edilmesi ve geciktirmeyi caiz kılan meşru bir mazeret bulunmaksızın vaktinde eda edilmeyip kazaya bırakılması, günahtır. Namaz; uyuyakalmak, unutmak ve baş ile de olsa îma ile kılamayacak kadar hasta olmak gibi meşru bir mazeret bulunmadıkça kazaya bırakılamaz. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Biriniz uyuyakalır veya unutur da bir namazı vaktinde kılamaz ise onu hatırladığı vakit kılsın.” (Müslim, Mesâcid, 316 [684]; bkz. Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 37 [597]) buyurmuştur.
Meşguliyeti çok olmak, aile fertlerinin geçimini sağlamak için yapılan çalışma ve yolculuk gibi durumlar namazın ertelenmesi için özür sayılmaz. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Öyle adamlar vardır ki, onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş, Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyabilir. Onlar, dehşetinden kalplerin ve gözlerin ters döneceği günden korkarlar.” (Nûr Suresi, 24/37).
İşverenin veya iş yerinde sorumluluk alan kimsenin, namaz kılmak isteyen memurlarına ve işçilerine, cuma namazını ve beş vakit namazı kılabilme imkânını sağlaması gerekir. Ancak çalışanın da işini aksatmaması ve iş disiplininin korunması açısından işverenin veya amirlerin iznini alması uygun olur. İzin verilmemesine rağmen kılınan namaz geçerlidir. Namaz kılma imkânı bulunmayan bir yerde çalışan kimsenin bu imkânı bulabileceği bir iş araması uygun olur.
Eğer çalışanlar aramalarına rağmen başka bir imkân bulamazlar ise; öğle ile ikindiyi, ya ikindiyi öne alarak öğle vaktinde ya da öğleyi geciktirerek ikindi vaktinde; akşam ile yatsıyı da yatsı vaktine geciktirerek veya yatsıyı akşam vaktine alarak (cem ederek/birleştirerek) kılabilirler. Fakat bunun bir zaruret hükmü olduğunu hatırdan çıkarmazlar.

Was this helpful?
4
2
SORU: İhtilam olmak guslü gerektirir mi?

CEVAP: Bir kişi ihtilam olsa ancak uykudan uyandığında üzerinde veya çamaşırında ıslaklık görmese gusletmesi gerekmez . Buna karşılık, rüya gördüğünü hatırlamamakla birlikte, uyandığında üzerinde veya çamaşırında ıslaklık görürse gusletmesi gerekir.
Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatır: “Resûlullah’a, ‘Bir kimse uykudan uyandıktan sonra çamaşırında ıslaklık bulsa, ancak ihtilam olduğunu hatırlamasa (yıkanması gerekir mi?)’ diye soruldu. O da ‘Evet, yıkanmalıdır!’ diye cevap verdi. Sonra, ihtilam olduğunu hatırlayıp da ıslaklık fark etmeyen kimsenin durumu soruldu: ‘Ona gusül gerekmez’ dedi.

Was this helpful?
4
3
SORU: Allah nerededir?

CEVAP: Zaman ve mekân Allah tarafından yaratılmış olup sınırlılık ifade eder. Bu nedenle zaman ya da mekânla sınırlı olmak yaratılmışlara ait bir özelliktir. Allah ise yaratıcıdır. Dolayısıyla Allah zaman yahut mekânla sınırlı olacak şekilde ifade edilemez.
Zaman ve mekândan münezzeh olarak Allah Teâlâ her daim kullarına yakın ve onlarla beraberdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu anlamı ifade eden pek çok âyet vardır; “Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız, .
KAYNAK: ” (Bakara Suresi, 2/186), .” (Hadîd Suresi, 57/4). .” (Kâf Suresi, 50/16)

Was this helpful?
7
3
SORU: Camide ön safta boşluk varken arkada saf tutulabilir mi?

CEVAP: Cemaat ile kılınan namazlarda safların tertip ve düzenine riâyet edilmesi namazın adabındandır. İmamın bu konuda gerekli hassasiyeti göstermesi ve gerektiğinde, safların usûlüne uygun şekilde tanzim edilmesi için cemaati uyarması gerekir. Hz. Peygamber (s.a.s.), namaza başlamadan önce safların düzgün ve sık olmasına dikkat etmiş, saflar arasında boşluk bırakılmaması hususunda muhtelif vesilelerle ashabını uyarmıştır. Buna göre cemaat ile kılınan namazlarda, ön safta boşluk varken caminin gerisinde imama uyulması sünnete uygun değildir. Bununla birlikte saf haricinde imama uyan kimselerin namazları sahihtir.

Was this helpful?
5
3
SORU: Âdet kanaması on günden fazla süren bir kadın ibadetlerini yerine getirmede nasıl hareket etmelidir?

CEVAP: Her kadının âdet gördüğü gün sayısı eşit değildir. Bu süre Hanefîler’e göre en az üç, en çok on gündür. Düzenli âdet gören bir kadının normal âdet günlerinden sonra kanaması devam ederse bu kanama on günü geçmediği takdirde tamamı âdet hükmündedir. Ancak on günü geçerse önceki normal âdeti esas alınarak devam eden kısmı özür kabul edilir. Bu kanama ikinci ayda da on günü geçerse bu kadının âdeti on gün olarak değişmiş olur. İki âdet arasındaki temizlik dönemi ise en az on beş gündür.
Mesela, mutadı altı gün olan bir kadının daha sonraki ayda altıncı günün bitiminde kanaması devam etse, bu durum on günü aşmadıkça mutat âdeti olan altı güne ilaveten kanamanın devam ettiği günler de âdet döneminden sayılır. Fakat aynı kadının bu altı günün bitiminde kanaması devam eder ve bu süre on günü geçer de mesela on iki güne ulaşırsa, bu kadının mutadı, altı gün olarak kabul edilir. Altı günü on iki güne tamamlayan son altı günlük sürede görülen kan, istihâze (özür) sayılır. Onuncu günden sonra görülen kan, özür kanı olduğu için kadın bu günlerde namazını kılar, orucunu tutar. Düzenli âdet günleri olan altı günden sonra kılmadığı namazları ve tutmadığı oruçları ise kaza eder.
Mutat âdet süresinden sonra kanamanın devam etmesi ve bu durumun birden fazla tekrarlaması hâlinde dini hükmün uzman doktorun muayenesinden sonra verilmesi daha uygun olacaktır.

Was this helpful?
5
4
SORU: Kadınlar pantolon ile namaz kılabilirler mi?

CEVAP: İslam dini tesettürü emretmekle birlikte, örtünmenin şekli konusunda ayrıntıya girmemiş, bunu örfe bırakmıştır. Kadınların namazda el, yüz ve ayakları dışında kalan bütün bedenleri avrettir. Dolayısıyla vücut hatlarını belli etmeyen ve teni göstermeyen kıyafetlerle namaz kılmaları gerekir.
Buna göre dar ve şeffaf olmayan pantolonla bayanların namaz kılmalarında bir sakınca yoktur. Ancak vücut hatlarını ortaya çıkaran dar pantolonla namaz kılmak mekruhtur. Diğer taraftan altını gösterecek şeffaflıkta bir elbise ile namaz kılmak ise caiz değildir.

Was this helpful?
5
3
SORU: Akupunktur bantları gusle engel midir?

CEVAP: Akupunktur tedavilerinde kullanılan iğnelerin ve üzerlerindeki bantların tedavi süresince çıkartılıp takılmaları mümkün değilse ya da çok büyük zorluk gerektiriyorsa, kullanılması gerekli olduğu müddetçe gusle engel olmaz. Bu durumda sargı bezi üzerine mesh hükümleri geçerli olur.

Was this helpful?
7
3
SORU: Abdest esnasında vesveseye düşen kişi ne yapmalıdır?

CEVAP: Vesvese, çeşitli sebeplerle insanın yaşadığı kararsızlık, şüphe ve kuruntu hâlidir. Bu, çoğu kere abdest alınıp alınmadığı, tam olup olmadığı ya da bozulup bozulmadığı şüphesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Abdest alan kişinin vesvese sebebi ile abdestini tekrarlaması gerekmez. Hatta kişi bu tür vesveselere itibar etmemeli, içine doğan şüphe ve tereddüt hâllerinin asılsız olduğunu kendine telkin etmeli, ihtiyaç duyulması hâlinde psikolojik tedaviye yönelmeli; ayrıca manevî destek olarak Felak ve Nâs sûrelerini, anlamlarını da düşünerek okuyup bu hâlden kurtulmak için Allah’a dua etmelidir.

Was this helpful?
6
3
SORU: İslam’a göre eti yenilip yenilmeyen hayvanların tespiti neye göre yapılmıştır?

CEVAP: İslâm, insanı maddî ve manevî her türlü zarardan korumak için birtakım kurallar koymuş ve insana zarar verebilecek pis ve iğrenç olan her şeyi yasaklamış; temiz, güzel ve faydalı olanı da helal kılmıştır (el-Bakara, 2/168; el-A’râf, 7/157).
Kur’ân ve sünnette etleri yenilmeyen hayvanlarla ilgili bir liste verme yönüne gidilmemiş, domuz gibi ismi belirtilenler yanında bazı hayvanlar için de belli ilke ve ölçüler konulmakla yetinilmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünneti, Kur’ân-ı Kerîm’deki yasaklamaları teyit eden ifadelerin yanı sıra, “necis ve iğrenç” yiyeceklerin özelliklerine ilişkin detaylı açıklamaları da içermektedir. Mesela Hz. Peygamber (s.a.s.), yırtıcı hayvanların (parçalayıcı uzun ve sivri dişleri olan hayvanlar) ve yırtıcı kuşların (pençesi ile avını parçalayan kuşlar) etlerinin yenmeyeceğini özellikle belirtmiştir. Bununla birlikte Resûlullah’tan (s.a.s.), bazı hayvanların etlerinin yenilmesine dair hükümleri ihtiva eden başka hadisler de rivâyet edilmiştir (Müslim, Sayd, 15,16 [1933-1934] ; Ebû Dâvûd, Et’ime, 32 [3802]). Ayrıca sağlığa zararlı maddelerin tüketilmemesi, İslâm’ın genel ilkelerinden kabul edilmiştir.

Was this helpful?
5
5
SORU: Bir kimse namaz kılmayan eşinden dolayı sorumlu mudur?

CEVAP: İslâm’a göre her fert, kendi yaptıklarından sorumludur. Başkalarının yaptıklarından sorumlu değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. Günah yükü ağır gelen kimse onun taşınması için yardım çağrısında bulunsa çağrılan yakını bile olsa o yükten hiçbir şeyi başkası üzerine alamaz.” (Fâtır Suresi, 35/18) buyrulur. İslâm, her insanın bir iradesi ve seçme hürriyeti bulunduğunu ve bunun sonucu olarak yaptıklarından sorumlu olacağını bildirmiştir.
Bir Müslüman, ibadetlerini yerine getirmezse bunun hesabını Allah’a verecektir. Diğer Müslümanlara düşen ise ona nasihat etmek ve telkinlerde bulunmaktır. İnsanın emr-i bi’l-ma’rûfa en yakınlarından, ailesinden başlaması esastır.
Bir kimse, namaz kılmayan eşine, beş vakit namazını vakti içinde eda etmesi için namazın maddî ve manevî faydalarını güzellikle anlatmalı, onu geçmişteki ihmalkârlığından ötürü tövbeye davet ederek namaz kılmaya iknaya çalışmalıdır. Güzellikle yapılacak tavsiyelere rağmen, eşin namaz kılmamasının sorumluluğu tamamen kendisine yani kılmayana aittir.

Was this helpful?
4
4
SORU: Abdest alırken ağzıma veya burnuma su vermeyi unutursam tekrar abdest almam gerekli mi?

CEVAP: Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîlere göre, ağza ve burna su vermek abdestin sünnetlerindendir. Hanbelîlerde ise hem abdest hem de gusülde ağza ve burna su vermek farzdır. Buna göre abdestte ağzın ve burnun yıkanması sünnet olduğundan, abdest esnasında bir hastalıktan veya ameliyattan dolayı veya sebepsiz olarak ağza ve burna su vermeyi terk eden kimsenin bu davranışı abdestin geçerliliğine engel olmaz. Hanbelilere de ise abdest geçersiz sayılır.

Was this helpful?
6
3
SORU: Camiler için kullanılan “Allah’ın evleri” ifadesini kullanmak dinen uygun mu? Allah’ı bir mekâna sığdırma anlamı içermiyor mu?

CEVAP: “Allah’ın evi” terkibinin Arapça karşılığı “Beytullah” olup Kâbe hakkında kullanılan bir ifadedir. “Beyt”ten maksat, Kâbe’dir. “İbrahim ve İsmail’e; ‘Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun’ diye emretmiştik.” (el-Bakara, 2/125) âyetinde de ev kelimesi Allah’ın zâtına izafe edilmiştir.
Kâbe’ye Beytullah (Allah’ın evi) denilmesi, Allah’a (c.c.) ibadet etmek için yeryüzünde yapılan ilk mâbed olması, insanların hidâyeti ve putperestliğin yıkılıp tevhid inancının yerleşmesi için gönderilmiş olan Hanîf dininin sembolü ve bütün Müslümanların namazlarında yöneldikleri yer olması gibi sebeplere dayanır. Allah, “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke’deki (Kâbe) dir.” (Âl-i İmran, 3/96) buyurarak onun şerefini yüceltmiştir. Allah için ibadete mahsus olan tüm camiler ve mescitler için de “Allah’ın evi” terkibi kullanılır. Nitekim bir hadis-i şerifte; “Yeryüzünde Allah’ın evleri; mescitlerdir. Oraya gelene Allah Teâlâ ikramda bulunur.” (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr, 10/161 [10324]) buyrulmaktadır.
Bu itibarla “Allah’ın evi” tabirinden Allah için ibadet edilen yer anlaşılmalı, asla Allah’a isnat edilen bir mekân anlaşılmamalıdır. Çünkü Allah (c.c.) zaman ve mekândan münezzehtir. O, bir mekânda olan değil, bütün mekânları kuşatmış olandır. Zaman ve mekân mahlûk/yaratılmıştır. Allah ise yaratıcıdır. Dolayısıyla O, yaratılmışlara has özelliklerden münezzehtir, yani uzaktır.

Was this helpful?
5
3
SORU: Müslümandan namaz ibadeti ne zaman ve hangi hâllerde düşer?

CEVAP: Akıl sağlığı yerinde olan ve ergenlik çağına ermiş her Müslüman’a namaz farzdır. Bu şartları taşımayan kimse namazla mükellef değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), bir hadiste çocuklar ve akıl sağlığı yerinde olmayan kimselerden sorumluluğun kaldırıldığını belirtmiştir.
Bazı durumlarda sağlık sorunu olanlardan da namaz düşer. Hanefîler’e göre, sadece başını hareket ettirerek dahi namaz kılmaya gücü yetmeyecek derecede rahatsız olan kimseye bir şey gerekmez. Eğer bu hastalıktan ölürse, kılamadığı namazları kaza etme imkânı bulamadığı için borçsuz olarak Allah’ın huzuruna çıkmış olur. İyileşmesi durumunda; kılamadığı namazları bir günlük (beş vakit) namazı geçmezse, kaza etmesi gerekir. Sayı bundan daha çok olursa sahih olan görüşe göre, o kimseye kaza gerekmez. Baygın kalan kişi için de baygınlık süresine göre aynı hükümler geçerlidir.
Hayatını yatalak olarak geçiren kişi, eğer yataktan kalkıp abdest alamıyorsa veya abdest aldıracak birini bulamıyorsa yanında bulunduracağı tuğla, kiremit veya taş gibi bir madde üzerine teyemmüm eder. Yatağından doğrulmaya ve kıbleye yönelmeye tek başına imkân bulamayan kişi, kendisine yardım edecek kimse de olmadığı takdirde yerinden doğrulmadan, yüzünü çevirebildiği kadar kıbleye çevirerek yattığı yerde namazını îma ile kılar.
Hastalığından dolayı kendi başına teyemmüm edemeyen ve bu konuda kendisine yardım edecek birini de bulamayan kişi kendisini abdestli gibi sayarak isterse namazını îma ile kılar; isterse de kazaya bırakır; iyileşmesi hâlinde kaza eder, iyileşmeme durumunda ise kendisinden yükümlülük düşer .

Was this helpful?
6
4
SORU: Ağız veya burun ameliyatı oldum. Burnuma su değmemesi gerekli. Abdest alırken ağzıma ve burnuma su vermesem olur mu?

CEVAP: Abdest alınacak uzvun ıslanması sağlık açısından sıkıntılı olacak durumlarda yıkanması gerekli yerler mesh edilir. Eğer mesh dahi zarar verecekse, İslam’a göre öncelik sağlık olacağı için yıkamadan abdest alınabilir.

Was this helpful?
5
3
SORU: Kur’an-ı Kerim’de kaç âyet bulunmaktadır? Sayı farkları neden var?

CEVAP: Kur’ân sûrelerini oluşturan başı ve sonu belli olan harf, kelime, cümle veya cümlelere âyet denilmektedir. Hz. Peygamber’den (s.a.s.) günümüze kadar yazılan bütün Kur’ân-ı Kerîmler aynı olup hiçbir değişikliğe uğramadan gelmiştir. Bununla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de, hicri ilk asrın ikinci yarısına kadar nokta, hareke ve vakıf (durak) işaretleri bulunmamaktaydı. Daha sonraki süreçte ise Hz. Peygamber’den nakledilen okuyuş esas alınarak harflere noktalama ve harekeleme yapılmış; âyet sonlarına vakıf işaretleri ve âyet numaraları konulmuştur.
Sûre başlarındaki besmelenin sûreye dâhil bir âyet olup olmaması, “hurûf-u mukattaa”nın müstakil bir âyet sayılıp sayılmaması ve az sayıdaki bazı âyetlerin başlangıç ve bitiş yerleri hakkında farklı görüşlerin bulunması sebebiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki toplam âyet sayısı konusunda 6204, 6214, 6219, 6225, 6236 gibi kısmi görüş farklılıkları olmuştur. Ayrıca hakkında müşahhas bir tespit olmamakla birlikte yaklaşık olarak verilmiş bulunan 6666 sayısı söylem olarak yaygınlık kazanmıştır. Ancak asırlardan beri yazılan Mushaflardaki hâliyle toplam âyet sayısı, 6236’dır. Görüldüğü gibi âyet sayılarının farklı tespiti, yukarıdaki gerekçelerden kaynaklanmakta olup Kur’ân metninde fazlalık veya eksiklik olduğu anlamına gelmemektedir.

Was this helpful?
6
3
SORU: Namazda veya namaz dışında ağlamak abdesti bozar mı?

CEVAP: Her ne sebeple olursa olsun namaz dışında ağlamak ve buna bağlı olarak gözden yaş akması abdesti bozmaz. Ancak namaz esnasında, dünyalık bir endişe ile ses çıkararak ağlamak kişinin namazını bozar, abdestini bozmaz. Bununla birlikte namazda Allah korkusu, cennet veya cehennemin hatırlanması vb. nedenlerle ağlamak abdesti bozmayacağı gibi namaza da zarar vermez.

Was this helpful?
6
5
SORU: Bir kimse hayatta iken mülkünü bir hayır kurumuna bağışlasa, ölümünden sonra çocukları bu bağışı iptal ettirebilirler mi?

CEVAP: Bir kimse hayatta iken yapmış olduğu hibeden geri dönme hakkına sahiptir. Ama onun ölümünden sonra çocuklarının bu hibeyi iptal etme hakları yoktur.

Was this helpful?
5
3
SORU: Üzerinde resim olan elbiseyle namaz kılınabilir mi?

CEVAP: Üzerinde canlı varlıkların resimlerinin bulunduğu elbise ile namaz kılmak mekruhtur. Mümkünse bu elbiseler çıkarıldıktan sonra namaz kılınmalıdır. Böyle bir elbise ile namaz kılınması mekruh olsa da bu şekilde kılınan namaz geçerlidir.

Was this helpful?
6
3
SORU: Guslederken suyun küpe deliklerine ulaşması şart mıdır?

CEVAP: Yıkanmasında güçlük ve zahmet olan göz, kapanmış küpe deliği gibi yerleri yıkamak farz değildir. Gusül esnasında, küpelerin ve dar olan yüzüğün oynatılması gerekir. Bu konuda vesveseye kapılarak aşırıya gitmeye gerek yoktur, küpe deliklerinin ovuşturulması guslün geçerli olması için yeterlidir.

Was this helpful?
5
4
SORU: Müteşâbih ayetler kaça ayrılır?

CEVAP: Müteşâbih ayetler; lafzı müteşâbih olanlar, anlamı müteşâbih olanlar ve hem lafzı hem anlamı müteşâbih olanlar olmak üzere üç kısma ayrılır:
1. Lafzı müteşâbih olan Ayetler: İçinde müteşâbih bir müfret (tek) kelimenin bulunduğu ayetlerdir.
Misal1:
(فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ) “Bunun üzerine yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi” ayetindeki (بِالْيَمِينِ ) kelimesi “sağ el, yemin, kuvvet” anlamlarına gelmektedir. Söz konusu kelimeye bu anlamlardan her üçünün de verilmesi mümkündür. Bundan dolayı bu kelime müteşâbih kabul edilmektedir.
2. Anlamı Müteşâbih Olan Ayetler:
Bu ayetler, Allah’ın bazı fiil ve sıfatları, kıyamet halleri, cennet ve cehennem gibi, insanın tam olarak kavrayamadığı konulardan bahseden ayetlerdir.
Kur’an-ı Kerim’in bu konularla ilgili ayetlerinden birkaçı şunlardır:
“Rahman, arşa istiva etmiştir. ”
“Nihayet sur’a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler.”
Ayette anlatılan “Rahman, arşa istiva etti. “, “sur” vb. İfadeleri duygu ve düşüncelerimizle tam olarak bilip algılayamadığımız ve mahiyetlerini de kavrayamadığımız için bu hususların anlatıldığı ayetler, anlam yönünden müteşâbih kabul edilmektedir.
3. Hem Lafzı Hem Anlamı Müteşâbih Olan Ayetler
Bu ayetler, anlamları ya te’vil edilmek veya muhkem ayetler ve sahih hadislerle açıklanmak ya da çeşitli yönlerden incelenip araştırılmak sûretiyle anlaşılabilen ayetlerdir.
Misal:
“… İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir…”
Araplar hac için ihrama girdikleri zaman evlerine geldiklerinde içeriye kapıdan girmezler, duvardan bir delik açarak oradan girerler; çıkacakları zaman da o delikten çıkarlardı. Bu davranışın da kendileri için iyi ve gerekli olduğu inancında idiler. Cenâb-ı Hak bu ayetiyle onların bu davranışlarının iyi, yani sevap kazandıran bir hareket olmadığını belirtmiştir.
Söz konusu ayet, sözündeki kısalık sebebiyle lafzı yönünden müteşâbihtir. Çünkü Allah’ın iyilik olarak kabul etmediği “evlere arkalarından girme” olayı, Arapların hac için ihramda oldukları zamanki davranışlarına hastır. Yani Cenâb-ı Hak, diğer zamanlardakini değil, özellikle “ihramda iken eve arkadan girmenin” iyilik olmadığını belirtmektedir. Zira Araplar, bu davranışı ihramda oldukları zamanda yapmayı iyilik olarak kabul ederlerdi. Ancak ayet; “ihramda olduğunuz zaman evlere arkalarından gelip girmeniz” şeklinde değil de, “evlere arkalarından gelip girmeniz” şeklinde nazil olmuş, dolayısıyla söz kısaltılmıştır. Bundan dolayı da ayet, lafzı itibarıyla müteşâbih kabul edilmiştir.
Ayet, anlamı yönüyle de müteşâbihtir. Çünkü Arapların söz konusu âdetini bilmeyen kimseler hem ayetin ne anlam ifade ettiğini kavrayamazlar hem de belirtilen olayın ihramda iken yapılan bir davranış olduğunu bilemezler. Dolayısıyla anlamında bir kapalılık olduğu için bu ayet, anlamı yönünden de müteşâbih kabul edilmiştir.

Was this helpful?
7
4
SORU: Sağlık ve güvenlik gibi alanlarda çalışan bir kimse namazların sadece farzını kılıp, sünnetleri terk edebilir mi?

CEVAP: Vakit namazlarının öncesinde ve sonrasında kılınan sünnet namazlar, farz namazlara hazırlayıcı ve bu namazlarda oluşabilecek eksiklikleri tamamlayıcı ibadetler olarak değerlendirilmiş, ayrıca Hz. Peygamber’e (s.a.s.) bağlı olmanın bir göstergesi kabul edilmiştir. Bu itibarla bu namazların mümkün oldukça kılınması tavsiye edilmiştir.
Şu hâlde farz namazlar ile birlikte kılınan düzenli nâfileler (revâtib sünnetler) de kılınmalıdır. Önemli mazeretleri olanlar ise alışkanlık hâline getirmemek kaydıyla gerektiğinde bu sünnetleri terk edebilirler.

Was this helpful?
6
4
SORU: Gusül esnasında vesveseye düşen kişi ne yapmalıdır?

CEVAP: Vesvese, çeşitli sebeplerle insanın yaşadığı kararsızlık, şüphe ve kuruntu hâlidir. Bu, çoğu kere guslün alınıp alınmadığı, tam olup olmadığı ya da bozulup bozulmadığı şüphesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Gusül alan kişinin vesvese sebebi ile guslün tekrarlaması gerekmez. Hatta kişi bu tür vesveselere itibar etmemeli , içine doğan şüphe ve tereddüt hâllerinin asılsız olduğunu kendine telkin etmeli, ihtiyaç duyulması hâlinde psikolojik tedaviye yönelmeli; ayrıca manevî destek olarak Felak ve Nâs sûrelerini, anlamlarını da düşünerek okuyup bu hâlden kurtulmak için Allah’a dua etmelidir.

Was this helpful?
8
4
SORU: Müteşâbih Ayet ne demektir?

CEVAP: Müteşâbih kelime olarak; birbirine her bakımdan (tıpatıp) benzeyen şeyler demektir. Terim olarak müteşâbih; birden fazla anlamı bulunabilen ve bu anlamlardan birini tercih etmek için başka delile ihtiyaç duyulan ayettir. Müteşabihler çoğunlukla Allah’ın zat ve sıfatları, iman, ahiret gibi gaybi konuları içermektedir. Müteşabihler, gayb âlemine ait bu konuları doğrudan değil, hayatımızdaki benzerleriyle anlatmıştır. Çünkü bilinemeyen bu âlem, insana ancak bildiği ve kavrayabildiği nesnelerle anlatılabilir. Mesela, Allah’ın her şeye hükümran olduğu, Rab ve Melik isimleriyle ifade edilmiştir. Aynı şekilde insan aklının kavrayabilmesi için cennet dünyanın güzelliklerine, cehennem ateşe benzetilerek anlatılmıştır.

Was this helpful?
6
4
SORU: Tuvalet ihtiyacı varken namaz kılmak caiz midir?

CEVAP: Namaz huşû ve Allah’ın huzurunda bulunma bilinci ile kılınmalıdır. Bu sebeple, namazda dikkati dağıtacak durumların olabildiğince giderilmesi önem arz eder. Onun için mesela vakit daralmamış ise aç bir kimsenin sofra hazırken namaza durması uygun görülmemiştir. Tuvalet ihtiyacı da, namazda huşûyu engelleyen ve dikkati dağıtan bir etki yapacağından bu hâlde iken namaz kılmak mekruhtur. Hz. Peygamber (s.a.s.), idrarı sıkışık durumda olan veya yemek hazırken namaza duran kişinin namazının faziletinin tam olmayacağını belirtmiştir.

Was this helpful?
5
5
SORU: Abdest alırken konuşmanın sakıncası var mıdır?

CEVAP: Abdest alırken konuşmak abdeste zarar vermez. Ancak bir ihtiyaç olmadıkça konuşmak uygun değildir. Abdest almaya başlayan kişi, yaptığı ibadete odaklanmalı, dünyevi meşguliyet, duygu ve düşüncelerden mümkün olduğunca uzaklaşmalıdır.

Was this helpful?
5
4
SORU: Bozulan her bir yemin için ayrı ayrı mı yoksa hepsi için bir keffâret mi ödenmelidir?

CEVAP: Birden çok yemin edip sonra da bozmanın çeşitli şekilleri vardır:
a) İster peş peşe isterse farklı zamanlarda, birden çok yemin edilerek, her bir yeminde diğerinden farklı bir işin yapılması veya yapılmamasından söz edilmesi durumunda, fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre her bir yeminin ihlalinden dolayı ayrı ayrı keffâret gerekir. Mesela, “Vallahi şu kimsenin evine girmeyeceğim”, “Vallahi onunla konuşmayacağım” şeklinde söylenen sözlerin her biri ayrı birer yemindir. Yemin bozulup söz konusu kişinin evine girilmesiyle bir keffâret, o kişiyle konuşmakla ayrı bir keffâret gerekir.
b) Bir yemin cümlesinde, Allah’ın adı yemin için bir defa zikredilmekle beraber, yapılması veya yapılmaması söz konusu edilen işler sayıca birden fazla olursa, bunların hepsi birden ihlal edilse bile bir kefaret yeterlidir. Mesela, “Vallahi şunu yemeyeceğim, şunu içmeyeceğim” diyen kimse, hem yiyerek hem de içerek verdiği söze aykırı davranırsa, sadece bir keffâret gerekir.
c) Bir yemin cümlesinin tamamı birden fazla mesela, “Vallahi şu işi yapmayacağım”, “Vallahi şu işi yapmayacağım” şeklinde tekrar edilir ve sonra da bu yemin bozulursa; Hanefî mezhebinde kabul gören görüşe göre, ne kadar tekrar edildiyse o kadar sayıda kefaret gerekir. Böyle bir yemin tekrarının aynı zaman ve ortamda veya farklı zaman ve ortamlarda yapılması hükmü değiştirmez. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde kabul gören görüşlere ve bazı Hanefîler’e göre ise bir keffâret yeterlidir.
d) Bir yemin cümlesinde, yemin konusu olan iş bir defa zikredilmekle beraber, Allah’ın isminin tekrar edilmesi veya O’nun birden fazla isminin kullanılması hâlinde, başta İmam Muhammed olmak üzere fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre bu tek bir yemin sayılır ve bozulması durumunda bir keffâret yeterlidir.

Was this helpful?
6
3
SORU: Nafile namazları camide mi yoksa evde mi kılmak daha faziletlidir?

CEVAP: Hz. Peygamber (s.a.s.), farz namazların cemaatle kılınmasını tavsiye etmiş ve “Cemaatle kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.” buyurmuştur. Diğer bir hadislerinde ise “Eğer insanlar yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılmanın sevabını bilselerdi emekleyerek de olsa cemaate katılırlardı.” buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s.), gerek beş vakit farz namazların öncesinde ve sonrasında, gerekse farz namazlardan ayrı olarak sünnet ve nâfile namaz kılar; sünnet ve nâfile namazların evde kılınmasının daha uygun olacağını belirtirdi. Bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ey İnsanlar! Evinizde namaz kılınız. Zira farz namaz dışındaki namazların en makbulü, insanın evinde kıldığı namazdır.”

Was this helpful?
7
3
SORU: Besmele ve niyet unutulduğunda abdest kabul olur mu?

CEVAP: Abdeste başlarken niyet etmek ve besmele çekmek sünnettir. Bu bakımdan niyet etmeden ve besmele çekmeden alınan abdest geçerlidir. Ancak abdestten önce besmele ve niyetin unutulması sünnet sevabından mahrum olunmasına neden olur.

Was this helpful?
7
3
SORU: Bebeğin göbek bağının cami, okul bahçesi gibi yerlere gömülmesinin islam’da yeri var mıdır?

CEVAP: Göbek bağının cami, okul gibi mekanlara gömülmesine dair inanışın dini bir dayanağı bulunmamaktadır. Ancak insanın bir parçası olduğu için saygı gereği göbek bağının uygun bir yere gömülmesi tavsiye edilir.

Was this helpful?
4
2
SORU: Muhkem Ayet ne demektir?

CEVAP: Kelime olarak muhkem; güçlü, tam olarak sağlamlaştırılmış, şüpheden arınmış, anlamındadır. Muhkem kelimesinin bu anlamına göre Kur’an’ın tüm ayetleri muhkem kabul edilmiştir. Çünkü Kur’an’ın bütün ayetleri her türlü noksanlık, eksiklik, bozukluk ve şüpheden uzaktır. Bu özelliklerini kıyamete kadar da sürdürecek niteliktedir. Terim olarak muhkem; Kur’an-ı Kerim’in kolaylıkla anlaşılan açık ifadeleridir. Muhkem ayetlerde ibadet, helal, haram ve amellere dair hususlar yer almaktadır. Bu ayetler; gördüğümüz, yaşadığımız, hissettiğimiz, sayabildiğimiz ve akıl yürütebildiğimiz konularda bilgi vermektedir. Ayetlerin anlamı kesindir.
Muhkem ayetlere misaller:
“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”
Bu ayet, ihtiva ettiği hükmü, yani içki içmenin, kumar oynamanın, putlara tapmanın ve fal oklarının haram olduğunu açık ve net olarak ifade etmektedir. Dolayısıyla ayet muhkemdir.

Was this helpful?
7
3
SORU: Vakit namazlarının farzlarıyla birlikte kılınan sünnetleri terk etmenin sakıncası var mıdır?

CEVAP: Farz namazların öncesinde ve sonrasında kılınan revâtib sünnetler, müekked ve gayri müekked sünnetler olmak üzere iki kısımdır. Müekked sünnet, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sürekli kıldığı fakat bağlayıcı olmadığını göstermek amacıyla bazen terk ettiği; gayri müekked sünnet ise bazen kıldığı, bazen de terk ettiği sünnet demektir. Gayri müekked sünnetlere müstehap da denilmektedir. Müekked sünnetleri mazeret olmadan terk etmek doğru değildir. Mazeretsiz terk edilmeleri, yanlış ve kusurlu bir davranış olur; ancak azap gerektirmez. Gayri müekked sünnetler ise mazeret olmadan da bazen terk edilebilirler.

Was this helpful?
5
3
SORU: Hz. Peygamber (s.a.s) abdest alırken dua okunmasını tavsiye etmiş midir?

CEVAP: Sahih rivâyetlere göre Hz. Peygamber (s.a.s.) abdestin bitiminde,
أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ اللَّهُمَّ اجْعَلْنِى مِنَ التَّوَّابِينَ وَاجْعَلْنِى مِنَ الْمُتَطَهِّرِينَ
“(Ben, Allah’tan başka ilah olmadığına, O’nun tek olup ortağı bulunmadığına şahitlik ederim. Yine şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah’ım! Beni tövbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle) duasını okuyan kimse için Cennetin sekiz kapısının açılacağını ve dilediği kapıdan içeri girmesine izin verileceğini müjdelemiştir.”

Was this helpful?
6
3
SORU: Selamlaşmanın İslam dinindeki hükmü nedir?

CEVAP: İslâm âlimleri selâm vermenin sünnet, almanın farz olduğunu ve selâm verenin alana göre daha fazla sevap kazanacağını belirtmiştir. Allah Resûlü (s.a.s.) iki Müslümanın karşılaştığında söze önce selâmla başlamalarını öğütlemiş; küçüğün büyüğe, bir vasıta üzerinde gidenin yürüyene, yürüyenin veya ayakta olanın oturana, sayı bakımından az olan topluluğun çok olana selâm vermesinin uygun olacağını bildirerek selâmlaşma âdâbını öğretmiştir. Bunun yanında topluluk içerisinden bir kişinin selâm vermesini ya da verilen selâmı bir kişinin almasını yeterli görmüş ve bir topluluktan ayrılırken de selâmla ayrılmanın güzel olduğunu ifade etmiştir. Şayet topluluktan hiç kimse verilen selâmı almazsa bu durumda toplulukta bulunan herkes günahkâr olur.

Was this helpful?
5
2
SORU: Allah nerededir?

CEVAP: Zaman ve mekân Allah tarafından yaratılmış olup sınırlılık ifade eder. Bu nedenle zaman ya da mekânla sınırlı olmak yaratılmışlara ait bir özelliktir. Allah ise yaratıcıdır. Dolayısıyla Allah zaman yahut mekânla sınırlı olacak şekilde ifade edilemez.
Zaman ve mekândan münezzeh olarak Allah Teâlâ her daim kullarına yakın ve onlarla beraberdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu anlamı ifade eden pek çok âyet vardır; “Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.” (el-Bakara, 2/186), “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16), “O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ edendir… Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.” (el-Hadîd, 57/4).
“Rahmân Arş’a istiva etmiştir.” (Tâhâ, 20/5) gibi müteşâbih âyetlerden yola çıkarak Allah’ın gökte olduğu şeklinde yapılan yorumlar, İslâm âlimlerinin geneli tarafından kabul görmemiştir. Zira bu ve benzeri âyetlerin anlamları müteşâbih olup Allah’ın yüceliğini ifade etmektedir. Her ne kadar sıfatlarıyla Allah Teâlâ’yı bilsek de O (c.c.), zâtı itibarıyla idrak ve tasavvurumuzun ötesindedir. İnanan kimseye düşen, O’nun insana şah damarından daha yakın olduğu bilinciyle hareket etmesi, iman ve amelleriyle Rabbine yönelip kulluk görevini yerine getirmeye çalışmasıdır.

Was this helpful?
6
2
SORU: “İsm-i A’zâm” ne demektir?

CEVAP: İsm-i A‘zam, sözlükte “en büyük isim” anlamına gelmektedir. Terim olarak Allah’ın (c.c.) en güzel isimleri içerisinde yer alan bazı isimler için kullanılmıştır. İslâm âlimlerinin bir kısmı, Allah’ın isimlerinin tamamının, fazilet ve üstünlük bakımından eşit derecede olduğunu kabul etmiş, diğer bir kısmı ise hadisleri göz önünde bulundurarak bazı isimlerin diğerlerinden daha büyük ve faziletli olduğu görüşünü benimsemişlerdir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bazı hadislerinde İsm-i A‘zamdan bahsedilmekte, bu isimle dua edildiği zaman duanın mutlaka kabul edileceği bildirilmektedir. Fakat Allah’ın en büyük isminin hangisi olduğunu kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Çünkü bu hadislerin bir kısmında “Allah” ismi, bir kısmında ise “Rahmân, Rahîm” (esirgeyen, bağışlayan), “Hay Kayyûm” (diri ve her şeyi ayakta tutan), “Zü’l-celâli ve’l-ikrâm” (ululuk ve ikram sahibi) isimleri Allah’ın en büyük ismi olarak belirtilmektedir.
Konuyla ilgili bir hadis şöyledir: “Resûlullah (s.a.s.), bir kişinin şöyle dua ettiğini işitti: ‘Allah’ım, şehadet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’sın, birsin, Samed’sin (hiçbir şeye ihtiyacın yoktur, her şey sana muhtaçtır), senden çocuk olmadı (kimsenin babası olmadın), doğmadın (kimsenin çocuğu olmadın), bir eşin ve benzerin yoktur.” Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.) buyurdular: “Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a yemin olsun ki bu kimse, Allah’tan İsm-i A‘zâm’ı ile talepte bulundu. Şunu bilin ki kim İsm-i A‘zâmla dua ederse Allah ona icabet eder, kim onunla talepte bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir.”. Başka bir hadis meâli de şöyledir: “Bir adam şöyle dua etmiştir: “Ey Allah’ım, hamdler sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilâh yoktur. Sen semâvât ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hay ve Kayyûm’sun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin). Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!” (Bu duayı işiten) Resûlullah (s.a.s.) sordu: “Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?” “Allah ve Resûlü daha iyi bilir?” diye cevap verdiler. Resûlullah şöyle devam etti: “Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a yemin ederim ki, o, Allah’a, İsm-i A‘zâm’ı ile dua etti. O İsm-i A‘zâm ki onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir.”

Was this helpful?
6
3
SORU: Farz namazlarla birlikte kılınan sünnet namazların dayanağı nedir?

CEVAP: Hz. Peygamber (s.a.s.), farz namazların öncesinde ve sonrasında sünnet namazları kılmış ve ümmetine de tavsiye etmiştir. Bundan dolayı vakit namazlarıyla birlikte eda edilen düzenli (revâtib) sünnetler imkânlar ölçüsünde kılınmalıdır. Hz. Muhammed (s.a.s.) bir hadislerinde, “Her kim öğle namazından önce dört rek’at, sonra iki rek’at, akşamdan sonra iki rek’at, yatsıdan sonra iki rek’at, sabahtan önce de iki rek’at olmak üzere 12 rek’at sünnet/nâfile namaz kılmaya devam ederse, Allah da o kimseye cennette bir köşk inşa eder.” buyurmuştur. İkindi namazı ile ilgili olarak da “İkindiden önce dört rek’at namaz kılana Allah merhamet etsin.” demiştir.

Was this helpful?
7
2
SORU: İslam’da abdest almanın önemi nedir?

CEVAP: Abdestle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de, “Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar kollarınızı yıkayın, başınızı mesh edin ve aşık kemikleri ile beraber ayaklarınızı yıkayın… Eğer su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm edin.” (Mâide Suresi, 5/6) buyurulur. Hz. Peygamber (s.a.s.), abdestin nasıl alınacağını Müslümanlara fiilî olarak gösterdiği gibi abdestsiz olarak kılınacak hiçbir namazın Allah (c.c.) katında kabul olunmayacağını da ifade etmiştir.

Was this helpful?
6
3
SORU: “Âhir Zaman” ne demektir? Biz âhir zamanda mı yaşıyoruz?

CEVAP: “Âhir zaman”, dünya hayatının kıyamet kopmadan önceki son dilimi anlamında kullanılan bir kavramdır. İslâm inancına göre, âlemin başlangıcı olduğu gibi sonu da vardır. Ancak bu sonun ne zaman gerçekleşeceğini bilmek insanın bilgisi dışındadır. İnsanın ömrü gibi âlemin ömrünü belirleme hususundaki bilgi de Allah’a aittir. Kur’ân-ı Kerîm’de bununla alakalı şöyle buyrulur: “Kıyametin ne zaman kopacağını sana sorarlar. De ki: ‘Onun bilgisi sadece Rabbimin nezdindedir. Onun vaktini kendisinden başka kimse açıklayamaz’ …” (el-A‘râf, 7/187); “Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek, ancak Allah’a aittir.” (Lokmân, 31/34) Diğer taraftan Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sonra elçi gönderilmeyeceği için ona “âhir zaman peygamberi”, ümmetine de “âhir zaman ümmeti” denmiştir. Bu anlamda biz âhir zamanda yaşamaktayız.

 

Was this helpful?
6
3
SORU: “Allah’ın zamansız ve mekânsız olması” ne demektir?

CEVAP: Allah’ın zamansız ve mekânsız oluşu, O’nun varlığının hiçbir şekilde zaman ve mekânla sınırlandırılmaması demektir. Zira zaman ve mekân yaratılmıştır. Allah ise yaratıcıdır. Dolayısıyla O, yaratılmışlara has özelliklerden uzaktır. Biraz daha açarak ifade etmek gerekirse yaratılmış olan varlıklar bir zaman ve mekânda var olurlar. Zaman, varlıklardaki hareketliliğin birimsel olarak ifade edilmesi olup varlıktan ayrı bir şey değildir. Sonuçta bu da mahlûk yani yaratılmış bir şeydir. Allah ise her şeyi var eden yaratandır (el-En‘âm, 6/102). “O gökleri ve yeri yaratandır…” (Fâtır, 45/1). O hâlde Allah, her çeşit zaman ve mekân sınırlandırmalarından uzaktır.

Was this helpful?
6
4
SORU: Namaz hangi hâllerde bozulabilir?

CEVAP: Namazı, mazeretsiz bozmak haramdır. Ancak bazı durumlarda namazı bozmak vacip, bazı durumlarda mübah, bazen de müstehap olur. İnsan canına yönelik bir tehlike karşısında; mesela saldırıya uğrayan, ateşe, suya düşen bir insanın yardım istemesi hâlinde ona yardım etmek maksadıyla namazı bozmak vacip olur. Bir malın telef olmasını, çalınmasını önlemek gayesiyle namazı bozmak mübahtır. Tek başına namaz kılan bir kişinin, cemaatle namaz kılmanın faziletini kazanmak için namazı keserek farza yetişmesi ise müstehaptır.

Was this helpful?
6
3
SORU: Besmele ve niyet unutulduğunda abdest kabul olur mu?

CEVAP: Abdeste başlarken niyet etmek ve besmele çekmek sünnettir. Bu bakımdan niyet etmeden ve besmele çekmeden alınan abdest geçerlidir. Ancak abdestten önce besmele ve niyetin unutulması sünnet sevabından mahrum olunmasına neden olur.

Was this helpful?
7
3
SORU: Çocuklara Allah için kullanılan isimler verilir mi?

CEVAP: Anne-babanın çocuğuna karşı görevlerinden birisi de ona güzel isim vermektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), bir hadisinde insanların kıyamet günü isimleri ile çağrılacağını belirterek “(Çocuklarınıza) güzel isim koyunuz.” buyurmuştur.
Allah’a has isimler ise aynı lafızla çocuklara verilmemelidir. Şâyet çocuklara bu isimler verilecekse başına “kul” anlamına gelen “abd” kelimesi eklenerek “Abdullah” (Allah’ın kulu), “Abdurrahmân” (Rahmân’ın kulu), “Abdurrezzâk” (Rezzâk’ın kulu), “Abdülhâlık” (Hâlık’ın kulu) şeklinde verilmelidir.
Allah Teâlâ’nın “Esma-i Hüsna’sından “Kerîm, Latîf, Raûf, Mümin…” gibi isimler ise Allah’ın dışında kulların da vasıflandığı müşterek isimler olduğundan Allah’a has olmayan bu isimler çocuklara ad olarak verilebilir.

Was this helpful?
6
3
SORU: “Allah” ismi yerine “Tanrı” kelimesini kullanmak caiz midir?

CEVAP: “Tanrı” kelimesi, Arapça “ilâh” kelimesinin karşılığıdır. “İlâh” kelimesi “kendisine tapınılan varlık” anlamına geldiğinden zaman zaman Allah Teâlâ (c.c.) için kullanıldığı gibi insanların Allah’tan başka taptıkları varlıklar için de kullanılır. “Allah” lafza-i celâli ise bizzat Allah Teâlâ’nın kendisini ifade eden özel ismidir. Bu bakımdan, kelâm âlimlerine göre “Allah” kelimesi, Cenâb-ı Hakk’ın yüce zâtına ve bütün kemâl sıfatlarına delalet eden özel ismidir. Hiçbir dilde bu kelimenin ifade ettiği özel manayı kapsayacak bir kelime bulunmamaktadır. Öte yandan “Allah” kelimesi bütün Müslümanlar için tevhid inancını temsil eden ortak bir bağ niteliğindedir. Bu sebeple Müslümanların, ibadet ettikleri tek yaratıcılarını “Allah” diye anmaları daha doğru olur. Dolayısıyla “Allah” bu adla veya “esmâ-i hüsnâ” adı verilen 99 isminden biriyle anılmalıdır. Bununla birlikte dinimizin bildirdiği mutlak kemâl sahibi, noksanlardan münezzeh olan Yüce Allah’ı “Tanrı” kelimesi ile ifade etmek de İslâm inancına aykırı olmaz.

Was this helpful?
5
3
SORU: Duadan sonra eller yüze sürülür mü?

CEVAP: Namazlardan sonra veya başka zamanlarda dua ederken elleri yüze sürmek, duada el kaldırıldığında sünnettir. El kaldırmadan dua edildiği zaman, ellerin yüze sürülmesi gerekmez.

Was this helpful?
5
3
SORU: Özür sahibi bir kimse cemaate namaz kıldırabilir mi?

CEVAP: Abdest bakımından özür sahibi olan kişi, kendisi gibi özür sahibi olanlara imam olarak namaz kıldırabilir. Fakat bu kişi özür sahibi olmayanlara imam olamaz. Çünkü imamın durumu cemaatin durumundan aşağı olmamalıdır.

Was this helpful?
6
4
SORU: Tedavi maksadı ile cilde sürülen ilaç vb. maddeler abdeste engel olur mu?

CEVAP: Abdest alırken yıkanması gereken bir organın üzerine tedavi maksadıyla sürülen ancak tabaka oluşturan merhem vb. maddelerin yıkanması, yapılan tedaviye engel teşkil etmiyorsa, bu organın yıkanması gerekir. Eğer yıkamak zarar veriyorsa, ıslak elle üzerine mesh edilir. Mesh etmek de zararlı ise o da terk edilir. Bu maddeler suyun deriye ulaşmasına engel bir tabaka oluşturmuyorsa, abdestin geçerliliğine etki etmez.

Was this helpful?
5
3
SORU: Kadınlar âdetli veya lohusa iken dua edebilirler mi?

CEVAP: Kadınlar âdet veya lohusalık hâllerinde iken dua edebilirler; zikir ve dua anlamı taşıyan âyet-i kerîmeleri okuyabilirler. Bunun yanında, kelime-i şehâdet, kelime-i tevhid, istiğfar, salavât-ı şerîfe getirebilirler. Tefsir, hadis ve fıkıh eserlerini okuyup inceleyebilirler.

Was this helpful?
4
3
SORU: Hastalığa Yakalanma Açısından Risk Grubunda Bulunan Kişiler Ramazan Orucu tutabilir mi?

CEVAP: Ramazan orucunu tutmak, mükellef olan her Müslümanın yerine getirmesi gereken bir farzdır. Mazeretsiz olarak bu orucu terk etmek büyük günahlardandır.
Kur’an-ı Kerim’de Ramazan orucunu tutmamayı mubah kılan mazeretlerden biri de hastalıktır. Bakara sûresinin 184. ayeti, hastalık halinde orucun ertelenip sağlığa kavuşulan diğer günlerde kaza edilebileceğine izin vermiş, artık hiç güç yetiremez hale gelinir ise tutulamayan oruçların fidyelerinin verilmesi gerektiğini belirtmiştir. İslam âlimleri, tutulması halinde hasta olunması veya hastalığın artması yahut uzaması ihtimali varsa onun da bu kapsama dâhil olduğunu ve bu durumda orucun ertelenebileceğini söylemişlerdir. Dolayısıyla oruç tutması hâlinde hasta olacağı doktor tarafından bildirilen kimse de hasta hükmündedir.

Was this helpful?
5
2
SORU: Rükûya veya secdeye giderken elbiseyi düzeltmek namazı bozar mı?

CEVAP: Kişi namaz kılarken, namaza halel getirecek hareketlerden kaçınmalı, azalarını kontrol ettiği gibi kalbini de Allah’a yöneltmelidir. Namaza aykırı olup ‘amel-i kesîr’ olarak nitelenen hareketlerin namazda yapılması namazı bozar. Amel-i kalîl denilen, basit hareketler ise namazı bozmaz. Amel-i kesîr için net bir tanım yapma imkânı olmamakla birlikte, tanımlardan birinde dışarıdan gözlemleyen kişide, namazda olunmadığı izlenimini verecek kadar hareket etmek şeklinde izah edilmiştir. Amel-i kalîl ise bunun zıddıdır. Diğer bir tarife göre de iki el ile yapılması âdet olan işler amel-i kesîr, bir el ile yapılan işler ise amel-i kalîldir. Zorunlu olmadıkça pantolonu veya elbiseyi rükûya veya secdeye giderken çekmek, namaz dışı bir işle meşguliyet olduğu ve namazda olması gereken huşûya aykırı düştüğü için mekruhtur, fakat namazı bozmaz. Pantolonu veya elbiseyi amel-i kesîr sayılacak bir tarzda çekmek ise namazı bozar.

Was this helpful?
6
3
SORU: Özür sahibi kimse ne zaman abdest alır?

CEVAP: Özür sahibi kimse her namaz vakti için abdest alır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) özür sahibi bir kadına böyle yapmasını bildirmiş. Özür sahibi, özrü dışında abdesti bozan farklı bir durum meydana gelmedikçe, vakit içinde aldığı abdestle dilediği kadar farz, vacip, sünnet, kaza namazı, cuma ve bayram namazı kılabilir, Kâbe’yi tavaf edebilir ve Kur’an-ı Kerim’e dokunabilir. Ancak özür sahibinin abdesti namaz vaktinin çıkmasıyla bozulur. Dolayısıyla yeni namaz vaktinde tekrar abdest alması gerekir.
Özür sahibi kimsenin abdesti özür hâli dışında abdesti bozan diğer şeylerle bozulur. Mesela idrarını tutamayan ve bu sebeple özür sahibi sayılan kimsenin, burnunun kanamasıyla veya yellenmesiyle abdesti bozulur.

Was this helpful?
6
4
SORU: Uçakla seyahat eden oruçlu kişi iftarını nereye göre yapar?

CEVAP: Seyahate çıkan kişilerin, imsak ve iftarları o anda bulundukları yere göre yapmaları gerekir. Uçakla seyahat eden oruçlu kişiler de uçuş esnasında varsa uçak yetkilisinin vereceği bilgiye göre, böyle bir uygulama yoksa uçağın üzerinde bulunduğu yere göre imsak ve iftar yapmalıdırlar. Ancak çok hızlı uçaklarla kıtalararası yolculuk yapılması durumunda, imsak ile iftar arasında süre, anormal ölçüde kısa veya uzun olabilmektedir. Bu durumda, yolculuk yapacak kişi orucunu kazaya bırakabilir. Ancak oruca başlamış ise bir takdir yaparak (mesela oruç tutmaya başladığı yerin akşam vaktinde) iftar edebilir.

Was this helpful?
5
3
SORU: Sihir veya büyü yapmanın ve yaptırmanın dini hükmü nedir?

CEVAP: Vasiyet; ölümden sonraya bağlı olmak üzere bağış yoluyla bir malı bir şahsa bırakmaktır. Bir kişi, mal ve haklarının en fazla üçte biri üzerinde ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir, geriye kalan üçte iki vârisler namına korunmuş hissedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), malının yarısını vasiyet etmek isteyen bir sahâbîye üçte birini vasiyet etmesini söylemiş, hatta bunun bile çok olacağını beyan etmiştir. Malın üçte birinden azının vasiyet edilmesi müstehaptır. Vârisler fakir ise vasiyet etmemek daha faziletlidir.

Was this helpful?
3
3
SORU: Duada ellerin durumu nasıl olmalıdır?

CEVAP: Dua sırasında avuçlar yukarıya gelecek şekilde elleri açık tutmak, istek ve niyazın anlamına uygun bir haldir. Ellerin yukarıya, göğe doğru kaldırılması Allah’ın gökte, belli bir mekânda oluşundan değil, göklerin yücelik ve azameti temsil etmesi sebebiyledir. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), dua ederken bazen koltuklarının beyazlığı görünecek kadar ellerini kaldırırdı.
Hz. Peygamber (s.a.s.) buyuruyor ki; “Allah’a avuçlarınızı yukarıya getirerek dua edin, ellerinizin tersini değil. Duayı bitirdiğiniz zaman da ellerinizi yüzünüze sürün.”. Ancak Hz. Peygamber’in (s.a.s.), bela ve musibetler sırasında dua ederken avuçları yere bakacak şekilde dua ettiği yine Resûlullah’ın (s.a.s.) ellerini kaldırmadan da dua ettiği rivâyet edilmiştir..

Was this helpful?
5
3
SORU: Namaz kılanın önünden geçilmesi namazı bozar mı?

CEVAP: İster kapalı, ister açık alanda olsun zorunlu olmadıkça namaz kılan birisinin önünden geçilmemelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz kılanın önünden geçmektense beklemenin daha hayırlı olacağını belirtmiştir. Namaz kılanın da, uygun bir yere durmak veya sütre vb. bir şey koymak suretiyle önünden geçilmemesi için önlem alması gerekir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), önünden insan veya hayvanların geçmesi muhtemel olan bir yerde namaz kılan kişinin önüne sütre (değnek veya başka bir şey) koymasını tavsiye etmektedir. Sütreyi terk etmek ise mekruhtur.
Namaz kılanın önünden geçen kimse sorumlu olmakla birlikte, önünden geçilen kişinin namazı bozulmaz. Fakat büyük camilerde, namaz kılanın secde mahallinin uzağından geçmek caizdir .
Cemaatle kılınan namazlarda, sadece imamın sütre edinmesi yeterlidir; diğerlerinin sütre koyması gerekmez. Namaz kılanın önündeki sütrenin ardından geçmekte bir sakınca yoktur.

Was this helpful?
5
3
SORU: Abdest alırken belli duaları okumak şart mıdır?

CEVAP: Bazı kaynaklarda abdest alırken her organın yıkanması sırasında ayrı ayrı okunacak dualara yer verilir. Fakat sahih rivâyetlere göre Hz. Peygamber (s.a.s.), abdest alırken özel bir dua yapmamıştır. Dolayısıyla güzel anlamlar içeriyor olsa da abdest sırasında bu duaların okunması şart değildir. Bununla birlikte okumasında da bir sakınca yoktur.

Was this helpful?
6
3
SORU: İslam’a göre vasiyet ve hükmü nedir?

CEVAP: Vasiyet; ölümden sonraya bağlı olmak üzere bağış yoluyla bir malı bir şahsa bırakmaktır. Bir kişi, mal ve haklarının en fazla üçte biri üzerinde ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir, geriye kalan üçte iki vârisler namına korunmuş hissedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), malının yarısını vasiyet etmek isteyen bir sahâbîye üçte birini vasiyet etmesini söylemiş, hatta bunun bile çok olacağını beyan etmiştir. Malın üçte birinden azının vasiyet edilmesi müstehaptır. Vârisler fakir ise vasiyet etmemek daha faziletlidir.

Was this helpful?
5
2
SORU: Namazda örtülmesi gereken bir yeri açılan kişinin namazı bozulur mu?

CEVAP: Gerek tek başına gerekse cemaatle kılınan namaz esnasında örtülmesi gereken bir organ, kişinin iradesi dışında açılır ve hemen örtülürse namaz bozulmaz. Eğer açılan yer bir organın dörtte biri oranına ulaşmış ve bir rükün eda edilecek (Sübhânellâhi’l-azîm diyecek) kadar açık kalmış ise namaz bozulur. Kendi iradesi ile bilerek açacak olursa, namaz fâsit olur

Was this helpful?
6
4
SORU: İslam’a göre abdest nedir?

CEVAP: Abdest, bazı ibadetleri yapabilmek için dirseklerle beraber el ve kolların, yüzün ve aşık kemikleri ile beraber ayakların yıkanması ve başın mesh edilmesinden ibaret hususi bir temizliktir.

Was this helpful?
6
3
SORU: Dua ve zikir sesli mi, yoksa sessiz mi yapılmalıdır?

CEVAP: Duanın, alçak sesle, hüzünlü ve tazarru (yalvararak) ile yapılması adaptandır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Rabbinize yalvararak ve için için dua edin…” (A’râf Suresi, 7/55) buyrulmaktadır. Ancak içtenlikle ve samimi olduğu sürece, sesli olarak dua edilebilirse de sessiz olması daha uygundur. Hz. Peygamber (s.a.s.), bir yolculuk esnasında sesli olarak tekbir ve tehlil getirmeye başlayan bir grup sahabîye, “Ey insanlar! Kendinize merhamet edin; siz ne duymayana dua ediyorsunuz ne de uzakta olan birisine. Muhakkak siz, işiten, yakın olan bir zata dua ediyorsunuz ki O sizinle beraberdir.” buyurmuşlardır.

Was this helpful?
6
3
SORU: Ramazan’da oruçlu iken gündüzü uyuyarak geçirmenin oruca zararı var mıdır?

CEVAP: Orucun sahih/geçerli olması için “oruç tutmaya niyet etmiş ve orucu bozacak şeylerden kaçınmış olmak” şarttır. Gündüzleri az veya çok uyumak, orucun sıhhatine zarar vermez. Bununla birlikte orucun vereceği sıkıntılardan uzak kalmak ve onları hissetmemek kastıyla, gerekli olmadığı hâlde Ramazan günlerinde uzun süreli uyumanın, orucun hikmetiyle bağdaşmayacağı da unutulmamalıdır.

Was this helpful?
7
4
SORU: Namaz kılarken dünyevi düşüncelere dalmak namazı bozar mı?

CEVAP: Namaz kılanın huşû ve huzur içerisinde olması esastır. Mümkün olduğu kadar namaza odaklanmak gerekir. Bunun için Allah Teâlâ’yı (c.c.) görüyormuşçasına ibadet etmek ve namazı, kılınan son namaz gibi düşünerek O’na yönelmek tavsiye edilmiştir.
Diğer taraftan namaz kılarken, dünyevi düşüncelerin akla gelmesi, birçok insanın karşılaştığı bir durumdur.
İslâm âlimleri bu hadisi şeriften hareketle namazda, akla ve kalbe gelen düşüncelerden dolayı, namazın bozulmayacağını ifade etmişlerdir. Ancak akla gelen dünyevi düşüncelerle meşgul olmamak gerekir. Zira kişinin bu tür düşüncelerden sıyrılmaya çalışmayıp bunlarla meşgul olması, namazın hem çirkinliklerden alıkoyma gücünü hem de sevabını azaltacaktır. Dolayısıyla namazda iken akla gelen haricî düşüncelerin peşine düşmemek ve Allah Teâlâ’nın huzurunda olduğunu hatırlayarak zihni toparlamaya çalışmak gerekir.

Was this helpful?
5
3
SORU: Abdestte özür hâli ne demektir?

CEVAP: Fıkıhta özür kavramının en çok kullanıldığı konuların başında, sürekli devam eden abdest bozucu hâller gelir. Sürekli burun kanaması, idrarını tutamama, sürekli kusma, yellenme, yaranın sürekli kanaması ve akması, kadınların istihaze durumları gibi abdesti bozan ve süreklilik taşıyan bedenî rahatsızlıklara özür, böyle bir özrü olan kimselere de özür sahibi denir.
Bir kimsenin ibadet konusunda özür sahibi sayılabilmesi için özrünün, bir namaz vakti içinde abdest alıp namaz kılacak kadar bile kesilmemesi ve her namaz vaktinde en az bir defa tekrarlaması gerekir. Özür hâli, sebebin tam bir namaz vakti süresince kesilmesiyle ortadan kalkar.

Was this helpful?
5
3
SORU: Yatarak dua etmekte bir sakınca var mıdır?

CEVAP: Ayakta, oturarak veya yatarak Allah’ı anmakta, dua edilmesinde bir sakınca yoktur. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Onlar ayakta iken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar.” (Âl-i İmrân Suresi, 3/191) buyrulmaktadır.Hz. Peygamber (s.a.s.) yatağına uzandığında, sağ tarafı üzerine yatar ve şöyle dua ederdi:
اللَّهُمَّ أَسْلَمْتُ نَفْسِي إِلَيْكَ، وَفَوَّضْتُ أَمْرِي إِلَيْكَ، وَوَجَّهْتُ وَجْهِي إِلَيْكَ، وَأَلْجَأْتُ ظَهْرِي إِلَيْكَ رَغْبَةً وَرَهْبَةً إِلَيْكَ، لاَ مَلْجَا وَلاَ مَنْجَا مِنْكَ إِلَّا إِلَيْكَ، آمَنْتُ بِكِتَابِكَ الَّذِي أَنْزَلْتَ، وَبِنَبِيِّكَ الَّذِي أَرْسَلْتَ.
“Allah’ım! Kendimi sana teslim ettim. İşimi sana ısmarladım. Yüzümü sana çevirdim. Rızanı isteyerek, azabından korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin Kitab’a ve gönderdiğin Peygambere inandım.”

Was this helpful?
4
3
SORU: Tövbenin dindeki yeri nedir?

CEVAP: Sözlükte pişmanlık ve dönmek anlamına gelen tövbe, dinî bir kavram olarak, kulun işlediği kötülük ve günahlara pişman olup, onları terk ederek Allah’a yönelmesi, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’a sığınarak bağışlanmasını dilemesi demektir. Yüce Allah, bağışlanacak müminlerin vasıflarını sıralarken şöyle buyurmaktadır: “Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân Suresi, 3/135). Günahlardan dolayı tövbe etmek farzdır. Tövbe, kulluğun Hz. Âdem’le başlayan bir göstergesidir. Günahkâr kimse vakit geçirmeden tövbeye yönelmelidir.

Was this helpful?
6
3
SORU: Kılınmakta olan namaz henüz tamamlanmadan önce vakit çıkarsa bu namaz bozulur mu?

CEVAP: Sabah ve cuma namazı dışında namaz kılarken vaktin çıkmasının o namazı bozmayacağı konusunda âlimler görüş birliği içindedir.

Was this helpful?
5
2
SORU: Boya, oje, ruj ve jöle gibi maddeler abdest ve gusle engel olur mu?

CEVAP: Gusül veya abdest alırken, yıkanması gereken organların kuru yer kalmayacak şekilde yıkanması gerekir. Aksi hâlde gusül veya abdest geçerli olmaz. Dolayısıyla, gusledecek veya abdest alacak kimsenin bedeninde veya abdest organlarında suyun deriye ulaşmasına engel olacak bir madde bulunmamalıdır. Ancak mesleğini icra ederken tırnaklarına boya yapışan boyacı veya tırnaklarının arasına çamur girip de çıkartamayan çiftçi ve benzeri meslek sahipleri bundan müstesnadır. Bu kimseler için cilde yapışan ve tırnak aralarında kalan hamur, mum, zamk, boya vb. şeyler abdest ve gusle engel olmaz. Fakat isteğe bağlı olarak vücuda sürülen ya da yapıştırılan ve suyun bedenle temasına engel olan boya, oje, ruj gibi maddeler, bu ruhsatın dışındadır. Böyle maddeler suyun bedenle temasına engel olursa abdest ve gusle de engel olurlar. Bunların abdest veya gusülden önce giderilmesi gerekir. Saça sürülen jöle ise bir tabaka oluşturmadığından abdest ve gusle engel olmaz.

Was this helpful?
5
3
SORU: Duaların kabul olması için ön şartlar var mıdır?

CEVAP: Duanın kabul edilmesi için şu hususlara riâyet edilmesi gerekir:
a) Duadan önce tövbe ve istiğfar edilmelidir. Günah işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun duası kabul edilmeye layık değildir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in (s.a.s) şu hadisi çok dikkat çekicidir: “Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam ellerini semaya kaldırarak, ‘Yâ Rabbi, Yâ Rabbi’ diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?”
b) Duaya Allah’a hamd, Peygambere salât-ü selâm ile başlanmalı; yine salât-ü selâm ve Allah’a hamd ile bitirilmelidir. Fedâle b. Ubeyd’den (r.a.) rivâyete göre o, şöyle demiştir: “Resûlullah (s.a.s.), (mescidde) oturmakta iken bir adam geldi, namaz kıldı, sonra şöyle dua etti: Allah’ım beni bağışla, bana acı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), ‘Ey namaz kılan, acele ettin, namaz kılıp oturduğun vakit Allah’a layık olduğu şekilde hamd et, sonra bana salât ve selâm et, sonra da yapacağın duayı yap.’ Bundan sonra başka biri namaz kıldı. Namazdan sonra Allah’a hamd etti ve Peygambere salât ve selâm getirdi. Başka bir şey yapmadı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), o kimseye: ‘Ey namaz kılan kimse! Dua et, duan kabul edilsin.’ dedi.” .
c) Dua içten, tevazu ile ve yalvararak yapılmalıdır. Bir âyette şöyle buyrulmaktadır: “Rabbinize alçak gönüllülükle yalvararak ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.”
d) Israrla dua edilmelidir. Bir mümin, ettiği duanın kabul edilmesi hususunda aceleci olmamalıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Sizden herhangi biriniz ‘dua ettim de kabul olunmadı’ diyerek acele etmediği sürece duası kabul olunur.”
e) Umut ve korku içinde dua edilmelidir. Kur’ân’da şöyle buyrulmaktadır: “Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.” (Enbiyâ Suresi, 21/90).
f) Dua her zaman yapılabilirse de bazı vakitlerde yapılması daha makbul görülmüştür. Bu vakitlerden biri de seher vaktidir. Allah Teâlâ, geceleri dua, ibadet ve istiğfar ile meşgul olanları Kur’ân-ı Kerîm’de övmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Onlar, geceleri az uyurlardı. Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.” (Zâriyât Suresi, 51/17-18). Hz. Peygamber’e (s.a.s.), ‘Ey Allah’ın Resûlü, hangi dua daha makbuldür?’ Diye sorulunca, ‘Gece yarısı ve farz namazlardan sonra yapılan duadır.’ cevabını vermiştir.”

Was this helpful?
8
3
SORU: Okuma(Kıraat) hataları namazı bozar mı?

CEVAP: Namazda yapılan kıraat hatalarının, namazı bozup bozmayacağı konusunda fakihler birtakım ölçüler getirmişlerdir. Bunlar şöyle özetlenebilir:
Kur’ân, manası değişecek derecede kasten yanlış okunursa namaz bozulur. Hata ile veya unutarak yanlış okunması hâlinde ise;
a) Yanlışlık kelimelerin harekelerinde ise manada bir değişiklik olsa da namaz bozulmaz.
b) Yanlışlık durak yerlerinde yapılırsa; yani durulacak yerde geçilip geçilecek yerde durulursa, manasında değişiklik olup olmadığına bakılmaksızın namaz bozulmaz.
c) Mahreçleri birbirine yakın olan harflerin hata ile birbirinin yerine okunması ile namaz bozulmaz.
d) Mahreçleri yakın olmayan harflerin birbirlerinin yerine okunması durumunda ise mananın değişip değişmediğine bakılır. Buna göre; bir harf değişir de bu değişiklikle kelimenin manası değişmez ve Kur’ân’da da o kelimenin benzeri varsa namaz bozulmaz. Şâyet harf değişmekle kelimenin manası bozulmaz ve fakat bu kelimenin bir benzeri Kur’ân’da yoksa İmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre namaz bozulmaz, İmam Ebû Yûsuf’a göre bozulur. Eğer harfin değişmesiyle mana değişir ve Kur’ân’da da benzeri yoksa namaz bozulur. Namaz esnasında az veya çok miktarda âyet atlamakla namaz bozulmaz. Bir kimse kıraati, namazı bozacak derecede hatalı yapar ancak geri dönüp hatasını düzeltirse namazı geçerli olur.

Was this helpful?
6
2
SORU: Özür sahibi bir kimse cemaate namaz kıldırabilir mi?

CEVAP: Abdest bakımından özür sahibi olan kişi, kendisi gibi özür sahibi olanlara imam olarak namaz kıldırabilir. Fakat bu kişi özür sahibi olmayanlara imam olamaz. Çünkü imamın durumu cemaatin durumundan aşağı olmamalıdır.

Was this helpful?
5
3
SORU: Hangi durumlarda abdest yerine teyemmüm yapılır?

CEVAP: Teyemmüm, bazı durumlarda abdest ve gusül yerine geçen istisnâî bir uygulama olup, ancak belli bir mazeretin bulunması hâlinde yapılabilir. Abdest ve gusül için su bulunmaz veya bulunur da kullanma imkânı olmazsa her ikisi yerine geçmek üzere teyemmüm yapılır.
Teyemmümün su bulunmadığında yapılabileceği âyet-i kerîmelerde açıkça belirtilmiştir (Nisâ Suresi, 4/43; Mâide Suresi, 5/6). Teyemmümle ilgili hadisler de su bulunamadığında teyemmümün yapılabileceği yönündeki Kur’ân hükmünü teyit etmektedir. Nitekim bir kenara çekilip duran, cemaatle namaza iştirak etmeyen birini gören Resûlullah (s.a.s.), “Ey falan! Neden cemaate iştirak etmiyorsun?” diye sorduğunda adam, “Ey Allah’ın Resulü, cünüp oldum; su da yok” deyince Peygamber (s.a.s.), “Toprağı kullan, o sana yeterlidir” buyurdular .
Teyemmüm şu hâllerde yapılır:
a) Abdest veya gusle yetecek miktarda su bulunamaması,
b) Su bulunduğu hâlde, suya ulaşma imkânının olmaması,
c) Su bulunduğu hâlde, havanın çok soğuk oluşu, banyo yapacak yerin bulunmayışı gibi engellerle suyu kullanma imkânının bulunmaması,
d) Sağlık açısından suyun kullanılmasının sakıncalı olması,
e) Yıkandığı veya abdest azalarını yıkadığı takdirde hastalanması, hastalığının artması veya iyileşme süresinin uzaması,
f) Vücudun veya abdest organlarının yarısından fazlasının yara, yanık vb. sebeplerle yıkanamaması.
Uzuvlarının yarısından azında yara olan bir kimse ise sağlam olan organlarını yıkar, yaralı olanları mesh eder. Konu ile ilgili bir rivâyette ifade edildiğine göre, cünüp olan yaralı bir kişiye gusletmesi söylenmiş, o da yıkanmış ve bu sebeple ölmüştür. Haber Resûlullah’a (s.a.s.) ulaşınca, “Onu öldürmüşler! …Hâlbuki ona, teyemmüm yeterliydi.” buyurmuştur.

Was this helpful?
5
3
SORU: Her zaman dua edilebilir mi, dua için belirlenmiş özel vakitler var mıdır?

CEVAP: İslâm dinine göre dua için mutlaka uyulması gereken özel bir zaman ve mekân tahsis edilmiş değildir. Her yerde her zaman dua edilebilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Akşama ulaştığınızda ve sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde, Allah’ı tesbîh edin (namaz kılın). Göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur.” (Rum Suresi, 30/17-18) buyurularak, ibadet ve duanın gün içine yayılmasının önemi vurgulanmıştır. Bununla birlikte Kur’ân ve hadislerden anlaşıldığına göre gece seher vaktinde yapılan dualar daha makbuldür. Âl-i İmrân sûresi 16-17. âyetlerde cennetlikler şöyle müjdelenir: “(Onlar) ‘Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru’ diyenler; sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.” Hadis-i şeriflerde duaların kabul edileceği bazı vakitler belirtilmiştir: Ramazan geceleri, Arafat vakfesi, Berât ve Kadîr geceleri, Cuma günleri, gece vakitleri, ezân okunduğu ve kamet getirildiği vakitler ve farz namazların sonrası bunların bir kısmıdır

Was this helpful?
5
3
SORU: İslam’a göre nasıl tövbe edilir?

CEVAP: Günahkâr kimse vakit geçirmeden tövbeye yönelmelidir. Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: “Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra hemen tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, ‘İşte ben şimdi tövbe ettim’ diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.” (Nisâ Suresi, 4/17-18). Hz. Peygamber (s.a.s.) de; “Günahlarından samimi olarak tövbe eden kimse hiç günah işlememiş gibidir.” buyurmuştur.
İslâm âlimleri bu ve benzeri âyetler ve hadislerden hareketle tövbenin geçerli olması için gerekli şartları belirlemişlerdir. Buna göre bir tövbenin makbul olabilmesi için; işlenen günahı terk etmek, günah işlediğine pişman olmak, günahı bir daha işlememeye azmedip söz vermek, eğer işlenen günah kul haklarıyla ilgili ise bu durumda, hak sahibi ile helalleşmek, Allah’tan af dilemek gerekir. Kul hakkından kurtulmak, ihlal edilen hakkı, sahibine veya varislerine iade etmekle ya da affını istemekle olur.

Was this helpful?
5
5
SORU: Gusül alırken konuşmanın sakıncası var mıdır?

CEVAP: Gusül alırken konuşmak gusle zarar vermez. Ancak bir ihtiyaç olmadıkça konuşmak uygun değildir. Gusül almaya başlayan kişi, yaptığı ibadete odaklanmalı, dünyevi meşguliyet, duygu ve düşüncelerden mümkün olduğunca uzaklaşmalıdır.

Was this helpful?
7
3
SORU: Su mevcut olduğu hâlde abdest alıncaya kadar namaz vaktinin çıkmasından endişe eden kişi teyemmümle namaz kılabilir mi?

CEVAP: Abdest alma imkânı varken, cuma namazı ile vakit namazları gibi vaktinde kılınamadığı zaman kaza edilen namazların, vaktin çıkacağı endişesi ile teyemmüm ederek kılınması caiz değildir. Zira abdest alındığı takdirde bu namazlara yetişilemediğinde, cuma namazı yerine öğle namazı, vakit namazı yerine ise kazası kılınır. Ancak abdest alması hâlinde kılınmakta olan cenaze ve bayram namazlarını kaçırmaktan endişe eden kişi teyemmüm ederek bu namazlara iştirak edebilir.
Mâlikî mezhebinde tercih edilen görüşe göre, abdest alma imkânı varken, abdest veya gusül alındığı takdirde farz namazlardan birinin vakti geçecek ise bu namaz teyemmüm edilerek kılınabilir.

Was this helpful?
5
3
SORU: Duaların sonunda söylenen “âmin” sözü ne anlama gelir; bunun dinî dayanağı nedir?

CEVAP: Âmin, “kabul buyur” demektir. Dualardan sonra “âmin” deme uygulaması sünnetle sabittir. Hz. Peygamber (s.a.s.), “İmam ‘âmin’ dediği vakit siz de ‘âmin’ deyiniz. Zira kimin ‘âmin’ demesi meleklerin ‘âmin’ demesine denk gelirse, o kişinin geçmiş günahları affolunur.” buyurmuştur.
Namazda Fâtiha sûresi okunduktan sonra âmin demek de sünnettir.

Was this helpful?
6
3
SORU: Namaz ibadeti Hz. Peygamber’den önce de var mıydı?

CEVAP: Kur’ân’da Hz. Muhammed’den (s.a.s.) önceki peygamberlerin de namaz ibadetiyle mükellef kılındıkları belirtilmektedir. Âyet-i kerîmelerden, namaz ibadetinin sadece Hz. Muhammed (s.a.s.) ümmetine has olmayıp, önceki ümmetlerde de var olduğu anlaşılmaktadır. Yine aynı şekilde, önceki ümmetlerin namazlarında da kıyam, rükû ve secde gibi temel rükûnların var olduğu bildirilmekle birlikte, namazın kılınışına dair detaylı açıklamalar mevcut değildir.

Was this helpful?
6
2
SORU: Tövbe ederken hangi dualar okunmalıdır?

CEVAP: Tövbe edecek kimsenin iki rek’at namaz kılması, akabinde Allah’a hamd, Resûlüne (s.a.s.) salât ve selâm getirdikten sonra tövbe ve istiğfar etmesi ve salavat ve hamd ile bitirmesi tövbenin adabındandır.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.), bağışlanması için yaptığı pek çok duadan ikisi şudur:
اللَّهُمَّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي ظُلْمًا كَثِيرًا وَلاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلَّا أَنْتَ فَاغْفِرْ لِي مَغْفِرَةً مِنْ عِنْدِكَ وَارْحَمْنِي إِنَّكَ أَنْتَ الغَفُورُ الرَّحِيمُ.
“Allah’ım! Ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız sensin. Öyleyse tükenmez lütfunla beni bağışla, bana merhamet et. Çünkü affı sonsuz, merhameti nihâyetsiz olan yalnız sensin.” (Buhârî, Ezân 149 [834]; Müslim, Zikir, 48 [2705]).
رَبِّ اغْفِرْ لِي خَطِيئَتِي وَجَهْلِي وَإِسْرَافِي فِي أَمْرِي كُلِّهِ وَمَا أَنْتَ أَعْلَمُ بِهِ مِنِّي اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي خَطَايَايَ وَعَمْدِي وَجَهْلِي وَهَزْلِي وَكُلُّ ذَلِكَ عِنْدِي. اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي مَا قَدَّمْتُ وَمَا أَخَّرْتُ وَمَا أَسْرَرْتُ وَمَا أَعْلَنْتُ أَنْتَ المُقَدِّمُ وَأَنْتَ المُؤَخِّرُ وَأَنْتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ.
“Ey Rabbim! Günahlarımı, bilmeden ve haddimi aşarak işlediğim kusurlarımı, benden daha iyi bildiğin bütün suçlarımı bağışla!
Allah’ım! Bilerek, bilmeyerek ve umursamadan yaptığım yanlışları! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim.
Allah’ım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin ve Senin gücün her şeye yeter.”

Was this helpful?
6
4
SORU: Mesleği gereği sürekli olarak yolcu olan kişi namaz ve oruç ibadetlerini nasıl yerine getirebilir?

CEVAP: Sürekli yolculuk hâli, ibadetlerde bir ruhsat sebebidir. Yolcuların bu ruhsatlardan yararlanmalarında dinen bir sakınca yoktur. Genel bir ilke olarak mazeret devam ettiği sürece ruhsatlar da devam eder. Buna göre sürekli yolculuk hâlinde olan kimseler, namazlarını ertelemeden ve dört rek’atlı farzları kısaltarak iki rek’at olarak kılarlar. İhtiyaç duyduklarında veya mecbur kaldıklarında, öğle ile ikindi veya akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek (cem ederek) de kılabilirler. Ramazan oruçlarını ise mümkün olduğunca tutmaya çalışırlar. Fakat yolculuk esnasında oruç tutmakta zorlanırlarsa, uygun zamanda kaza etmek şartıyla yolculuk süresince oruçlarını tutmayarak erteleyebilirler. Ertelemek zorunda kaldıkları Ramazan oruçlarını imkân buldukları ilk fırsatta kaza etmeye çalışırlar. Kaza da edemeyecek duruma düşerler ise söz gelimi artık oruç tutmalarına imkân vermeyen ve iyileşme ümidi olmayan bir hastalığa yakalanmak gibi durumlarda tutamadıkları her bir günlük oruç için bir fidye verirler.

Was this helpful?
5
3
SORU: Vallahi, Billahi gibi yemin kalıpları dışında, halk arasında kullanılan ifadeler dinen yemin sayılır mı?

CEVAP: Yemin, bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere bir kimsenin Allah’ın isimlerinden veya sıfatlarından birini zikrederek sözünü kuvvetlendirmesidir. “Vallahi, Billahi, (Allah’a yemin ederim ki…)” şeklindeki ifadeler böyledir.

Allah’ın isimleriyle yapılan yeminler dinen geçerlidir. Allah’ın isimleri zikredilmeden kullanılan “Yemin ederim.” vb. ifadeler de “Allah adına yemin ederim.” anlamına geldiğinden aynı hükme tabidir.

Allah’ın isim ve sıfatlarında olduğu gibi Kur’an üzerine yemin eden kişinin de yeminine sadık kalması, bozduğu takdirde ise kefaretini vermesi gerekir.

Allah’tan başka varlıklar üzerine yapılan yeminler dinen yemin sayılmadığından kefaret gerektirmez. Bu hususta örfe itibar olunmaz. Dolayısıyla kişinin babası ve çocuğu üzerine yaptığı yemin de geçersizdir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) Allah’tan başkası üzerine yemin etmeyi yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Her kim yemin edecekse Allah adıyla yemin etsin ya da sussun/yemin etmesin.”.

Toplumda yaygın olarak kullanılan “Şu işi yaparsam çocuklarımın ölüsünü göreyim, Allah canımı alsın, ölümü gör.” gibi ifadeler ise beddua içerikli cümleler olup yemin sayılmaz ve kefaret gerektirmez. Ayrıca beddua etmek dinimizde hoş görülmediğinden bu tür ifadeleri kullanmaktan uzak durulmalıdır.

Was this helpful?
6
3
SORU: Duaların kabul olması için ön şartlar var mıdır?

CEVAP: Duanın kabul edilmesi için şu hususlara riâyet edilmesi gerekir:
a) Duadan önce tövbe ve istiğfar edilmelidir. Günah işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun duası kabul edilmeye layık değildir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in (s.a.s) şu hadisi çok dikkat çekicidir: “Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam ellerini semaya kaldırarak, ‘Yâ Rabbi, Yâ Rabbi’ diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?”
b) Duaya Allah’a hamd, Peygambere salât-ü selâm ile başlanmalı; yine salât-ü selâm ve Allah’a hamd ile bitirilmelidir. Fedâle b. Ubeyd’den (r.a.) rivâyete göre o, şöyle demiştir: “Resûlullah (s.a.s.), (mescidde) oturmakta iken bir adam geldi, namaz kıldı, sonra şöyle dua etti: Allah’ım beni bağışla, bana acı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), ‘Ey namaz kılan, acele ettin, namaz kılıp oturduğun vakit Allah’a layık olduğu şekilde hamd et, sonra bana salât ve selâm et, sonra da yapacağın duayı yap.’ Bundan sonra başka biri namaz kıldı. Namazdan sonra Allah’a hamd etti ve Peygambere salât ve selâm getirdi. Başka bir şey yapmadı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), o kimseye: ‘Ey namaz kılan kimse! Dua et, duan kabul edilsin.’ dedi.” .
c) Dua içten, tevazu ile ve yalvararak yapılmalıdır. Bir âyette şöyle buyrulmaktadır: “Rabbinize alçak gönüllülükle yalvararak ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.”
d) Israrla dua edilmelidir. Bir mümin, ettiği duanın kabul edilmesi hususunda aceleci olmamalıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Sizden herhangi biriniz ‘dua ettim de kabul olunmadı’ diyerek acele etmediği sürece duası kabul olunur.”
e) Umut ve korku içinde dua edilmelidir. Kur’ân’da şöyle buyrulmaktadır: “Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.” (Enbiyâ Suresi, 21/90).
f) Dua her zaman yapılabilirse de bazı vakitlerde yapılması daha makbul görülmüştür. Bu vakitlerden biri de seher vaktidir. Allah Teâlâ, geceleri dua, ibadet ve istiğfar ile meşgul olanları Kur’ân-ı Kerîm’de övmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Onlar, geceleri az uyurlardı. Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.” (Zâriyât Suresi, 51/17-18). Hz. Peygamber’e (s.a.s.), ‘Ey Allah’ın Resûlü, hangi dua daha makbuldür?’ Diye sorulunca, ‘Gece yarısı ve farz namazlardan sonra yapılan duadır.’ cevabını vermiştir.”

Was this helpful?
5
3
SORU: Besmele ve niyet unutulduğunda gusül kabul olur mu?

CEVAP: Gusle başlarken niyet etmek ve besmele çekmek sünnettir. Bu nedenle niyet etmeden ve besmele çekmeden alınan gusül geçerlidir. Ancak gusülden önce besmele ve niyetin unutulması sünnet sevabından mahrum olunmasına neden olur.

Was this helpful?
8
4
SORU: Abdest alırken niyet etmek farz mıdır?

CEVAP: Abdest alırken niyet etmek, Hanefî mezhebine göre sünnet, diğer üç mezhebe göre farzdır.

Was this helpful?
7
2
SORU: Kul hakkı ihlal edildiğinde ne yapılmalıdır?

CEVAP: Kul hakkı ihlali durumunda; haksızlığın gecikmeden giderilmesi, hak sahibi ile helalleşilmesi ve bu günahtan tövbe istiğfar edilmesi gerekir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Kim din kardeşinin şeref, onur ve haysiyetine veya malına yönelik bir haksızlık yapmışsa altın ve gümüşün fayda vermeyeceği kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Aksi takdirde yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınarak hak sahibine verilir. Şâyet sevabı yoksa hakkına girdiği kişinin günahlarından alınarak kendisine yüklenir”.
Mallarla ilgili kul hakkı ihlali durumunda; mevcutsa söz konusu malın kendisi, yoksa bedeli hak sahibine verilmelidir. Hak sahibinin hayatta olmaması hâlinde ise mirasçılarına teslim edilmelidir. Malın sahibi bilinmiyor veya kendisine ulaşmak mümkün olmuyorsa söz konusu mal veya bedeli hak sahibi adına fakirlere ya da hayır kurumlarına verilmelidir. Ayrıca yapılan bu hatadan dolayı samimi bir şekilde tövbe edip Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir.
Hak ihlali; hakaret etme, küfür, yalan, gıybet, iftira, alay, istihza, rencide etme gibi insanın onur ve haysiyetine yönelikse bu durumda yapılması gereken, ortaya çıkan zarar ve mağduriyeti gidermek ve hak sahibiyle helalleşmektir. Buna imkân bulunmadığı durumlarda ise samimi bir tövbeden sonra hak sahibine hayır dua edilmeli, onun namına hayır hasenat yapılarak bu vebalden kurtulmaya çalışılmalıdır. Bu şekilde bir yol izlemenin manevî içerikli kul haklarına keffaret olabileceği bazı âlimler tarafından dile getirilmiştir.

Was this helpful?
5
4
SORU: İslam’a göre yemin etmek doğru mudur?

CEVAP: Yerine getirilmesi mümkün ve mübah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, verilen sözün yerine getirilmesi hakkında “Yeminlerinizi koruyunuz (yerine getiriniz)” (Mâide Suresi, 5/89), “Allah adına yaptığınız ahitleri yerine getirin. Allah’ı kefil tutarak kuvvetlendirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı bilir.” (Nahl Suresi, 16/91) buyurulur. Bu itibarla bir Müslümanın yemin etmemesi, yemin etmişse bu, verdiği söze Allah’ı şahit tutmak demek olduğundan mutlaka yeminine bağlı kalması gerekir.

Was this helpful?
7
3
SORU: Kutup bölgelerinde oruç nasıl tutulur?

CEVAP: Namaz ve oruç gibi vakte bağlı ibadetlerin vakitlerinin tamamının veya bir kısmının teşekkül etmediği kutup bölgelerinde bu ibadetler, şer’î kıstaslar dikkate alınarak takdir yoluyla edâ edilir . Hz. Peygamber (s.a.s.) kıyamet yaklaştığında günlerin uzayacağını, bir günün bir yıl, bir günün bir ay bir günün bir hafta kadar süreceğini söyledikten sonra o günlerde namazların takdir edilerek yani kıyaslamalar ve ölçümlerle vakitleri öngörüp/belirleyip buna göre kılınacağını bildirmiştir.

Was this helpful?
4
3
SORU: Belirli sayıda zikir çekme uygulamasının dinî bir dayanağı var mıdır?

CEVAP: Duaların kabulü için samimiyet önemli olup, belirli sayılarda okunması şart değildir. Dua’nın belirli sayıda ve belirli zamanlarda okunması şart olmadığı gibi okunduğunda muhakkak kabul olunacağını ifade eden herhangi bir âyet ve hadis de bulunmamaktadır. Kişinin, bir isteğinin yerine gelmesini Allah’tan isteyeceği vakit, iki rekat namaz kılması, Allah’a hamd edip Hz. Peygamber’e (s.a.s.) salât-u selâmda bulunması, duadan önce tövbe-istiğfar etmesi tavsiye edilir.

Was this helpful?
4
3
SORU: Duanın önemi nedir?

CEVAP: Sözlük anlamı ile dua “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” demektir. Dinî bir terim olarak ise insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddî ve manevî isteklerini O’na arz etmesidir. Temeli, insanın Allah’a hâlini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua, Allah ile kul arasında bir irtibattır.
Duada daima tâzim (Allah’ı yüceltme) ve istekte bulunma anlamı vardır. Dua aynı zamanda zikir ve ibadettir. Böylece duada biri zikir ve saygı, diğeri de dilek olmak üzere iki unsur hep yan yana bulunur. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.), “Dua, ibadetin özüdür.” buyurmuştur. . Diğer bir âyette de; “De ki; duanız (kulluğunuz) olmasa Rabbim size ne diye değer versin.” (Furkân Suresi, 25/77) buyrulmak suretiyle insanın ancak Allah’a olan bu yönelişiyle değer kazanabileceği belirtilmiştir. Duanın sadece Allah’a yöneltilmesi; Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine üstün nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua ve ibadet edilmemesi Kur’ân’da ısrarla vurgulanmıştır (Şuarâ Suresi, 26/213).

Was this helpful?
8
10
SORU: Gülmek namazı bozar mı?

CEVAP: Namazda asıl olan kulun Rabbinin huzurunda olduğu bilinciyle huşû içerisinde kılınmasıdır. Fakat elde olmayan sebeplerle meydana gelen gülmenin namaza etkisi üç şekilde değerlendirilir:
a) Namazda iken yanındakilerin duyabileceği şekilde sesli olarak gülmek: Bu şekilde gülmekle Hanefîler’e göre hem abdest hem de namaz bozulur. İbn Üsâme’nin babasından naklettiği bir hadiste şöyle denilmektedir: “Biz Resûlullah’ın peşinde namaz kılarken görme özürlü birisi bir çukura düştü. Biz de adamın hâline güldük. Bunun üzerine Resûlullah yeniden abdest alıp namazı baştan itibaren iade etmemizi emretti. Şâfiîlere göre kahkaha namazı bozsa da abdesti bozmaz. Çünkü namazın dışındayken kahkaha abdesti bozmadığına göre namazdayken de bozmaz.
c) Namaz kılan kimsenin kendisinin duyabileceği kadar gülmesiyle yalnızca namaz bozulur. Kişinin kendisinin ya da yakınındakinin işitmeyeceği şekilde gülümsemesi namazı da abdesti de bozmaz.

Was this helpful?
4
3
SORU: Namazların rekât sayıları ve kılınış şekilleri neye göre belirlenmiştir?

CEVAP: İbadetlerle ilgili hususlar Kur’ân’da genel olarak emredilmiş, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) uygulamasıyla belirgin hâle gelmiştir. Kur’ân’da,  namazların belli vakitlerde farz kılındığı (Nisâ Suresi, 4/103) ve kıyam, kıraat, rükû ve secde gibi birtakım rükünlerinin olduğu bildirilmiş; söz konusu ibadetin ayrıntıları ve namaz içerisinde yapılması gereken diğer davranışlar ile ilgili hususlar Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünneti ile sabit olmuştur. Bütün bunların bir ifadesi olarak da Hz. Peygamber (s.a.s.), “Beni namazı nasıl kılarken gördüyseniz siz de öyle kılınız.” buyurmuştur. Buna göre namazla ilgili genel hüküm, rükün ve şartlar Kur’ân’la, bunlara ilişkin ayrıntılar ise Resûl-i Ekrem’in (s.a.s.) sünnetiyle belirlenmiştir.

Was this helpful?
4
3
SORU: Müslüman olmak istiyorum. Kelime-i Şehadet getirmek için şahitlere ihtiyaç var mı?

CEVAP: Bir kimsenin Müslüman olabilmesi için, Müslümanlığını herhangi bir kimsenin önünde ilan etmesi şart değildir. İslam, kişi ile Rabbi arasındaki bir meseledir.

Was this helpful?
4
3
SORU: İslam’a göre İftiraya verilen ceza çok değil mi? Bunun hikmeti nedir?

CEVAP: İftira büyük günahtır. İftiraya karşı büyük cezaların konulması, insanların birbirlerini ahlaksızca davranışlarla suçlamaktan kaçınmaları için önemlidir.
Bunun hikmetlerini şu şekilde sıralayabiliriz.
• Ahlaksızlık suçlamalarının önüne geçer.
• İnsanların namuslarının çiğnenmesini, itibarlarının lekelenmesini önler.
• Düşmanlık ve kin oluşmasını önler; insanların şerefine edilen hakaretler yüzünden karışıklıklar çıkabilir.
• Bu tür şeylerin kamuoyunun bir parçası olmasını önler ve insanların bunları duymak zorunda kalmasını önler.
• Müminler arasında dedikodu çıkmasını önler. Çünkü, iftira çok olunca ve bu tür sözler yaygınlaşıp rahatça konuşulmaya başlayınca, bu tür hareketlerde bulunmaya cesaret edenler çoğalabilir.

Was this helpful?
5
4
SORU: İslam’da iftiranın cezası nedir?

CEVAP: Âlimler, iffetli bir kimseye iftira atan kimseye, had cezasının uygulanması gerektiği ve cezasının seksen değnek olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Zira Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Ve iffetli kadınlara zina isnat edip, dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun ve onların şahitliğini ebediyen kabul etmeyin. İşte onlar fâsıklardır (yalancı, asi, Allah’a isyan eden).” [Nur 24:4]

Was this helpful?
5
5
SORU: İslam’da Ötanazi caiz midir?

CEVAP: Tıbbî verilere göre yaşama ümidi kalmamış veya şiddetli acılar hisseden bir insanın, hayatına bir başkası eliyle son verdirmesi demek olan ötanazi, talepte bulunan kişi açısından intihar, bunu uygulayan açısından cinâyettir. İslâm dinine göre, kişinin kendi canına kıyması (intihar) haramdır.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Ey iman edenler!… Kendinizi öldürmeyin Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe atacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır.” (Nisâ Suresi, 4/29-30), “…Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah, bunları size düşünesiniz diye söylemektedir.” (En‘âm Suresi, 6/151) buyrulmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.), acı ve sıkıntılardan dolayı ölümün temenni edilmemesini istemiştir. Temennisi bile yasak olan bir işi gerçekleştirmek elbette büyük bir cürüm olur. Bu deliller de gösteriyor ki Allah’ın emanet ettiği cana kıymak caiz değildir. Çünkü bu, hem Allah’ın koyduğu sınırları çiğnemek hem de O’nun takdirine karşı isyan anlamına gelir.
Çekilen dertler ve acılar, müminin günahları için kefarettir. Üstelik bugün, yaşamından ümit kesilen hasta için hızla gelişen tıpta yeni bir tedavi imkânının ortaya çıkması, ihtimal dışı değildir.

Was this helpful?
8
4
SORU: Yaşam desteğinin sonlandırılmasının dinî hükmü nedir?

CEVAP:

Yaşam destek ünitesine bağlı bir kişi;

a) Beynin kesin olarak bütün fonksiyonlarını yitirdiğine,

b) Bu durumdan geri dönüşün artık imkansız olduğuna uzman tabiplerce karar verilmesi şartıyla yaşam destek ünitesinden çıkarılabilir.

Was this helpful?
6
4
SORU: Teyemmümü bozan şeyler nelerdir?

CEVAP: Abdesti bozan şeyler teyemmümü de bozar. Ayrıca, abdest veya gusle yetecek suyun bulunması, hastalığın iyileşmesi, suyu kullanabilme imkânının elde edilmesi gibi teyemmüm etmeyi mübah kılan mazeretlerin ortadan kalkması da teyemmümü bozar.

Was this helpful?
7
4
SORU: Teyemmüm nasıl yapılır?

CEVAP: Teyemmüm edecek kimse, ne için teyemmüm edeceğine (abdeste veya gusle) niyet eder. Parmakları açık olarak ellerini temiz bir toprağa veya toprak cinsinden bir şeye vurur, ileri ve geri hareket ettirerek kaldırır, hafifçe birbirine vurarak ellerini silkeler. Ellerinin içiyle yüzünün tamamını bir kere mesh eder. Sonra ikinci defa ellerini aynı şekilde toprağa vurur ve sol elin içiyle, dirseğiyle birlikte sağ kolunu mesh eder; daha sonra da sağ elinin içiyle sol kolunu aynı şekilde mesh eder.

Was this helpful?
5
4
SORU: Teyemmüm nedir?

CEVAP: Teyemmüm, su bulunmadığında ya da var olan suyu kullanma imkânı olmadığında abdestsizlik veya cünüplük gibi hükmî kirliliği gidermek amacıyla temiz toprak ya da toprak cinsinden bir şeye sürülen ellerle yüz ve iki kolun mesh edilmesi şeklinde yapılan hükmî temizlik demektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Eğer hasta iseniz, yolculukta bulunuyorsanız, tuvaletten gelmiş iseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız da su bulamamışsanız temiz bir toprağa yönelip, onunla yüzlerinizi ve ellerinizi mesh edin (teyemmüm edin),” (Nisâ Suresi 4/43; Mâide Suresi, 5/6) buyrulmaktadır.

Was this helpful?
6
4
SORU: Akupunktur bantları abdeste engel midir?

CEVAP: Akupunktur tedavilerinde kullanılan iğnelerin ve üzerlerindeki bantların tedavi süresince çıkartılıp takılmaları mümkün değilse ya da çok büyük zorluk gerektiriyorsa, kullanılması gerekli olduğu müddetçe abdeste engel olmaz. Bu durumda sargı bezi üzerine mesh hükümleri geçerli olur.

Was this helpful?
4
3
SORU: Kişiyi cehenneme mahkûm eden yedi günah nedir?

CEVAP: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
“Kişiyi cehenneme mahkûm eden yedi günahtan kaçının.” “Bunlar nelerdir, ey Allah’ın Resulü?” denildi. O şöyle buyurdu: “Allah’a şirk koşmak, büyü yapmak, Allah’ın bize haram kıldığı bir cana kıymak, yetim malı yemek, faiz yemek, savaş meydanından kaçmak, iffetli ve masum kadınlara iftira atmak.”

Was this helpful?
6
4
SORU: Alkol içeren maddelerin temizlikte kullanılması uygun mudur?

CEVAP: İspirto, kolonya vb. sıvılarla, temizlik amacıyla üretilen alkollü maddelerin içilmesi haram olmakla birlikte, temizlikte kullanılmaları uygundur. Namaz kılmadan önce bu ürünlerin sürüldüğü yerlerin yıkanması da gerekmez.

Was this helpful?
3
4
SORU: Oruçlu bir kimse guslederken ağzına ve burnuna nasıl su vermelidir?

CEVAP: Guslederken ağza ve burna su vermek farzdır. Ağza verilen suyu boğaza kadar ulaştırıp çalkalamak ve burna verilen suyu da iyice çekmek sünnettir. Bu hüküm oruçlu olmayan kimseler içindir. Oruçlu olanların, boğaza veya genze su kaçma ihtimali olduğu için böyle yapmaları uygun olmaz. Onlar gusülde ağza ve burna su verirken abdestte yaptıkları gibi yaparlar.

Was this helpful?
5
3
SORU: Gusül (boy abdesti) nasıl alınır?

CEVAP: Gusül abdesti ağza su alıp boğaza kadar çalkalamak, burna su çekmek ve bütün vücudu hiç kuru yer bırakmayacak şekilde yıkamak suretiyle alınır. Birinin eksik bırakılması hâlinde gusül geçersiz olur. Guslün bu farzlarından başka bir de sünnetleri vardır.
Sünnetleri de yerine getirilerek gusül şöyle alınır:
Gusletmek isteyen kimse niyet ederek besmele çeker. Ellerini yıkar, vücudunda bir necaset/maddî kirlilik var ise onu temizler, avret yerlerini yıkar. Sonra sağ eli ile üç defa ağzına su vererek iyice çalkalar, daha sonra üç defa burnuna su çekerek temizler ve namaz abdesti gibi abdestini tamamlar. Sonra da vücudunun her tarafını iyice yıkar. Guslettiği yerde su birikiyorsa, son olarak ayaklarını yıkayıp guslünü tamamlar.

Was this helpful?
5
4
SORU: Gusül (boy abdesti) ne zaman gereklidir?

CEVAP: Gusül; cünüplük, hayız ve nifas gibi hükmî kirlilik hâllerinin giderilmesi için ağız ve burun dâhil bütün bedeni yıkamak suretiyle yapılan hususi temizlik demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Eğer cünüp iseniz, iyice temizlenin (yıkanın)” (Nisâ Suresi, 4/43; Mâide Suresi, 5/6) buyrulmaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.)sünnetinde de ihtilam olma veya cinsel ilişki sonucu cünüplük hâlinde veya hayız ve nifas sonrasında gusletmek emredilmiştir.

Was this helpful?
5
3
SORU: İslam’a girdikten sonra bütün günahlar affedilir mi?

CEVAP: Allah, lütuf ve merhametiyle, İslam’a girmeyi, daha önce işlenmiş günahları silmek için bir sebep kılmıştır. Bir kâfir Müslüman olduğunda, Allah, onun gayrimüslim iken yaptığı her şeyi affeder ve günahlarından temizlenir.
Amr İbnu’l-Âs’ın (r.a.) şöyle dediğini rivayet edilir: Allah kalbime İslam’ı koyunca, Peygamber’e (s.a.v.) geldim ve: “Sağ elini ver de sana biat edeyim” dedim. Elini uzattı, ben de elimi çektim. “Ne oldu ey Amr?” diye sordu. “Bir şart koşmak istiyorum.” dedim. “Neyi şart koşuyorsun?” diye sordu. “Bağışlanmamı.” dedim. “İslam’ın kendinden öncekileri mahvettiğini bilmiyor musun?” dedi.
“İslam kendinden öncekileri yok eder” ifadesi, onu silip süpürür ve yok eder anlamına gelir. Bu, genel anlamda geçmiş olan her şeyin affedildiği anlamına gelir.

Was this helpful?
7
4
SORU: Abdest nasıl alınır?

CEVAP: Niyet edilir ve besmele çekilir. Önce eller bileklere kadar ve parmak araları da ovuşturularak üç defa yıkanır. Abdest azalarında suyun temasına engel maddeler varsa imkân ölçüsünde temizlenir. Parmaktaki yüzük oynatılır. Sağ el ile üç defa ağza su verilerek ağız temizliği sağlanır. Aynı şekilde üç defa burna su verilerek burun temizlenir. Ardından yüz üç kere yıkanır. Sonra dirsekle birlikte sağ kol üç defa ve aynı şekilde sol kol üç defa yıkanır. Sağ el ıslatılarak avuç ve parmakların içiyle başın dörtte biri veya tamamı bir defa mesh edilir. Eller tekrar ıslatılarak başparmakla kulağın dışı, şehadet parmağı veya serçe parmakla içi mesh edildikten sonra her iki elin arkasıyla boyun mesh edilir. Önce sağ, sonra sol ayak, parmak uçlarından başlanarak topuk ve aşık kemikleri de dâhil olmak üzere yıkanır. Suyun parmak aralarına ulaşmasına özen gösterilir.

Was this helpful?
4
3
SORU: İslam’da abdest almanın önemi nedir?

CEVAP: Abdestle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de, “Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar kollarınızı yıkayın, başınızı mesh edin ve aşık kemikleri ile beraber ayaklarınızı yıkayın… Eğer su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm edin.” (Mâide Suresi, 5/6) buyurulur. Hz. Peygamber (s.a.s.), abdestin nasıl alınacağını Müslümanlara fiilî olarak gösterdiği gibi abdestsiz olarak kılınacak hiçbir namazın Allah (c.c.) katında kabul olunmayacağını da ifade etmiştir.

Was this helpful?
3
4
SORU: İslam’a göre abdest nedir?

CEVAP: Abdest, bazı ibadetleri yapabilmek için dirseklerle beraber el ve kolların, yüzün ve aşık kemikleri ile beraber ayakların yıkanması ve başın mesh edilmesinden ibaret hususi bir temizliktir.

Was this helpful?
5
3
SORU: Kul hakkının önemi nedir?

CEVAP: İslâm’ın üzerinde hassasiyetle durduğu temel kavramlardan birisi hak kavramıdır. İslâm, bütün canlılara ait hakları ayrıntılı bir şekilde tespit ve tarif edip sınırlarını belirledikten sonra her bir hak sahibine hakkının verilmesini emretmiş; hak ihlali anlamına gelecek her türlü davranışı da yasaklamıştır. Bu hakların başında kul hakkı gelmektedir. Nitekim Allah Teâlâ insanoğlunu en güzel biçimde yaratmış ve mükerrem kılmıştır. Bundan dolayı İslâm’da ırkı, rengi, cinsiyeti, dili, dini, konumu ne olursa olsun insanların hakları dikkate alınmış ve gözetilmiştir. Resûlullah (s.a.s.) veda hutbesinde; “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar dokunulmazdır.” buyurmuş; kul haklarını ihlal eden kişinin ahirette hüsrana uğrayacağını haber vermiştir. Dolayısıyla İslâm’da kul haklarına riâyet, İslâm’ı anlama ve özümseme göstergelerinden olup dünya ve ahiret saadetine ulaştıran temel vesilelerden birisidir.

Was this helpful?
6
4
SORU: İslam’a göre yemin ne demektir?

CEVAP: Yemin, bir kimsenin Allah’ın ismini veya bir sıfatını zikrederek sözünü kuvvetlendirmesi demektir. Mesela “Vallahi (Allah’a yemin ederim ki) şu işi yapmam”, “Billahi (Allah’a yemin ederim ki) şu yere gitmeyeceğim” şeklindeki beyanlar böyledir.
Yemin etmek aslında mübah bir davranış olmakla birlikte, gereksiz yere yemin etmek ve onu alışkanlık hâline getirmek doğru değildir.

Was this helpful?
5
5
SORU: Selâmlaşmanın İslâm dinindeki yeri nedir?

CEVAP: Selâmlaşma, Müslümanlardan birinin diğerine “Selâm sizin üzerinize olsun, Allah sizi her türlü kaza ve belâdan korusun” anlamına gelen “selâmün aleyküm/es-selâmü aleyküm” diyerek hayır duada bulunması; diğerinin de “ve aleyküm selâm/aleykümü’s-selâm” diyerek aynı duayla karşılık vermesidir. Allah , “Size bir selâm verildiğinde ya daha güzeli ile ya da dengi ile karşılık verin” (Nisâ Suresi, 4/86) buyurarak verilen selâma güzel şekilde karşılık vermeyi emretmiştir. Hz. Peygamber de (s.a.s.) selâma güzel lafızlar eklemenin sevabı artırdığına dikkat çekmiş, “es-Selâmü aleyküm” sözüne, “ve rahmetullâh ve berekâtüh” (Allah’ın rahmeti ve bereketi) gibi sözcükler eklemek suretiyle ayrıca sevap kazanılacağını bildirmiştir.
Dinimiz Müslümanları kardeş ilan etmiş, kardeşlik bilincinin yerleşip devam etmesi için de onlara bazı görevler yüklemiştir. Bu görevlerden biri de selâmlaşmaktır. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) selâmlaşmayı Müslümanın Müslüman üzerindeki hakları arasında saymıştır.

Was this helpful?
4
3
SORU: Muharrem ayının fazileti ve bu ayda, özellikle de Aşure Günü’nde oruç tutmanın hükmü nedir?

CEVAP: “Muharrem” hürmet edilen anlamındadır. Bu ay Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Allah’ın ayı diye nitelendirilmiştir. Bu niteleme Muharrem ayının faziletine, ilahî bereketine ve bolluğuna işarettir.
Resûlullah (s.a.s.), bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ramazan’dan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem’de tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz da gece namazıdır.”
Muharremin onuncu günü âşûrâ günüdür. Bugün oruç tutmak da bazı âlimlere göre sünnettir. Resûlullah (s.a.s.), âşûrâ gününde oruç tutmuş ve bunu Müslümanlara tavsiye etmiştir .
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Yahudilere muhalefet için ertesi sene âşûrâ orucunu Muharremin dokuzuncu günü de tutacağını söylemesi bu orucun Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu veya onuncu ve on birinci günlerinde tutulmasının daha doğru olacağına işaret etmektedir.
Şu da bilinmelidir ki, Ramazan orucu farz kılınınca Hz. Peygamber (s.a.s.), isteyenlerin âşûrâ orucu tutup isteyenlerin tutmayabileceğini belirtmiştir.

Was this helpful?
4
4
SORU: Zilhicce ayında ve Arefe gününde oruç tutmak sevap mıdır?

CEVAP: Zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tutmak müstehap kabul edilmiştir. İsteyen tamamını tutabileceği gibi birkaç gününü de tutabilir.
Zilhiccenin dokuzuncu günü olan Arefe gününün dinde önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.) bugünü oruçlu geçirme ile ilgili olarak “Arefe günü tutulacak orucun önceki ve sonraki senenin günahlarına kefaret olacağını Allah’tan ümit ediyorum.” buyurmuştur. Fakat hacda olanların, yapacakları ibadetleri aksatmamaları, sıkıntı ve hâlsizliğe düşmemeleri gerekçesiyle Arefe günü oruç tutmamaları daha uygundur.

Was this helpful?
4
2
SORU: Zilhicce ayının ilk on gününün fazileti nedir?

CEVAP: Fecr sûresinin 2. âyetinde geçen “on gece” ile tercih edilen yoruma göre, hac ayı olan Zilhicce’nin ilk on gecesi kastedilmiştir. Zilhicce ayının ilk on gününün faziletine işaretle, Hz. Peygamber (s.a.s.) “Allah katında şu on günde işlenecek sâlih amelden daha sevimli bir amel yoktur.” buyurmuş, sahabîler: “Ey Allah’ın Resûlü! Allah uğrunda yapılacak cihattan da mı üstündür?” diye sormuşlar. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.); “Evet, Allah yolunda cihat etmekten de. Ancak malını ve canını tehlikeye atarak cihada çıkan, şehit olup dönmeyen kimsenin cihadı başka. (O, bundan üstündür.)” buyurmuştur.
Zilhicce’nin bu on gününün fazileti hac ibadetinin bu ayda yapılmasından kaynaklanmaktadır. Zira bu günlerde hac ibadetini görevlerinin bir kısmı yapılmakta bir kısmı da (ziyaret tavafı, şeytan taşlama gibi) ardından gelen teşrik günlerinde gerçekleştirilmektedir. Zilhicce ayının dokuzuncu günü olan Kurban Bayramının arefesinde tutulan orucun da çok faziletli olduğu rivâyetlerde zikredilmiştir.

Was this helpful?
5
4
SORU: Şevval orucu nedir? Ramazan ayında tutulamayan oruçlar, Şevval orucu niyetiyle tutulabilir mi?

CEVAP: Ramazan’dan sonra Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yılın bütününde oruç tutmuş gibi olur.” buyurmuştur. Bu oruç peş peşe tutulabileceği gibi ara verilerek de tutulabilir.
Şevval ayında nâfile olarak tutulan oruç, Ramazan’da tutulmayan oruçların yerine geçmez; yani Ramazan’da tutulmayan oruçların ayrıca kaza edilmesi farzdır. Bir oruçta hem kaza hem de nâfile yerine niyet edilmesi geçerli olmadığından Şevval ayında tutulan oruçta da bunlardan yalnız birine niyet etmek gerekir. Şevval ayında oruç tutulurken, Ramazan’da tutulamayan oruçların kazasına niyet edilirse bu oruçlar kaza orucu olarak tutulmuş olur.

Was this helpful?
5
4
SORU: İslam’a göre sahur yemeğinin önemi nedir?

CEVAP: Sahur yemeği, oruç tutacak kişilerin imsak vaktinden önce gece yedikleri yemektir. Hz. Peygamber (s.a.s.) sahura kalkmış ve bunu ümmetine de tavsiye etmiştir. Sahur, oruca dayanma gücünü artırır, maddî-manevî bereketlere vesile olur.

Was this helpful?
5
4
SORU: Sabah ezanı bitinceye kadar yeme içmeye devam edilebilir mi?

CEVAP: Takvimlerde gösterilen “imsak”, oruca başlama vaktini ifade eder. İmsak vakti aynı zamanda gecenin sona erdiği, yatsı namazı vaktinin çıkıp sabah namazı vaktinin girdiği andır. Ramazan ayında ezân da imsak vaktinin başlaması ile okunmaktadır. Bu sebeple ezânın başlaması ile yemeyi içmeyi terk etmek gerekir. Ezân başladığı sırada ağızda bulunan lokmanın yutulmasında bir sakınca yoktur.

Was this helpful?
5
4
SORU: İmsak nedir? Ne zaman başlar?

CEVAP: Sözlükte “kendini tutmak, engellemek, el çekmek, geri durmak” anlamlarına gelen imsak, dinî bir kavram olarak, oruca başlama vakti demektir.
Oruca ne zaman başlanıp ne zaman bitirileceği Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde açıklanmıştır: “(Ramazan gecelerinde) şafağın aydınlığını gecenin karanlığından ayırt edinceye (tan yeri ağarıncaya / fecr-i sâdığa) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar (yiyip içmeden, cinsel ilişkide bulunmadan) orucu tamamlayın.” (Bakara Suresi, 2/187).

Was this helpful?
4
3
SORU: Oruca ne zaman ve nasıl niyet edilir?

CEVAP: Niyet etmek orucun şartlarındandır. Niyetsiz oruç sahih değildir. Kalben niyet etmek yeterli ise de niyeti dil ile ifade etmek daha güzeldir. Oruç için sahura kalkılması da niyet sayılır.
Ramazan orucu, belli günlerde tutulmak üzere adanan oruçlar ile nâfile oruçlar için niyet etme vakti, güneşin batması ile ertesi gün tepe noktasına gelmesi öncesine (10 dk.) kadarki süredir ancak imsaktan sonra yapılacak niyetin geçerli olması için bu vakitten itibaren bir şey yenilip içilmemiş, oruca aykırı bir iş yapılmamış olması gerekir. Aksi takdirde gündüz niyet caiz olmaz.
Kaza, keffaret ve bir zamana bağlı olmaksızın adanan oruçlar için gün batımından itibaren en geç imsak vaktine kadar niyet edilmiş olmalıdır. Bu tür oruçlara niyet edilirken, “kaza, keffaret veya adak orucuna” şeklinde belirtilmesi gerekir.

Was this helpful?
5
4
SORU: Kurban kesilecek hayvanın acı çekmemesi için elektrik veya narkozla bayıltılarak kesilmesi doğru mudur?

CEVAP: Dinimiz, tüm canlılara iyi davranılmasını emretmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), kesim esnasında hayvana eziyet edilmemesini istemiştir.
Kurbanın bilinen klasik yöntemle kesilmesi asıldır. Bununla beraber kurbana fazla eziyet vermemek (ölüm acısını azaltmak) maksadıyla, kesim esnasında hayvanın elektrik şoku, narkoz veya benzeri bir yöntemle bayıltılarak kesilmesi caizdir. Ancak hayvanın bayıltıldıktan sonra ölmeden boğazından kesilmesi gerekir. Hayvan henüz kesilmeden, şok etkisiyle ölürse, kurban olmayacağı gibi eti de yenmez.

Was this helpful?
5
2
SORU: Kurban keserken nelere dikkat edilmelidir?

CEVAP: Kurban keserken aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir:
a)Kesilen hayvanın yemek ve nefes borularıyla, iki atardamarından en az birinin kesilmesi gerekir. Bu şekilde yapılan bir kesim sırasında, kanın akıp boşalmasını beklemeden hayvanın omuriliğinin hemen kesilmesi mekruhtur. Bu konuda etlik kesim ile kurbanlık kesim arasında bir fark yoktur.
b) Hayvanın canı çıkmadan başının gövdesinden ayrılmamasına ve derisinin yüzülmesi gibi diğer işlemlere başlanmamasına özen gösterilmelidir.
c) Kurban edilecek hayvana acı çektirilmemeli ve eziyet edilmemelidir. Bu nedenle hayvanlar tecrübeli kişiler tarafından kesilmeli ve boğazlama işlemi süratli bir şekilde yerine getirilmelidir.
d) Çevre temizliği için gerekli tedbirler alınmalıdır.
e) Hayvanların bir diğerinin kesimini görecek şekilde yan yana bulundurulmamalarına özen gösterilmelidir.

Was this helpful?
4
4
SORU: Kurban kesmenin vakti ne zaman başlar ve biter?

CEVAP: Kurban kesim vakti, bayram namazı kılındıktan sonra başlar. Bayramın 3. günü akşamına kadar devam eder. Bu süre içinde gece ve gündüz kurban kesilebilir. Ancak kurbanların gündüz kesilmesi daha uygundur.

Was this helpful?
6
3
SORU: Yolcunun kurban kesmesi gerekir mi?

CEVAP: Yolcu (seferî), kurban kesmekle sorumlu değildir. Ancak kesmesi hâlinde sevabını kazanır. Kişi, kurbanını yaşadığı yerde kesebileceği gibi, bayram dolayısıyla veya başka bir sebeple gitmiş olduğu yerde de kesebilir. Yolcu olması, kurban kesmesine ve kestiği kurbanın kabul edilmesine engel değildir.
Yolcu iken kurban kesenler; bayram günleri içinde memleketlerine dönerlerse, yeniden kurban kesmeleri gerekmez. Kurban bayramının başında yaşadığı yerdeyken kurban kesmeden bayram günlerinde yolculuğa çıkana da vacip olmaz. Yolculuk hâlinde iken kurban kesmeyip de bayram günlerinde memleketlerine dönenlerin kurban kesmeleri gerekir.

Was this helpful?
4
4
SORU: Kimler kurban kesmekle yükümlüdür?

CEVAP: Kurban kesmek, akıl sağlığı yerinde, ergenlik çağına ermiş, temel ihtiyaçları ve borçlarından başka nisap miktarı mala sahip olup, seferi olmayan her Müslümanın yerine getirmekle yükümlü olduğu malî bir ibadettir. Bu malın artıcı olup olmadığına ve üzerinden bir yıl geçip geçmediğine bakılmaz. Buna göre yukarıda bahsedilen şartları taşıyıp, temel ihtiyaçlarından ve borcundan başka 80,18 gr. altın veya değerinde para ya da eşyaya sahip olan kimselerin kurban kesmesi gerekir.

Was this helpful?
3
4
SORU: Allah’ın 99 ismine ne denir?

CEVAP: Esma-i Hüsna denir. İsmin çoğulu olan “esmâ” kelimesi ile “en güzel” anlamındaki “hüsnâ” kelimesinin oluşturduğu bir sıfat tamlaması olan “esmâ-i hüsnâ”, “en güzel isimler” anlamında Yüce Allah’ın isimleri için kullanılan bir terimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur.” (Tâhâ Suresi , 20/8); “…En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şanını yüceltmektedirler. O galiptir, hikmet sahibidir.” (Haşr Suresi, 59/24) meâlindeki âyetlerde ifade edildiği gibi en güzel isimler Allah’a mahsustur. Çünkü bütün kemâl ve yetkinliklerin sahibi O’dur. O’nun isimleri en yüce ve mutlak üstünlük ifade eden kutsal nitelemelerdir.
Allah Teâlâ’nın (c.c.) Kur’ân’da ve hadislerde geçen pek çok ismi vardır. Kul bu isimleri öğrenerek Allah’ı tanır, O’nu sever ve gerçek kul olur.

Was this helpful?
7
5
SORU: Babası ile birlikte oturan kimse zekât vermeli midir?

CEVAP: İslâm’da birey, mal ve mülk üzerinde tam tasarruf yetkisine sahiptir.. Buna göre bir kimse babasıyla birlikte oturuyor olsa bile zekâta tâbi nisap miktarı mala sahip ise zekât ile sorumludur. Ancak babası ile mallarını ayırmamışlar da ortak kazanıp ortak harcıyorlarsa, bu takdirde ellerindeki birikim üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan kişi zekâtla yükümlü olur.

Was this helpful?
5
5
SORU: Meleklerin var olduğunu nasıl anlayabiliriz?

CEVAP: Melekler, gözlem ve deneye dayanan bilimlerin ilgi alanı dışında kalan ve duyularla algılanamayan varlıklardır. Onların gözle ve diğer duyu organlarıyla algılanamaz varlıklar oluşu, inkâr edilmelerine gerekçe olamaz. Pozitif bilimlerin ilgi alanı dışında kalan ve duyu organlarıyla algılanamayan nice varlıkların mevcudiyetine inanıldığı bir gerçektir. Esasen insan aklı meleklerin varlığını reddetmez, bunu mümkün görür.
Bu konuda, kesin bilgi veren, anlamı açık çok sayıda âyet ve hadis bulunmaktadır. Bunlar meleklerin varlığı konusunda hiçbir şüphe bırakmaz. Meleklerin varlığı ile ilgili bazı deliller şöyle sıralanabilir:
a) Bütün peygamberler getirdikleri mesajda meleklerin varlığını bildirmişlerdir. Bütün ilâhî dinlerde melek inancı vardır.
b) Kur’ân-ı Kerîm’de meleklerin varlığına ve özelliklerine ilişkin onlarca âyet bulunmaktadır (bkz. Bakara Suresi, 2/30-34; Hûd Suresi, 11/69-70; Hicr Suresi, 15/28-29; Fâtır Suresi, 35/1; Zâriyât Suresi, 51/24-28; Necm Suresi, 53/5; Tahrîm Suresi, 66/6).
c) Hayatı boyunca hiçbir zaman yalan söylememiş olan Hz. Peygamber (s.a.s.) pek çok hadisinde meleklerden, onların özelliklerinden ve kimi zaman onları gördüğünden bahsetmiştir.
d) Yüce Yaratıcı’nın makro ve mikro âlemde yarattığı varlıklardaki eşsiz güzellik ve mükemmelliği görüp değerlendiren ve bu suretle Allah’ı (c.c.) tesbih ederek yücelten özel varlıkların bulunması aklın kabul edeceği bir husustur.

Was this helpful?
5
4
SORU: “Berzah Hayatı” ne demektir?

CEVAP: Berzah, sözlükte “iki şey arasındaki engel, perde ve ayırıcı sınır” demektir. Dinî anlamda ise “ölümden sonra başlayan ve mahşerdeki dirilişe kadar devam edecek olan kabir hayatıdır. “Onların önlerinde ise yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.” (Mü’minûn Suresi, 23/100) âyetinde geçen “Berzah” ile de kastedilen budur. Buna göre ölen herkes berzah âlemine girecektir.

Was this helpful?
5
2
SORU: Bitkisel hayatta olan insandan namaz ve oruç ibadetleri düşer mi?

CEVAP: Bilinci bir günden fazla yerinde olmayan kişinin bu süre zarfındaki namazların yükümlülüğü düşer. Bu nedenle bitkisel hayata giren ve bir daha iyileşemeyen kimse, bu dönemde kılamadığı namazlardan sorumlu olmaz. Bilincini bir günden daha az süreyle kaybedenlerin, ayıldıkları zaman namazlarını kaza etmeleri gerekir.
Oruç sorumluluğunun düşmesi için ise bilinç kaybının bir ay devam etmesi gerekir. Bir aydan daha az olan bilinç kaybında, tutulamayan oruçların kaza edilmesi gerekir. Ancak bitkisel hayattayken henüz bir ay dolmadan vefat eden kişinin tutamadığı oruçlar için kaza sorumluluğu yoktur. Dolayısıyla onlar için fidye vermek gerekmez.

Was this helpful?
4
2
SORU: İhtiyaç için kullanılan araç-gereç ve malzemelere zekât düşer mi?

CEVAP: Sanat ve mesleğin yapılması için gerekli olan araç-gereç, makine ve malzemeler, aslî ihtiyaçlar kapsamında yer alır. Dolayısıyla bunların zekâtının verilmesi gerekmez. Ancak kişinin kendi mesleği için değil de ticaret için üretilen veya alınıp satılan araç-gereç, malzeme ve makinelerin zekâtının verilmesi gerekir.

Was this helpful?
5
4
SORU: İslam’a göre Zekat vermeyi gerektirmeyen, temel ihtiyaç sayılan şeyler nelerdir?

CEVAP: İslâm kişiyi güç yetirebileceği yükümlülüklerle sorumlu kılmıştır. Bu nedenle zekât ve diğer bazı mali yükümlülüklerle sorumlu olmak için temel ihtiyaçlardan (havâic-i asliyye) fazla bir mala sahip olma şartı aranmıştır. Havâic-i asliyye; kişinin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir yıllık temel ihtiyaçlarıdır.
Hangi malların temel ihtiyaç maddesi sayılacağı ve bunun ölçüsünün ne olduğu hususu kişiye, zamana, şartlara ve çevreye göre değişir. Bununla birlikte İslâm bilginleri temel ihtiyaç maddeleriyle ilgili birtakım genel, açık ve objektif ölçüler getirmişlerdir. Temel ihtiyaçların bu ölçüler ışığında toplumun ortak değerlerine ve toplumdaki asgari geçim ve hayat standartlarına göre belirlenmesi gerekir.
Buna göre temel ihtiyaçlar; barınma, yiyecek, giyecek, sağlık ve güvenlik giderleri, ulaşım, eğitim, ev eşyası, meslek ve üretim için kullanılan arsa, bina, makine ve aletler ile elektrik, su, yakıt, aidat vb. giderlerdir.

Was this helpful?
5
4
SORU: Ergenlik çağına ermemiş zengin çocukların malından zekât vermek gerekir mi?

CEVAP: Bir kimseye zekâtın farz olması için akıllı ve ergen olması gerekir. Zengin de olsa ergenlik çağına girmemiş çocukların mallarından zekât vermek gerekmez. Ancak, çocuklara ait tarım arazilerinden elde edilen tarım ürünlerinin öşrü yani zekâtının verilmesi gerekir.

Was this helpful?
4
3
SORU: Zekâtın farz olmasındaki hikmetler nelerdir?

CEVAP: Zekât malî bir ibadet olup ferdi ve toplumsal manada birçok hikmet ve faydayı kendisinde barındırmaktadır.
Öncelikle Zekât ibadeti toplumsal barışa ve dayanışmaya da büyük katkı sağlamaktadır. Zekât zengin ile fakir arasında gönül köprülerinin kurulmasına vesile olur.
Zekât vermek kişiyi kalben, ruhen ve manen arındırır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: “Onların mallarından zekât al ki onları temizleyesin ve arındırasın…” (Tevbe Suresi,9/103)
Zekât veren kimse Allah’ın kendisine bahşettiği malından infakta bulunmak suretiyle kulluk şuuruna ve bilincine kavuşur. Başa kakmadan ve gönül incitmeden yapacağı bu ibadet sayesinde kişi içindeki mal sevgisini ve dünya hırsını dizginler. Böylelikle zekât, kişideki cimrilik hastalığını ortadan kaldırır.
Zekât sayesinde, toplum olarak elde edilen ve üretilen maddî değerlerin belirli kişilerin ellerinde toplanmasına engel olunur. Bu sayede sosyal adaletin sağlanması ve refahın geniş kitlelere yayılmasına katkıda bulunulur.

Was this helpful?
5
3
SORU: İslam’da yeryüzü ve gökyüzü tanımı nasıl yapılır?

CEVAP: Gök kelimesinin Arapça karşılığı semadır. Sema; lügat manasıyla yukarıda olan her şeydir. Kur’an’da vurgulanan “sema / semavat” kelimesi, yerküresine mukabil gelen bütün gök cisimleri manasına gelir. Gökler çeşitli tabakalara ayrıldığından, Kur’an’da daha çok semavat şeklinde çoğul olarak gelmiştir.
Arz /Yer ise, gerçekte tabakaları olsa bile görünürde bir tek parça olduğu için Kur’an’da yalnız tekil olarak kullanılmıştır.
Arz; üzerinde yaşadığımız yerküresidir.
– Göklerin sınırı, yerin damı hükmünde olan atmosfer tabakasından başlar.
– Yerin sınırları ise, toprağın ve denizlerin bulunduğu bölgedir.
– İkisinin arasında bulunanlar, havada uçan kuşlar, kuşçuklar; toprağın üstünde, altında ve denizlerde yaşayan canlılar ve diğer mahluklar anlamına gelir.

Was this helpful?
6
3
SORU: Kur’an Müslümanları düşünmeye ibret almaya ve akıl yürütmeye nasıl teşvik etmektedir?

CEVAP: İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli hususlardan biri, kuşkusuz, akıldır. İnsanlar, aklı sayesinde iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, çirkin ile güzeli birbirinden ayırt edebilir. Aklın bir eylemi olan düşünmenin doğru olması, bir nevi, davranışların da doğru olması anlamına gelmektedir. Diğer bir ifade ile doğru düşünme, doğru inancı; doğru inanç da, doğru davranışı ortaya koyar. Bu açıdan bakıldığı zaman evrensel kitap olma özelliğini bünyesinde barındıran Kur’an-ı Kerim’in de düşünmeye yeterli derecede gereken önemi verdiğini görmek zor değildir. Kur’an-ı Kerim’in tüm insanlara ve zamanlara hitap eden bir kitap oluşu ve kendisinin muhatabı olan insanın akıl sayesinde sorumlu bir varlık oluşundan olsa gerek; Kur’an-ı Kerim pek çok yerde düşünmekten ve diğer akli aktivitelerden sıklıkla bahsetmektedir. Müslümanları ilme teşvik eden bazı Kur’an ayetlerinin “başlarında ve devamında insanı aklına havale eden” açık ve net ifadeler, daha doğrusu emir vardır.
“Aklına bak”; “Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikati bilesin, neden bakmıyorsunuz? İbret almıyorsunuz? Bakınız ki, hakikati bilesiniz.” “Biliniz” ve “Bil” bunlardan bazılarıdır .

Was this helpful?
4
4
SORU: Peygamberimizin geleceğini bilen Hristiyanlar var mıdır?

CEVAP: Hz. Peygamberin peygamberliğini tasdik eden bazı Hristiyanlar vardır: Rahip Bahira,Roma Kralı Heraklius, Habeşistan Kralı Necaşi, Varaka b. Nevfel bunlardan en bilinenleridir.

Was this helpful?
4
4
SORU: Pozitivist birisine, metafizik olaylar nasıl anlatılır?

CEVAP: Pozitivistler gözlemlenen, ölçülen, kanıtlanan bilgilere inanırlar. Dolayısıyla metafizik olaylara mesafelidir. Onlara bu durumu anlatırken metafizik düşüncenin soyut ve felsefik özellik taşıdığını belirtmek gerekir. Bilimsel metodun ötesindedir. Metafizik derin sorulara cevap arayan bir alandır. Bazı insanlar bu soruları anlamak ve açıklamak için farklı bir bakış açısı geliştirmiştir.

Was this helpful?
6
3
SORU: İbni Sina ipek iplikle kalp ritmi ölçtü mü?

CEVAP: İbni Sina özellikle kadın hastaları muayene ederken onların daha rahat hissetmeleri için kadınları bir perdenin arkasına alıp bileklerine ipek iplik bağlamıştır. İpek ipliği perdenin gerisine geçip gerdirmiştir. İpek iplik çok ince ve hassas olduğu için kalp atışını göstermiştir. İbni Sina bu yöntemle kalp ritmini ölçmüş, kalp tansiyon gibi bazı hastalıkların tanısını koymuştur.

Was this helpful?
5
3
SORU: Hz. İsa zamanında beyin ameliyatı yapıldı mı?

CEVAP: Evet Hz. İsa zamanında beyin ameliyatları yapılıyordu. Hz. İsa zamanında tıp çok ilerlemiş seviyedeydi. O dönemde Romalılar beyin ameliyatları yapıyorlardı. Öyle ki bu, o günün insanlarına bir bakıma ölmüş insana hayat vermek gibi harika göründüğü için Hz. İsa o günkü tıp ilminin ulaşabileceği zirvelerin çok ötesinde mucizeler göstererek ölüleri diriltmiştir.

Was this helpful?
6
4
SORU: Sadaka kimlere verilir?

CEVAP: Sadaka, herhangi bir karşılık beklemeden yapılan yardımdır, belli kurallar çerçevesinde yerine getirilmelidir. Sadaka verilebilen kişi ve yerler aşağıdaki gibi sıralanabilir;
• İhtiyaç sahibi olan bir aile
• Maddi yardıma ihtiyaç duyan bir kişi
• Öğrenciler
• Çocuklar
• İhtiyaç sahibi yetişkinler
• Çeşitli yardım kuruluşları
• İhtiyaç sahibi olması şartıyla akrabalar

Was this helpful?
4
4
SORU: Cuma namazının farziyeti nedir?

CEVAP: Cuma namazı akıllı, ergenlik çağına gelmiş, yolcu olmayan ve mazereti olmayan erkeklere farzdır. Yüce Allah, “Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, alışverişi bırakıp hemen Allah’ı anmaya koşun. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Cum’a Suresi, 62/9-10) buyurmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) de “Cuma namazına gitmek, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman erkeğe farzdır.” buyurmuştur.

Was this helpful?
7
5
SORU: İslam’da yemin bozmanın kefareti nedir?

CEVAP: Yemini bozan kimselerin yemin keffâreti ödemeleri gerekir. Yemin keffâreti sırasıyla; on fakire birer fitre (fıtır sadakası) miktarı veya bir fakire on ayrı günde her gün birer fitre miktarı para vermek veya on yoksulu sabah akşam doyurmak ya da giydirmektir. Buna gücü yetmeyenlerin ise ara vermeden üç gün oruç tutmaları gerekir. Bu keffâret ve sıralama Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilmiştir.

Was this helpful?
7
5
SORU: Abdest hangi durumlarda bozulur?

CEVAP:
– İdrar, dışkı, meni, kan gelmesi ve gaz çıkarmak abdesti bozar.
– Vücudun herhangi bir yerinden kan ya da irin gelmesi, çıktığı yere dağılması abdesti bozar.
– Eğer vücuttan çıkan kan ya da irin dağılmazsa ve nokta şeklinde kalırsa o zaman abdest bozulmaz.
– Kişilerin ağız dolusu kusması da abdesti bozar.
– Kişilerin uyuması, bayılması, şuurunu kaybetmesi, delirmesi gibi durumlarda da abdest bozulur.

Was this helpful?
6
4
SORU: Unutarak yemek ,içmek orucu bozar mı?

CEVAP: Unutarak yemek içmek orucu bozmaz. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, bozmasın. Çünkü onu, Allah yedirmiş, içirmiştir.” buyurmuştur.
Unutarak yiyip içen kimse, oruçlu olduğunu hatırlarsa hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkar ve orucuna devam eder.

Was this helpful?
5
5
SORU: Orucu bozan durumlar nelerdir?

CEVAP:
– Bilerek Yemek İçmek: Kişi bilerek yemek yer ya da su içerse orucu bozulur. …
– Cinsel ilişkiye girmek.
– İlaç Almak: Her türlü hap, ağız spreyi, şurup ve benzeri ilaç, orucu bozar. …
– Genel ve Lokal Anestezi.
– Bilerek Kusmak.
– Kan Almak.
– Diş Macunu ve Su Yutmak.
– Sakız Çiğnemek.

Was this helpful?
4
3
SORU: Kimler kurban kesmelidir?

CEVAP: Akıl sağlığı yerinde, ergenlik çağına gelmiş ve zengin olan kişiler kurban kesmelidir.

Was this helpful?
4
4
SORU: Oruç tutmuyorum. Günah mı?

CEVAP: İslam’a göre oruç tutmak farzdır. Oruç tutmaya engel herhangi bir durumu olmayan kişiler oruç tutmazsa günah işlemiş olur. Bu nedenle tövbe etmeli ve tutmadığı oruçları kaza etmelidir.

Was this helpful?
4
3
SORU: Oruç tutamayacak kadar hasta ve yaşlı olanlar ne yapmalıdır?

CEVAP: Yaşlılık ve kalıcı bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse her gününe karşılık bir fidye öder. Fidye, bir kişiyi bir gün doyuracak yiyecek miktarı veya bunun ücretidir.

Was this helpful?
6
4
SORU: Kaza orucu nedir ve nasıl tutulur?

CEVAP:
Ramazan ayında bazı zorunlu hallerde tutulmamış olan oruçların, Ramazan ayından sonra tutulmasına kaza orucu denir.
– Kaza orucu Ramazan ayından sonra tutulur.
– Kaza orucu, kazaya bırakıldığı miktar kadar tutulur.
– Kaza orucuna niyet edilir.
– Kaza orucunun bir an önce ve geciktirilmeksizin tutmak gerekir.

Was this helpful?
4
2
SORU: İslam’a göre oruç hangi durumlarda tutulmayabilir?

CEVAP: a) Yolculuk: Ramazan’da sefer mesafesi (en az doksan km.) bir yere gitmek için yola çıkacak olan kimse, geceden oruca niyet etmeyebilir. Fakat niyet ettikten sonra gündüzün yolculuğa çıksa bu yolculuk esnasında başka bir mazereti bulunmazsa orucunu bozmamalıdır.
b)Hastalık: Oruç tuttuğu zaman, hastalığının artmasından veya uzamasından endişe edilen kimse ile hastalığı sebebiyle oruç tutmakta zorlanan kişiler için, iyileştikten sonra kaza etmek üzere Ramazan ayında oruç tutmamalarına izin verilmiştir. Oruç tutması hâlinde hasta olacağı doktor tarafından bildirilen kimse de hasta hükmündedir.
c) Yaşlılık: Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kimseler, oruç tutmayıp yerine fidye verebilirler. İyileşme umudu olmayan hastalar da aynı hükme tabidir.
d) İleri derecede açlık, susuzluk: Açlık veya susuzluk sebebi ile beden ve ruh sağlığının ciddi derecede zarar görmesi söz konusu olan kimse orucunu bozabilir. Sağlık şartları düzelmesi hâlinde bozulan oruç Ramazan’dan sonra kaza edilir.
e) Zor ve meşakkatli işlerde çalışmak: Bir insanın ibadetlerini normal bir şekilde yapmasını engelleyecek zor ve ağır işlerde çalışması veya çalıştırılması doğru değildir. Ancak kişisel veya toplumsal zorunluluklar, bazılarının böyle işlerde çalışmalarını gerektirebilmektedir. Böyle durumda bulunan bir kişi, oruç tuttuğu takdirde sağlığına bir zarar gelmesinden korkuyorsa, orucunu tutmayabilir. Bu durumda olanlar, izin günlerinde veya müsait zamanlarda tutamadıkları oruçlarını kaza etmelidirler.
f)Hamile olmak ve Çocuk emzirmek: Oruç tuttuğu takdirde kendisinin veya çocuğunun zarar görmesi muhtemel olan gebe veya emzikli kadınlar da, sağlık durumu oruç tutmak için elverişli olmayanlar arasında değerlendirilmiştir. Bu durumda olanlar da oruç tutmayabilirler.

Was this helpful?
5
3
SORU: Zekat nasıl hesaplanır?

CEVAP: Zekât hesaplaması yaparken mevcut borçlar düşüldükten sonra kalan mal üzerinden zekât oranı hesaplanmaktadır. Zekât miktarınızı aşağıdaki zekât oranlarına göre hesaplayabilirsiniz:
– Altın, gümüş, para, ticaret malları ile koyun ve keçiden 1/40 oranında,
– İnek, manda ve benzeri büyükbaş hayvanlardan 1/30 oranında,
– Tarım ürünlerinden 1/10 oranında (aşar) zekât verilir. Eğer bir kimse bu ürünleri yetiştirirken para harcayarak sulama yapıyorsa 1/20 oranında zekât verir.
– Kira geliri getiren ev, dükkân, fabrika, motorlu araçlar, makine gibi malların net gelirlerinden 1/10 veya brüt gelirden 1/20 oranında zekât vermek gerekir.

Was this helpful?
4
3
SORU: Zekat kimlere verilmez?

CEVAP: Zekât verebilecek durumda olanlara, Müslüman olmayan kimselere, Birinci derece akrabalara (Anne, Baba, Büyükanne, Büyükbaba, çocuklara, torunlara vb.) ve karı-kocanın birbirine zekât vermesi uygun değildir.

Was this helpful?
4
4
SORU: Zekat kimlere verilir?

CEVAP: Zekâtın verileceği kimseler Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilmiştir. Bunlar; fakirler, miskinler, zekât toplamakla görevlendirilen memurlar, müellefe-i kulûb adı verilen kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenen kimseler, esaretten kurtulacaklar, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış olanlardır (Tevbe Suresi 9/60).
Fakir ve miskin, temel ihtiyaçları dışında herhangi bir maldan nisap miktarına sahip olmayan kimsedir Borçlu, kul hakkı olarak borcu olan ve borcunu ödeyeceği maldan başka nisap miktarı malı bulunmayan kimsedir
Yolda kalmış kimse, sürekli yaşadığı yerde malı bulunsa bile, çıktığı yolculukta parasız kalıp parasına ulaşma imkânı bulamayan, başka bir deyişle, parasızlıktan yolda kalmış ve memleketine dönemeyen kimsedir. Bu kimseye, malının bulunduğu yere dönmesine ve dönünceye kadarki ihtiyaçlarını gidermesine yetecek kadar zekât verilebilir. Günümüzde yolcu olan kişi istediği zaman memleketindeki parayı banka kartı veya başka bir yöntemle alma imkânına sahipse ona zekât verilmez.
“Allah yolunda” kelimesi ise kendini Allah yoluna ve İslâm’a adamış hac yolcuları, askerler ve ilim için yola çıkan gerçek kişiler olarak yorumlanmıştır.

Was this helpful?
4
4
SORU: Dünya dışında farklı alemler var mıdır?

CEVAP: Cenab-ı Hak nurdan, ateşten, ışıktan, zulmetten, havadan, sesten, kokudan, kelimelerden ve elektrik gibi seyyal ve latif maddelerden hayat ve ruh sahibi varlıklar yaratmış ve yaratıyor. Bunlar evrenin her köşesinde bulunuyor.
Dünya dışında da başka varlıklar vardır. Ancak o varlıklar nurani varlıklardır. Kur’ân lisanında onlara melaike ve ruhaniyat denilir.
Kur’ân’da dünya ve yeryüzü “ard” (arz) olarak geçer; başta Âdem Aleyhisselam olmak üzere bütün peygamberlerin yeryüzüne, dünyaya gönderildiği bildirilir.

Bu arada bazı sema katlarında İbrahim, İdris ve İsa Aleyhimüsselâm gibi peygamberlerin makamının bulunduğu da Miraç hadisinde ifade edilir. Yine İsra 44, Talak 12. âyetlerinde yeryüzünün gökyüzü gibi yedi tabaka olduğundan bahsedilir. Ama bu yeryüzü tabakalarının nelerden ibaret olduğu, yeryüzü katmanları mı, yedi kıta mı, yedi iklim mi, neler olduğu kesin olarak belirtilmemiştir.
Ancak bu yaşadığımız dünyadan başka yaşama uygun farklı gezegenler olsa bile, orada insan gibi mükellef ve sorumlu varlıkların yaşadığı konusunda bir ayet veya hadis yoktur.

Dünyadan başka sekiz ve son verilere göre on bir gezegenin daha olduğu varittir, ama oralarda böyle bir varlık türünün yaşadığı hususunda ne dini, ne de bilimsel bir doküman söz konusu değildir. Bu arada şu gerçeği de gözden uzak tutmamak gerekir: Bu eski gezegen olan dünyamızda bu kadar canlı, ruh sahibi, akıl ve şuur sahibi varlıklar olduğu gibi, diğer gezegen ve yıldızlarda, gök cisimlerinde oraların hayat şartlarına göre, oranın yapısına ve konumuna göre ruhani varlıklar vardır. Evrenin her tarafında yaşayan varlıklar vardır. Güneşte, ayda, yıldızlarda, galaksilerde bütün bir evrende çeşitli türden varlıklar yaşıyor. Koca evrende bir nokta kadar bile zor yer tutan, kâinat haritasında bulunduğu yer dahi belli olmayan dünyamızda milyonlarca tür canlılar mevcut ve yaşıyor. Yerin üstünde, altında, karada, denizde, havada dünyanın her bir köşesinde canlı varlık bulmak ve görmek mümkün. Okyanusların binlerce metre derinliklerinde canlılara rastladığımız gibi, bir metre kazdığımızda yer altında da değişik tipte ve türde canlı organizmalara rastlayabiliyoruz. Hatta bir çöplükte o kadar mikroorganizmalar var ki, saymakla bitmez ve tükenmez. Küçük dünyamız, insanından hayvanına, balığından solucanına ve tek hücreli canlılara varıncaya kadar hayat ve ruh sahibi varlıklarla doludur ki, haddi hesabı yoktur.

Dünyada insandan ve hayvanlardan başka Kur’ân’ın da bildirdiği ve anlattığı gibi, varlıklarını kabul ettiğimiz, fakat gözle görme imkânımız olmayan cinler ve ruhani olarak isimlendirilen diğer canlı türleri ve ruh sahibi varlıklar da bulunuyor. Dünya gibi küçük bir gezegende bu hayat şartlarına göre canlı türleri ve ruhani varlıklar bulunur da, dünyadan milyonlarca büyüklükteki yıldızlarda, gök cisimlerinde, o ışık huzmesi nurlu âlemlerde oraların şartlarına göre yaşayan varlıkların olmaması mümkün müdür? Vardır ve bulunuyor. Bizim görmememiz onların olmamasına delil olamaz. Bizim bilmememiz onların olmadıklarını göstermez. Çünkü her şey bizim bilgimiz dahilinde değildir, olamaz da. Dünyamız nasıl insan, hayvan, cin ve meleklerle dolu ise, diğer âlemler ve evren de başta melekler olmak üzere insan ve havyan dışında varlıklarla doludur. O varlıkların insan gibi maddi olarak suya, ekmeğe ve oksijene ihtiyaçları yoktur. Onların gıdası bünyelerine ve yaratılış maddelerine göre tespit edilmiş ve veriliyor.

Bir can ve ruh taşımasına, nefsi, aklı ve duyguları olmasına rağmen nasıl ki, cinler bizim yiyip içtiğimiz gibi yiyip içmiyorlar, hayat tarzları ve şartları bize benzemiyorsa, diğer yıldızlardaki ve gök cisimlerindeki varlıklar da insana ve cinlere benzemez. Oraların hayat şartları farklı olduğu gibi, orada yaşayan varlıklar ve canlılar da ona göre farklıdır. Yüzlerce ayette semâdan ve semâvattan söz edilir, onların yaratılışına dikkat çekilir, Allah’ın yerin ve semâların Rabbi olduğu gerçeği dile getirilir. Demek ki, kâinatta, evrende ve bu koca âlemde meleksiz ve ruhanisiz bir yer yoktur. Nasıl melekleri ve cinleri görmediğimiz halde varlıklarını kabul ediyor, inanıyorsak, diğer yıldızlarda ve galaksilerde yaşayan ve o âlemlerin hayat şartlarına göre yaşayan varlıkların var oluşlarını kabul ederiz.

Was this helpful?
4
4
SORU: Dünyevi isteklerden kurtulup Allah’ın rızasını aramaya nasıl yönelebilirim?

CEVAP: Kişi sevdiğiyle beraber olmak ister. Sevgili olanlar da uzun ömürlü olanları tercih eder.
Buna göre, insanın Allah’a ve ahiret gününe imanı ne kadar kuvvetli olursa o nispette Allah’ın rızasını kazanmaya çalışır ve buna engel gördüğü dünyevi gayrimeşru isteklerden de vazgeçer. Çünkü Allah bir yâr-ı bâkidir, onun yolunda yapılan her şey de onun ebedi kılmasıyla bakileşir.
İkinci sevgili olan dünyanın ömrü kısa, lezzetleri az, çileleri çoktur. Özellikle bu gayrimeşru sevginin ebedi ahiret yurdunda cezası vardır.
Dünyada ve ahirette bahtiyar olmanın bir yolu, insanın kendini bu dünyada Allah’ın bir misafiri ve askeri olarak görmesi, dünyayı da Allah’ın bir misafirhanesi ve kışlası olarak bilmesi ve ona göre hareket etmesidir. Bu bilinç ve şuur ne kadar yerleşirse, o kadar çabuk Allah’ın rızasına ulaşabilir.
Dünya bir misafirhane, ama askeri bir misafirhane. Birtakım kaide ve kuralları var. Ona uymak lazım, uymadığın zaman cezası var, onu çekersin. Bir düzen var, ona uyacaksın. Askerin vazifesi emir dairesinde hareket etmektir. Askere giden insan bilir ki, burada belli bir süre kalacak, sonra evine barkına, anasına, babasına kavuşacak. Yani geçici bir süre burada kalacak.
İnsan, ilahi emir dairesinde çalışmalı ve kulluk vazifesini yerine getirmekle mükellef bir asker gibi olmalıdır. Ve bu asker, dünya kışlasında misafir; terhis oluncaya kadar orada kalacak. Kendini asker ve misafir bilen bir insan, dünya kışlasına gönlünü bağlamaz. Askerin vazifesi, emir dairesinde hareket etmek ve ücretini ancak Sultanından beklemektir.
Böyle bir insan, talim vazifesini aksatmadan yürütür ve terhis olacağı günü merakla bekler. Ne asker arkadaşlarından ayrılmanın elemini çeker ne de dünyadan ayrılacağına üzülür. İlahi emirler dairesinde bir ömür geçirir. Allah için çalışır, Allah için sever ve Allah için düşmanlık eder.

Was this helpful?
5
5
SORU: Kuran’a göre sanat ve güzellik nedir?

CEVAP: Kuran’da estetik ve sanat ile ilgili çok sayıda kelime yer alır. Bunların bir kısmı “Hüsn, Hasen, Hasene, Hasenat, Hüsna, Hasna, Ahsen, Latif, Letafet, Tayyib, Bedi, Cemal, Cemil, Ni’me, Sıbga, Sıbgatullah, Ziyne, Tezyin, Suver, Tasvir, Musavvir, Sana’a” olarak sıralanabilir.
Güzellik anlamına gelen “Hüsn” kelimesinden türeyen hasen, hüsna, hasna, hasene kelimeleri Arap dilinde var olan dişi ve erkek kalıplara ait türevlerdir. Latif, tayyib, bedi ve ni’me kelimeleri de Kuran’da güzel anlamında kullanılmışlardır. Sıbga boya ve boyama anlamına gelir. Sıbgatullah “Allah’ın boyası ve boyaması” anlamına gelir. Yani bir anlamda ilahi resim. Suver, tasvir ve musavvir gelimeleri de suret ve tasarım anlamları içerir. Sana’a kelimesi ise direkt sanat anlamına gelir.
Ayetlerden örnek verirsek; Kuran’da insanın güzel yaratılışından bahsedilirken, “Doğrusu, biz insanı en güzel bir surette yarattık.” (95/4) ayetinde “ahsen-i takvim” ifadesi geçer. “Ahsen” kelimesi “hasen” kelimesinden türetilmiş “ism-i tafdil” denilen “en güzel” kıyaslama kavramını ifade eder.
Kuran’da hem fizikî güzelliğe ve hem de duygusal güzelliğe dikkat çeken ayetlerden birisi de Hz. Meryem’den bahseden, “Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve güzel bir çiçek gibi yetiştirdi.” (3/37) ayetidir.
“Kullarıma söyle, sözün en güzel olanını söylesinler.” (17/53) ayeti de güzellikten ve güzel ifade biçiminden bahseden önemli bir tavsiyedir. Buna benzer bir başka ayet ise, “Ey Resulüm! Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (16/125) ayetidir.
“Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluverir.” (41/34) ayetinde güzellik “hasen” kelimesi kullanılarak anlatılmıştır.
“Biz yeryüzündeki şeyleri, yeryüzüne bir süs kıldık.” (18/7) ayetinde geçen “ziynet” ve “ahsen” kelimeleri de estetik ve sanat ile ilgili kelimeler arasında sayılabilir.
“Allah, yarattığı her şeyi güzel yaratandır.” (32/8) ayetinde ise “ahsen-ül halıkîn” ifadesi “en güzel yaratmayı” ifade etmektedir.
“O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya da bir çamurdan başlayandır. Sonra onu basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra da düzeltip bir biçime soktu.” (32/7-9) ayetlerinde ise insanın estetik yaratılışı ve biçimlendirilişi anlatılır.
“Allah, sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı.” (40/64) ayeti de aynı şekilde insanın yüzünün ve vücudunun güzelliğine işaret eder. Hatta insan o kadar güzel yaratılmıştır ki, Eski Yunan mitolojisi ve felsefesi en güzel kabul ettiği bir kadın heykelini “Venüs” adıyla putlaştırmış ve sanat eserindeki güzelliğe tapacak derecede hayran olmakla birlikte yaratıcısından gafil bir duruma düşüp hakikatten uzaklaşmıştır.
Ayrıca cennet, pek çok ayette estetik ve güzellikten de bahsedilerek tasvir edilmektedir. Örneğin: “Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin zevk aldığı herşey vardır ve siz orada ebedi olarak kalacaksınız.” (43/71)
“Allah’ın boyası (ile boyan). Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?..” (2/138) ayeti ise açıkça İlahi sanat ve estetiği insanlara ders verir.
Diyebiliriz ki, Allah (cc), insanı güzel ve güzellikten, estetik ve sanattan anlayacak yeteneklerde yaratmış; evreni ve dünyayı da güzelliklerle doldurmuştur. İnsanların hem dünya, hem de ahiret hayatlarının güzel olması için “en güzel örnek” olarak bize Peygamber Efendimizi ve Kuran’ı yollamış ve bize güzellikleri görmeyi öğretmiştir. Güzel yaşayan insanları da ebedi güzellikler diyarına davet etmiştir.

Was this helpful?
6
3
SORU: Arapça anlamayanın ibadetleri geçersiz mi?

CEVAP: Bütün ilahi kitaplar, onları insanlığa tebliğ ile görevlendirilen Peygamberlerin konuştukları dille indirilmişlerdir. İslam peygamberi Arabistan da araplar arasında yetiştiği ve Arapça konuştuğu için, O’nun tebliğ ettiği Kur’an-ı Kerim de Arapça olarak indirilmiştir.
Ancak Allah ,bütün insanlığa son kitabı ve ebedi hitabı olan Kur’an-ı Kerimi, sadece araplar ve Arapça’yı bilenler için değil, bütün insanları korumak, onlara Hakkı ve hakikati öğretmek, hidayet ve gerçek saadet yolunu göstermek için indirmiştir. Cenab-ı Hakk’ın yüce kelâmı kutsal kitabımızın dilinin her Müslüman tarafından bilinmesi ve anlaşılması, arzu edilen bir durum ise de âdeten mümkün değildir. 0 halde Kur’an-ı Kerim’in Arapça bilmeyenlere tebliğ edilebilmesi ve onların yüce Kitapta bildirilen ilahi gerçek ve öğütleri anlayıp üzerinde düşünebilmeleri ve O’nun hidayetinden yararlanabilmeleri için, başka dillere tercüme edilmesine, kısa ve uzun açıklamalarının yapılmasına kesin ihtiyaç, hatta zaruret vardır. Nitekim, İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren buna ihtiyaç duyulmuştur. Ashabın ileri gelenlerinden Selmân-ı Fârisi’nin İran’lı hemşehrilerinin isteği üzerine Fatiha Sûresini Farsçaya çevirip onlara gönderdiği bazı kaynaklarda (bk.Serahsi, el-Mebsut, I, 37, Beyrut, 1398/1978) yer almıştır. Günümüzde Kur’an-ı Kerim, dünyadaki belli başlı hemen bütün dillere çevrilmiş durumdadır.
Namazlarda bir miktar kur’an okumak farz olmakla birlikte anlamını bilmek zorunlu değildir. Kur’anı okumak ve anlamak için Müslümanlar kendi dilinde tercümelerini okumalı ve kendi dillerinde dua gibi ibadetlerini etmelidir. Arapça anlamayan bireyin ibadetleri geçerlidir.

Was this helpful?
5
3
SORU: Biseksüel olduğumu fark ettim, nasıl kurtulacağım?

CEVAP: İnsan, Allah’ın bin bir ismini yansıttığı yeryüzündeki halifesi olarak dünyaya gönderildiği için, çok hassas cihazlarla donatılmıştır. Dağların, yerin ve göğün üstlenmediği büyük emaneti üstlenen insanın, anne karnına düştüğü andan itibaren ölünceye kadarki eğitimi, sorumlulukları, söz ve davranışlar işte sahip olduğu bu değerleri korumaya yönelik olarak belirlenmiştir.
Bilerek veya bilmeyerek bu değerlerin sarsılması, yıpratılması veya ihmal edilmesi insanın bünyesinde manevi yaralar açar. Bu yaraların izleri bazen genetik yoluyla nesiller boyu da devam eder.
İşte sözünü ettiğiniz “biseksüel” durumun nedenlerini bilim bu çerçevede açıklar.
Eşcinselliğin–biseksüelliğin nasıl geliştiği tam olarak bilinmemekle birlikte, çocukluk döneminde duygusal ve fiziksel şiddete maruz kalma, tacize ve tecavüze uğrama, çocuklukta karşı cinsle ilgili yaşanmış kötü deneyimler, ciddi aile sorunları içinde büyüme, aşırı otoriter bir babanın varlığı, baba veya baba figürlerinin çocuğun hayatında olmaması, aşırı duygusal veya içine kapalı bir yapıya sahip olunması, yanlış yetiştirilme yani erkek çocukların kız gibi, kız çocukların da erkek gibi yetiştirilmesi, genetik yatkınlık, hormonsal bozukluklar gibi nedenlerle geliştiği düşünülmektedir.
Sebep ne olursa olsun bunun bir de kadere bakan yönü vardır. Çünkü başımıza gelen her şey aynı zamanda dünya imtihanımızın bir sorusudur. Herkesin en ağır imtihan sorusu onun nefsini en çok zorlayan, nefsi ve imanı arasında sürekli git-geller yaşadığı durumdur. Yani en zayıf tarafıdır. Bu kimisi için kadındır, kimisi için erkek, kimisi için para, kimisi makam ve mevkidir.
Burada önemli olan kişinin öncelikle bunu bir imtihan sorusu gibi görmesidir ve karşı koyduğu nispete de ahiretteki makamının yükseleceğinin şuurunda olmasıdır.
İkinci olarak da sahip olduğu ve onu günaha zorlayan duygulardan dolayı kendisini suçlamaması, aşağı, değersiz, sapık, günahkâr, Allah’ın sevilmeyen kulu olarak görmemesidir. Çünkü bu durum, kişinin dünya ve ahiret hayatı için en az günaha götüren duygu kadar tehlikelidir. Bu duyguyu kabullenmek, inkar etmemek, eyleme dökülmediği sürece de kişiyi kirletmeyeceğini, Allah katındaki değerine zarar vermeyeceğini bilerek sabırla, tevekkülle yaşamaktır.
Bu çerçevede korunmanıza yardımcı olacak, duygularınızı kontrol altın almanızda faydalı olacak tavsiyelerimiz şunlar olacaktır:
1) Kendiniz ile barışık olmanız, nefret etmemeniz ne kadar önemli ise, bu duygunuzu eyleme döktüğünüzde dünya ve ahirette neden olacağı zararları sık sık düşünün. AIDS başta olmak, covit, grip, uyuz, verem, Hepatiti-B, cilt hastalıkları vb. gibi onlarca salgın hastalığın bu yolla bulaştığını aklınızdan çıkarmayın.
Ayrıca böyle bir fiilin duyulduğunda aile, akraba, arkadaş çevresinde sizi ne kadar zor duruma düşüreceğini, dışlanacağınızı, kimsenin yüzüne bakamayacağınızı, sizinle beraber birinci derece akrabalarınızın da çevrede çok zor durumda kalacaklarını sık sık düşünün ve olası en kötü durumu hayal edin.
2) Hemcinsinize yönelik duygularınız ne kadar güçlü olursa olsun, bunu fiiliyata dökmediğiniz sürece duygularınızı kontrol etmeniz daha kolay olacaktır. “Bir kez yaşayayım sönsün.” gibi nefsin hilesine kapılanlar bir bataklığa saplanır gibi, her defasında daha da derinlere batmaktadırlar. Onun için hiç denememeye çalışın. Daha önce böyle bir fiili yapmış olsanız bile, “Zararın neresinden dönülse kardır.” misali devam ettirmeyin
3) Size bu duyguyu çağrıştıran kişilerden her platformda uzak kalmanız da duygularınızın alevlenmesine engel olacaktır. Bu çerçevede sosyal medyayı kapatın, telefonlarınızda kayıtlı olan bu kişilerin isimlerini silin. Silemiyorsanız, hayatınızdan çıkaramıyorsanız da mesafe koyun.
4) Hemcinslerinize yönelik duygularınızı uyandıran film, dizi, müzik, tiyatro, kitap vb, şeylerden de aynı derecede uzak durun.
5) Kendinize yoğun zihni meşguliyetler bulun. Çünkü boş kalan, meşguliyeti olmayan inşalar da bu tarz duygular daha fazla uyanır. Açık Öğretim okuyun, sanatsal, kültürel, sportif faaliyetler, hobiler edinin.
6) Hemcinslerine yönelik duyguların hayaline ve fantezilerine girmesine ve yerleşmesine izin vermeyin. Aklınıza geldiği an zihninizi başka bir şeyle meşgul ettirin.
7) İbadetlerinize daha bir özen gösterin. Özellikle namazlarınızı zamanında tadil-i erkân ile okuduğunuz ayetlerin manasına ve Allah’ın huzurunda olduğunuza odaklanarak kılın.
8) İnsanda binlerce duygu var. Bu duygularınızı manevi ve milli değerlerle boyamak için, bu değerleri paylaşan insanlar ve gruplarla bir araya gelin, sohbetlere katılın.
9) Unutmayın, size hakiki yardım edecek tek kişi, yaratıcımız olan yüce Rabbimiz’dir. Sık sık gönülden dua ederek yardımını isteyin.

Was this helpful?
7
5
SORU: Arapların üstünlüğü var mıdır?

CEVAP: Veda hutbesinde islam peygamberi en büyük insan hakları bildirgesi olan şu sözlerle insanlar arasında ten renginden ,ırktan ya da soydan bir ayrım olmayacağını beyan etmiştir.
Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır. Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır.

Was this helpful?
7
4
SORU: Irkların durumu ne ifade ediyor?

CEVAP: Irklar sanıldığı gibi, birbirinden çok yabancı değiller. Hz. Âdem bütün insanlığın babasıdır. Buna göre bütün insanlar nesebi kardeştirler. Şu andaki mevcut ırkların hepsi de Hz. Nuh’un torunlarıdır. Dolayısıyla amca çocuklarıdır. Aralarındaki farklılık, ayrılık-gayrılık için değil, tanışmak-anlaşmak-yardımlaşmak içindir.- İnsanları ilgilendirmesi gereken husus, ırk değil, dindir. Allah’a ve ahirete iman etsin etmesin, hiç kimse, ırkından dolayı hesaba tabi tutulmaz. Fakat herkes dininden dolayı hesap verecektir. O halde, dini her zaman ırkın önünde ve üzerinde tutmak aklın gereğidir.

Was this helpful?
5
5
SORU: Hayırlı bir hedef için günah yolundan gidilir mi?

CEVAP: İslâm dini, kişilerin meşru işlerle uğraşmalarını ve geçimlerini helal yollardan sağlamalarını emreder. Gayrimeşru ve haram yollarla elde edilen kazanç ile ibadetler yerine getirilemez. Dolayısıyla bu kazanç günahsa, güzel bir hedef için dahi olsa uygun değildir.

Was this helpful?
4
3
SORU: Gözümü günahtan korumada zorlanıyorum, ne yapmalıyım?

CEVAP: O zaman yapılacak şey, maddi ve manevi tedbirleri alıp, takva zırhına bürünerek yara almamaya çalışmaktır.
– Bu çerçevede Hz. Yusuf aleyhisselamın kıssasında ve onun örneğinde, hepimiz için uygulanabilir dersler, devalar ve ölçüler vardır.
Hz. Yusuf ‘u yanılmaktan ve yanmaktan koruyan Rabb-ı Rahim, kavlen ve fiilen samimi bir yönelişle kendisinden istenirse, elbette sizin gibi gençleri de yanılmaktan ve yanmaktan halas edecektir.
– Sürekli teyakkuzda olup nefse güvenmemek ve Allah’ın inayetini istemek esas olmalıdır. Yusuf (as) gibi bir peygamber, Züleyha’nın davetine karşı nefse güven olmayacağını bildiği için “Maazallah” diyerek Allah’ın yardımını istedi ve her şeyi elinde tutan Yüce Yaratıcımız onu korudu:
“Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, Rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü ister; şüphesiz rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yusuf, 12/53)
“Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat alıp yararlanmak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak ‘Haydi (yanıma) gel!..’ dedi. (Yusuf) dedi ki ‘Maazallah (Allah’a sığınırım). Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Zalimler asla felah (kurtuluş) bulmaz.” (Yusuf, 12/23)
Siz de zorlandığınızda Hz. Yusuf gibi Allah’a sığının ve yardımını isteyin.
– İmanı kuvvetlendirip inancı canlı tutmak kişiyi haramlardan korur.
Kişi, Allah’ın ilmine, kudretine ve onun her an her şeyi işitir ve görür olduğuna dair imanı derecesinde Allah’tan korkup günahlardan kendisini koruyabilir. Bunun için de imanınızı kuvvetlendirecek eserleri düzenli olarak okuyun.
– İmanınız ve takvanız oranında korunursunuz:
Nitekim Allah Yusuf suresi 24. ayette “İşte böylece biz, bunu, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için yaptık. Şüphesiz o ihlaslı kullarımızdandı.” buyurularak, Allah’ın ihlaslı kullarını kötülükten ve fuhuştan koruduğunu vurgulamaktadır.
Hicr suresinde ise şeytanın, ihlaslı kulları yoldan çıkarmaya gücü yetmeyeceği ifade edilir:
“İşte bu bana ulaştıran dosdoğru yoldur. Azgınlardan sana uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hakimiyetin yoktur, dedi. (Hicr, 15/41-42)
– Samimi olarak Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek isteyen ve bu samimiyetini pratikte de gösteren insanlara, -yanlışa kaymayla karşı karşıya kalması durumunda- Allah’ın ilham denilen iç hattan o kuluyla iletişim kurması ve ona uyarıda bulunarak yardımına koşması sonsuz rahmet ve hikmetinin şanına yakışan bir lütuftur.
Nitekim bir hadis-i şerifte bu gerçeğin altı şöyle çizilmiştir:
“Allah bir kuluna hayır murat ederse, onun içinden -kendisine- iyilikleri emreden, kötülüklerden sakındıran bir vaiz ve bir uyarıcı kılar.”
– Namazlarını zamanında ve dosdoğru kılan, kötülükten uzak durur.
Kuran-ı Kerim’de “Sana vahyolunan kitabı oku; namazı dosdoğru kıl. Hiç şüphe yok ki namaz fuhşiyattan/hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 29/45) denilerek namazın günahlardan korumasına vurgu yapılır. Yine bu anlamda Peygamber Efendimiz (asm) de: “Her kimin namazı, kendisini hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoymuyorsa, o namaz o kişinin Allah’a uzaklığından başka bir şeyini artırmaz.” buyurmuştur.
Bu anlamda dosdoğru kılınan namazın farz kılınmasının aslında müminleri kötülükten korumak için Allah’ın bir lütfu olduğu görülecektir. Çünkü günde beş vakit Allah ile olmak, onun huzuruna çıkıp ona muhatap olmak Rabbimizin izni ile insandaki hayâsızlık ve kötülük dürtüsünü öldürür.
– Zinaya yaklaşmayın.
Günlük hayatınızda gerekçesi ne olursa olsun, sizi zinaya ve haramlara götürecek şeylerden, çeşitli ortamlardan, sosyal medyadan uzak durun.
– Anlamlı zihni meşguliyetlerde bulunun ve büyük hedefleriniz olsun.
Bu nedenle hedefi olmayan bir insanın aklı ve fikri, sadece kendi nefsini düşünür, onun menfaatini gözetir, onun tatminine çalışır, onun zevkini esas alır.
Bu çerçevede günlük, haftalık hedefleriniz olsun, mesela okula giderken Kuran‘dan ayetler ezberlemek, sosyal, kültürel, felsefi veya dini bir konuda zihin jimnastiği yapmak, yabancı dil öğrenmek vb gibi. Bunun yanında mesleğiniz ve işinizle ilgili uzun vadeli hedefleriniz olsun, onların peşinde koşun, her gün daha da ileri gitmek için araştırmalar yapın.
– Keyif alacağınız, severek yapacağınız hobileriniz olsun. Faydalı ve sizi gerçekten kendisine çeken hobiler hem sosyalleşmenize yardım eder hem de kabiliyetlerinizin gelişmesine, özgüveninize katkıda bulunur hem de sizi zihnen meşgul edip haramlardan uzaklaştırır.

Was this helpful?
5
5
SORU: Alkol diğer dinlerde helal mi?

CEVAP: İslam dininden önce diğer peygamberlere gönderilen kitaplar ve suhuflar var. Ancak bunların çoğu elimizde olmadığı gibi, elimizde olanlar da tahrif edildiği ve aslı korunamadığı için kesin hüküm vermek uygun olmaz.
Bununla beraber, Tevrat ve İncil’in mevcut hâllerine göre içki, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinlerde ya haram kılınmış veya sınırlandırılmıştır.
İslam’da ise tümüyle yasaklanmıştır:
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Maide 5/90-91)

Was this helpful?
6
5
SORU: Tüm alimlerin görüşlerine bakıp akla uygun olanı seçmek daha iyi olmaz mı?

CEVAP: Allah Teâlâ’nın kullarına kolaylık murad ettiğine dair ayetler ve sahih hadisler vardır.
Görüşlerden bir görüşü tercih edebilmek için, belli ölçüde bir bilgiye ihtiyaç vardır. Ama muteber olduğu bilinen görüşlerden birini alıp uygulamak müminler için serbesttir, caizdir. Alma sebebinin kolaylık olması, darlığı ve çıkmazı gidermesi, problemi çözmesi de uygundur.

Was this helpful?
7
4
SORU: Dürüst tüccar peygamberle beraber mi?

CEVAP: Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tacir, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.
Sözünde ve işinde doğru tüccarın cennetteki yerini anlatan bu hadis, verdiği müjdeye ulaşmanın pek de kolay bir şey olmadığını düşündürmektedir. Gerçekten de namuslu iş yapan, doğru, dürüst ve güvenilir esnaf ve tüccar, sayı bakımından her zaman azınlıkta kalmaktadır.
Bu yüzden islam peygamberi, nefsini aşan, toplumla paylaşılması gereken maddi-manevi değerleri ayakta tutan güvenilir tacirin, Allah nezdindeki itibarının ve ahiretteki makamının büyük olacağını vurgulamıştır.

Was this helpful?
9
4
SORU: Haccın gayesi ve hac fiillerinin sembolik anlamı ve hikmetleri nedir?

CEVAP: Hac ibadetinin temel gayesi ve hikmetlerinden biri insanların Allah’ın emri gereğince yurtlarını, ailelerini ve dostlarını, mallarını terk etmeye, bazı arzularına karşı koyup sıkıntıları göğüslemeye hazır olduklarını göstermeleridir.
Müminin hac esnasında elde ettikleriyle orada gerçekleştirdiği davranışlar arasında da bir ilişki vardır. Burada özellikle belirtilmesi gereken husus, haccın gerçekleştirildiği mekânla Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın ve ilk Müslümanların yaşadıkları mekânın aynı olmasıdır. Mü’min hac esnasında, Resûl-i Ekrem aleyhisselatu vesselam’ın ve ashabının bulunduğu coğrafi mekânla karşılaşmakta, o dönemin manevi ruhundan nasip almaktadır.
Diğer taraftan hacca giden her Müslüman, ihrama girerken büründüğü kıyafetle kabre girerken bürüneceği kefenin benzerliğinin şuurunda olarak artık bir bakıma dünya dışı bir düzene ayak uydurduğunu hissetmekte ve bunun etkilerini duymaktadır.
Tavaf kişiye, her şeyin bir başka şey etrafında belli bir düzen içinde döndüğü ve insanın da bu kozmik düzenin bir parçasını teşkil ettiği şuurunu verir. Sa’y, Müslüman’ın sırf Allah istediği için katıldığı bir yürüyüştür; Müslüman bu sayede kendisi gibi aynı yola girmiş, aynı niyet ve duyguları taşıyanlarla beraber koşmanın ne demek olduğunu fark eder. Arafat’ta rabbine yönelen insan daha bu dünyada, hiçbir yardımcının bulunmadığı şartlarda O’nun huzurunda durmanın manasını, makam, servet ve ilim gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını anlar; üstünlüğün sadece takvada olmasının ne demek olduğunu kavrar.
Hac esnasında Müslüman daha önce teorik olarak haberdar olduğu, fakat layıkı ile yaşayamadığı bir dizi imanı ve ahlaki özellikler kazanır; sahip bulunduğu olumlu niteliklerde ise daha çok sebat ve güç kazanır. Hac müminin kendi kendisinin farkına varma sürecidir.
Hac, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün Müslümanların aynı değerlere sahip oldukları ve bu değerlerin kendileri için ortak bir zemin oluşturduğu gerçeğini ortaya koyar. Hacca giden Müslüman bir ailenin ferdi, bir köyün, bir kasabanın veya bir şehrin sakini ve bir devletin vatandaşı olarak ülkesinden ayrılır, bir ümmetin ferdi olarak memleketine döner.

Was this helpful?
5
3
SORU: Dürüst tüccar peygamberle beraber mi?

CEVAP: Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tacir, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.
Sözünde ve işinde doğru tüccarın cennetteki yerini anlatan bu hadis, verdiği müjdeye ulaşmanın pek de kolay bir şey olmadığını düşündürmektedir. Gerçekten de namuslu iş yapan, doğru, dürüst ve güvenilir esnaf ve tüccar, sayı bakımından her zaman azınlıkta kalmaktadır.
Bu yüzden islam peygamberi, nefsini aşan, toplumla paylaşılması gereken maddi-manevi değerleri ayakta tutan güvenilir tacirin, Allah nezdindeki itibarının ve ahiretteki makamının büyük olacağını vurgulamıştır.

Was this helpful?
5
4
SORU: Namaz bize ne kazandırır?

CEVAP: Namaz İnsanın Duygu Dünyasını Zenginleştirir. Namaz kılan insanın duygu dünyası zenginleşir. Namaz kılan insan, dinî görevini yapmış olmanın sevinci ile önce kendisiyle sonra çevresindeki insanlarla barışık bir hâlde yaşam sürdürür. Muhtaç olanlara yardım eder, onların sıkıntılarını imkanları ölçüsünde gidermeye çalışır. Çevresine ve yeşilliklere zarar vermez, aksine çevresi¬ni korumayı kendine bir görev bilir. Namaz kılan insanda güzel duygular gelişirken, kötü duygular zamanla yok olur. Namaz kılan insanda acıma, merhamet, sevgi, yardımcı olma gibi güzel duygular gelişir. Ayrıca farklı düşünen kişilere karşı hoşgörülü olur. Namaz kılan insan, devamlı Allah’a yakın olduğu için yapmış olduğu her hareketine dikkat eder. Onda çevresindeki insanların sorunlarına yardımcı olma duygusu gelişir. Bunun yanında Yüce Yaratıcı’nın “yap” dediklerini yaparak, yasaklarından da kaçınarak Allah’ın sevgili bir kulu olmaya çalışır. Namazda okuduğu ayet ve duaların anlamlarını düşünerek, Allah’ın buyruklarına uymaya çalışır. Allah’ın huzuruna günde beş vakit çıkarak kalbini kötü duygular¬dan temizler. Varsa kötü davranışları da zamanla bırakır.
Kişi namaz kılarak duygu dünyasının kapılarını aralayıp, kötülüklerden uzak dur¬maya çalışır. Devamlı iyiliklere yönelmeye çalışır. Bunlarla da Allah’a daha fazla yaklaşmış olur. Zaten Peygamberimiz de namazın kişileri Allah’a yaklaştıran bir ibadet olduğunu buyurmuştur.
Namaz İnsanın Davranışlarında Bilinçli Olmasını Sağlar
Namaz kılan kişi, Allah tarafından davranışlarının görüldüğünü bilir. İyi davranışların ödüllendirileceği, kötülerin de cezalandırılacağı bilinciyle hareket eder. Bu durumda namaz kılan insan, her şeyden önce davranışlarına dikkat eder. Kişide kötü davranışlardan uzak durup, onda devamlı bir şekilde iyiye yönelme duygusu gelişir.
Namaz bize beden ve ruh temizliği kazandıran bir ibadettir. Namaz kılarak ruh dünyamızı zenginleştirirken, istenmeyen davranışlarımıza son veririz. Namaz sorumluluk bilinci yerleştirerek, insanı günah işlemekten alıkoyar. Nitekim bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirilmektedir.” Sana vahy edilen kitabı oku, namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, hayasızlıktan ve fenalıktan alıkoyar.”
(Ankebut Suresi 45)
Namaz Birlikte Yaşama ve Dayanışma Bilincini Geliştirir
Dinimiz, cemaatle namaz kılmaya büyük önem vermiştir. Cemaatle namaz kılan müslümanlar, birbirleri ile yakından tanışır. Cemaate devam etmekle müslümanlar arasında karşılıklı sevgi oluşur. Ayrıca birbirleri arasında kardeşlik ve dayanışma duyguları kuvvetlenir.
Namaz Temizliğe Alıştırır
Namaz beden temizliği kazandırır. Namaz kişinin günahlarının bağışlanmasına sebep olur. Günde beş vakit abdest alan kişi maddî yönden de temiz olur. Peygamber Efendimiz: “Namaz kılan bir kişi, evinin önünden geçen bir nehirden günde beş vakit yıkanan bir kimsenin durumu gibidir. Onda hiç kir kalmadığı gibi beş vakit namaz da buna benzer. Allah namazla günahları siler buyurmuştur.
Namaz öncesi hangi temizlikleri yaparız
Namaz kılacak kişinin elbisesini, bedenini, namaz kılacağı yeri temiz tutması gerekmektedir. Abdest alırken ağız-diş, ayak, burun başta olmak üzere birçok yer¬imizi yıkarız. Böylece daima temiz olmaya çalışırız
Namaz, Zamanı İyi Kullanmayı Öğretir
Namaz kılmanın vakit açısından olumlu yönü nedir?
Namaz sayesinde tertipli, düzenli ve plânlı çalışma alışkanlığı kazanırız. Çünkü namaz, belli vakitlerde kılındığı için zamanı plânlamamıza ve günlük hayatımızı bilinçli bir şekilde yaşamamıza katkıda bulunur. Nisa Suresi 103. ayetinde namazın müminler üzerinde belirli vakitlerde farz kılındığı bildirilmektedir. Hz. Muhammed de bir hadisinde, namazın belirli vakitlerde kılınmasının önemine işaret etmiştir. Namaz, kişiye vaktini en iyi şekilde kullanma imkanı sağlar. Namaz, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere günde beş vakit kılınır. Tüm bu vakitlerin, belirli zaman dilimlerine yayılması, günü ve zamanı planlama açısından önemli bir yer teşkil etmektedir.
SORU: Haccın gayesi ve hac fiillerinin sembolik anlamı ve hikmetleri nedir?
CEVAP: Hac ibadetinin temel gayesi ve hikmetlerinden biri insanların Allah’ın emri gereğince yurtlarını, ailelerini ve dostlarını, mallarını terk etmeye, bazı arzularına karşı koyup sıkıntıları göğüslemeye hazır olduklarını göstermeleridir.
Müminin hac esnasında elde ettikleriyle orada gerçekleştirdiği davranışlar arasında da bir ilişki vardır. Burada özellikle belirtilmesi gereken husus, haccın gerçekleştirildiği mekânla Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın ve ilk Müslümanların yaşadıkları mekânın aynı olmasıdır. Mü’min hac esnasında, Resûl-i Ekrem aleyhisselatu vesselam’ın ve ashabının bulunduğu coğrafi mekânla karşılaşmakta, o dönemin manevi ruhundan nasip almaktadır.
Diğer taraftan hacca giden her Müslüman, ihrama girerken büründüğü kıyafetle kabre girerken bürüneceği kefenin benzerliğinin şuurunda olarak artık bir bakıma dünya dışı bir düzene ayak uydurduğunu hissetmekte ve bunun etkilerini duymaktadır.
Tavaf kişiye, her şeyin bir başka şey etrafında belli bir düzen içinde döndüğü ve insanın da bu kozmik düzenin bir parçasını teşkil ettiği şuurunu verir. Sa’y, Müslüman’ın sırf Allah istediği için katıldığı bir yürüyüştür; Müslüman bu sayede kendisi gibi aynı yola girmiş, aynı niyet ve duyguları taşıyanlarla beraber koşmanın ne demek olduğunu fark eder. Arafat’ta rabbine yönelen insan daha bu dünyada, hiçbir yardımcının bulunmadığı şartlarda O’nun huzurunda durmanın manasını, makam, servet ve ilim gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını anlar; üstünlüğün sadece takvada olmasının ne demek olduğunu kavrar.
Hac esnasında Müslüman daha önce teorik olarak haberdar olduğu, fakat layıkı ile yaşayamadığı bir dizi imanı ve ahlaki özellikler kazanır; sahip bulunduğu olumlu niteliklerde ise daha çok sebat ve güç kazanır. Hac müminin kendi kendisinin farkına varma sürecidir.
Hac, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün Müslümanların aynı değerlere sahip oldukları ve bu değerlerin kendileri için ortak bir zemin oluşturduğu gerçeğini ortaya koyar. Hacca giden Müslüman bir ailenin ferdi, bir köyün, bir kasabanın veya bir şehrin sakini ve bir devletin vatandaşı olarak ülkesinden ayrılır, bir ümmetin ferdi olarak memleketine döner.

Was this helpful?
4
4
SORU: Neslin korunması ne demektir?

CEVAP: Dini anlayışa göre huzur ve mutluluğun sağlanması için “korunması gerekli” beş temel esastan biridir “Nesil”. Nesil insanın devamıdır. Neslin çoğalmasının ve karışmaktan korunmasının ilk yolu nikâh vasıtasıyla aile ortamının oluşturulmasıdır.
Neslin korunması ifadesiyle insan türünün yok olması, insanlık tarihi boyunca art arda gelen doğumun azaltılmak suretiyle kesintiye uğraması ve neseplerin birbirine karışması gibi tehlikelerden korunması kastedilir. Neslin muhafazası ile daha çok doğacak çocuğa müdahale edilmemesi ve nesebin karışmasının önlenmesi kastedilir.
Allah, farklı cinslerin kalbine birbirlerine karşı meyil yerleştirdiği gibi evlat sahibi olup soyunu devam etme duygusunu da yerleştirmiştir. İnsanların kendi yavrularına karşı yoğun bir sevgi ve merhamet duygularıyla yaratılmış olmaları bu hikmete binaen olmuştur.
Kişinin soy sahibi olması ilâhî nimetlerden biridir. Her insanda bu yönde bir istek vardır. İslâm, insandaki bu duygunun batıl yollarda heba edilmemesi için doğacak nesillerin salih olmasını önemsemiştir. Bu sebeple doğacak çocukların kız ve erkek olması değil temiz ve salih olmaları önemsenmiştir.
Neslin çoğalmasının ve karışmaktan korunmasının ilk yolu nikâh vasıtasıyla aile ortamının oluşturulmasıdır. Nesep nikâh ile sabit olduğundan nikâh nesebin karışmasını doğrudan önlemektedir.
Aile, insanların güven duyduğu, huzur bulduğu ve her şeylerini birbirlerine anlattığı samimi bir ortamdır. Bu kurumun mayası ise sevgidir.
Rabbimiz bizden yaratılış hikmetimize, insan olmanın haysiyet ve şerefine uygun bir hayat sürmemizi ister. Evlenerek bir yuva kurmamızı, imanlı ve sağlıklı nesiller yetiştirmemizi emreder.
Neslimizi muhafaza etmek ve geleceğimize sahip çıkmak, mümin bir kul olarak hepimizin vazifesidir.
Nesil güvenliği, en az can ve mal güvenliğimiz kadar değerlidir ve dokunulmazdır.
İffet ve haysiyetimiz, helal dairesinde yaşama gayretimiz mukaddestir.

Was this helpful?
5
5
SORU: Temizlik imanın yarısı mı?

CEVAP: İman, insanı tevhid dışı her türlü inanç kirlerinden temizler. Abdest de bu gönül temizliğinin, organlara yansıyan görüntüsü olarak imana delalet eder. Bu yönüyle, “Müminin içi gibi dışı da temizdir” mesajını vermek bakımından imanın yarısıdır.
Temizlikle iman arasında yakın bir bağ vardır. Çünkü iman etmeyenin abdestinin veya guslünün hiçbir kıymeti yoktur. İman ederek insan manevi kirlerden arınır.
İman kalp ve gönül temizliğinin, gerek vücut gerekse çevre temizliği de insan olmanın temelidir.

Was this helpful?
7
5
SORU: Kadın kimseye görünmeden mi yaşamalı?

CEVAP: Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra toplumda dinî ve siyasi birliği sağlama amacına yönelik gerçekleştirdiği biat faaliyeti, hem erkekleri hem de kadınları kapsamıştır. Yönetime dâhil olma sayılabilecek bir şekilde kendisine söz hakkı verilen kadınlar, başta Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, birbirlerine iftira etmeyeceklerine, çocuklarını öldürmeyeceklerine, dine ve akla uygun konularda Peygamber’e karşı gelmeyeceklerine söz vermişlerdir (Mümtehine, 60/12). Bu durum, kadının Hz. Peygamber döneminde yönetime katkı sağlayacak kadar sosyal hayatın içinde olduğunun bir örneğidir. Hz. Peygamber (s.a.s) döneminde kadınlar ticarette aktif olarak yer almışlardır. O dönemde kadınların tercih ettikleri meslekler arasında terzilik, attarlık, dericilik, dokumacılık vb. sayılabilir. Bununla birlikte Şifa el-Adeviyye gibi idari kabiliyeti yüksek bir hanım, Peygamberimiz tarafından çarşı pazarda denetleyici olarak atanmış, kendisine alıcı satıcı arasında çıkan meseleleri karara bağlayacak yetki verilmiştir.
Medine döneminde gerçekleşen savaşlarda ateş hattının gerisinde hizmet veren pek çok hanım sahabe vardır. Bu hanımlar yaralıları tedavi etme, su taşıma gibi cephe gerisi görevlerin yanında ihtiyaç hâlinde cephenin içinde yer alma ve düşmanla çarpışma gibi durumlarla karşılaşmışlardır. Ümmü Atiyye’nin “Peygamberle birlikte yedi gazveye katıldım. Onların geride bıraktıkları yüklerine bakıyor, yemek pişiriyor, yaralıları tedavi edip hastalara bakıyordum sözleri Asr-ı saadette yaşayan hanımların savaş gibi olağandışı durumlarda bile aktif roller üstlendiklerinin delilidir. Sevgili Peygamberimizin “İlim öğrenmek her Müslüman üzerine farzdır.” hadisi, ilk Müslümanlar tarafından eğitim ve öğretim faaliyetinin hanımlara da zorunlu olduğu şeklinde yorumlanmış, hanım sahabiler özellikle Medine’de ilim tahsili konusunda aktif hâle gelmişlerdir. Din hakkında bilmediklerini öğrenmek üzere Hz. Peygamber’in sohbetlerine katılmak için kendisine müracaat ettiklerinde onlara özel vakit ayıran islam peygamberi, bazen de mescitte erkek sahabilerle birlikte hanımlara vaaz vermiştir. Okuryazarlığıyla tanınan Şifa binti Abdillah, Hz. Peygamber’in talebi üzerine eşlerine okuma yazma öğretmiş; Hz. Aişe başta olmak üzere pek çok hanım, hadis ve fıkıh ilimleri tahsil ederek adlarından sıkça söz ettirmişlerdir. Mescitlerin cemaatle namaz dışında pek çok fonksiyonunun olduğu ilk dönemlerde hanımların mescide gelmelerini teşvik eden Peygamberimiz, “Allah’ın kadın kullarının Allah’ın mescitlerine gelmelerine engel olmayın.” buyurmuştur. Eşinin mescide gitmesine karşı çıkan ve bunu açıkça dile getiren Hz. Ömer’e rağmen eşi Âtike binti Zeyd, sabah ve yatsı namazları dâhil olmak üzere namazlarını mescitte kılmaya devam etmiştir.Hanımlar bayram sevincini, toplumun diğer fertleriyle birlikte bayram namazına katılarak mescitlerde yaşamışlardır. “

Was this helpful?
5
5
SORU: Allah’ın isimleri abdestsiz okunabilir mi?

CEVAP: Evet okunabilir. Allah’ın isimlerini her daim gece gündüz, yatarken, kalkınca zikretmek sevaptır. Bunun için abdestli olmak gerekmez.

Was this helpful?
6
4
SORU: Peygamberimiz hasta ziyaret eder miydi?

CEVAP: Hastalığında ziyaret edilmeyi müminin mümin üzerindeki haklarından biri olarak nitelendiren Hz. Peygamber (sas), şiddetli veya hafif oluşuna bakmaksızın ashâbından hasta olanları ziyarete gitmiştir. Hatta rahatsızlığının uzun sürmesi durumunda onları tekrar tekrar ziyaret etmiştir. Meselâ ağır hasta olan Câbir b. Abdullah’ı (ra) evinde ziyarete gitmiş, kendinden geçmiş bir vaziyette bulduğu Câbir’i daha sonra Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer’le (ra) birlikte tekrar ziyaret etmiştir.
Ashâbını ziyaret konusunda son derece duyarlı olan Rahmet Elçisi (sas), münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy’i bile hastalandığında ziyaret etmiştir. Kendisine hizmet eden Yahudi bir ailenin çocuğunu evinde ziyarete gitmesi, hatta bu ziyaretinde onu İslâm’a girmeye teşvik etmesi son derece dikkat çekicidir. Hasta çocuk, hatırını sormaya gelen bu değerli misafirin teklifini geri çevirmemiş ve babasının da onaylaması ile şehâdet getirmiştir. Bu manzara karşısında Resûlullah (sas), sevinç içinde Allah’a (cc) şükretmiştir.
Çevresindeki hastalarla yakından ilgilenmek suretiyle ümmetine örnek olan islam Peygamberi, ashâbından da hastaları ziyaret etmelerini istemiştir. Onun, “Aç olanı doyurun, hastayı ziyaret edin, esiri hürriyetine kavuşturun.” şeklindeki isteği, bireysel huzuru, toplumsal dayanışmayı, daha da önemlisi insan onurunu korumaya yönelik bir yönlendirme olarak görülmelidir.

Was this helpful?
6
5
SORU: Peygamberimizin yaptığı bilimle çelişir mi?

CEVAP: İslam peygamberinin yaptığı hiçbir şey bilimle çelişmemiştir. Yaşadığı çağ, ve içinde bulunduğu toplumun düşünce yapısını da düşünecek olursak, her daim yaşadığı çağın ilerisinde olmuştur.
En basitinden yemek içmedeki alışkanlıkları bile (az yemek, doymadan kalkmak, yemekten sonra dişlerini temizlemek) günümüzdeki doktor ve diyetisyenlerin önerdiği sağlıklı yaşam biçimidir.

Was this helpful?
5
4
SORU: Gelir elde etmek için kumar oynamak günah mı?

CEVAP: Evini geçindirmek, çocuklarına bakmak, hayır işlemek gibi güzel niyetlerle dahi olsa kumar kesinlikle yasaklanmış olup, islama göre sebep ne olursa olsun kumar oynamak haramdır. Helal yollar çok fazladır. İnsan geçimini bu yollardan kazanmalıdır.

Was this helpful?
8
4
SORU: Ölümü Allah yarattıysa neden sorumlu olalım?

CEVAP: Ölümü yaratan Allah’tır, ancak öldürmeyi isteyen ve ölüme vesile olan insandır; elbette ölüme neden olan kişi sorumlu olur.
Demek ki, işlediği günahın sorumluluğunu Allah’a fatura etmek, yalandır, iftiradır. Nitekim “Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir…” (Nisa, 4/79) mealindeki ayette insanın bu özelliğine dikkat çekilmiştir.
İnsan Allah’ın yaratmasından değil, kendi yaptıklarından sorumludur. Mesela: Bir tüfek alıp ağzına mermi veren, bir kişiye nişan alıp onu öldürmek maksadıyla tetik çeken ve bedenine kurşun sıkan bir kimsenin yapacağı bu kadardır. Bu adam, kendi iktidarına göre, söz konusu adamı öldürmek için ne gerekiyorsa, hepsini yapmıştır.
Burada önemli olan ölümün yaratılması değil ölüme sebep olacak sebeplerin yapılmasıdır. Bundan da yaratıcı değil yapan mesuldür.

Was this helpful?
6
5
SORU: İslam’a göre kadın zulme katlanmak zorunda mı?

CEVAP: İslam değil bir kadının, yaratılmış olan hiçbir varlığın diğerine karşı zulmünü uygun görmemiş ve yasaklamıştır. İslam peygamberi veda hutbesinde de üstüne basa basa, kadınların hakları konusunda erkekleri güçlü bir şekilde uyarmıştır. “Allah’ın emaneti” dediği kadınlara en güzel ahlakla muamele edilmesini tavsiye etmiş, güzel ahlakın bir göstergesinin de kadınlarına iyi davranmak olduğunu belirtmiştir. Kendi etrafındaki kadınlara, yani hanımlarına, kızlarına, kız torunlarına vs. karşı gösterdiği muhabbet, merhamet ve şefkat iklimi pek çok hadiste anlatılmaktadır. İçinde yaşadığı toplumun da bir gerçeği olan kadına yönelik şiddeti ‘mümkün olduğunca, elinden geldiğince’ azaltmaya, kaldırmaya gayret etmiştir. Karısını döven bir kimseye Hz. Peygamber’in “aferin” dediği hiç yoktur. Aksine “Allah’ın kadın kullarını dövmeyin.” buyurmak suretiyle bu meselenin son noktasını vurgulamıştır. Peygamberimiz, ne kendi hanımlarından birine vurmuştur ne de böyle yapanları doğrulamıştır.”
İslam hiçbir şekilde zulmü desteklemediği gibi, zulme razı olmaya da hoş bakmaz. “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona buğz etsin) düsturunca hareket edilmesi önerilir.

Was this helpful?
6
5
SORU: Affedince, yanlarında mı kalıyor?

CEVAP: Kul hakkını çiğneyen kimse aynı zamanda Allah’ın emir ve yasaklarını da çiğnemiş oluyor; bu sebeple kulun bağışlaması yeterli olmaz, kul hakkı ortadan kalkar, ama Allah affetmezse ceza görebilir.

Was this helpful?
6
4
SORU: Allah neden gusül almamızı ister?

CEVAP: Belli aralıklarla vücudumuzun temizliğini sağlamak için gusül yapmak bir zorunluluktur. Gusül ile bedenin tüm kirleri yok olur, beden temizlenir. Böylece vücut, sağlık ve sıhhati tehdit eden mikroplardan da arınmış olur. İslam dininde ibadetlerin yerine getirilmesi için gusül abdesti alınması oldukça önemli bir konudur. Gusül abdesti bedenin tümünün temizliği anlamına geldiği gibi manevi bir temizlenme ve arınma olarak da kabul edilmektedir.

Was this helpful?
6
3
SORU: Başkalarının adına iyilik yapabilir miyiz?

CEVAP: İslam dininin iyilik anlayışı, insanın her türlü niyet, istek, söz ve davranışında kendini bulabilen, maddi imkânlarla yahut bedensel güç ve kabiliyetlerle sınırlanamayan, geniş bir evrene sahiptir. En özlü anlamıyla dinin varlık nedeni, insanlığı iyiye ve iyiliğe davettir. Müslüman’ın temel görevi ise hayatın tamamını bir iyilik alanı olarak görmek ve insanları iyilik yolculuğuna seferber etmektir. Hz. Peygamber’in “Her iyilik sadakadır.” hadis-i şerifini ve Kur’an-ı Kerim’in “Aranızda insanları iyiliğe davet eden, onlara iyiliği emreden ve onları çirkinliklerden uzaklaştıran bir topluluk bulunsun.” emrini bu doğrultuda yorumlamak yerinde olacaktır. Dolayısıyla iyilik, farklı şekil ve renklerde de olsa Müslüman’ın hayatında daima var olması beklenen bir olgudur.
İslam dini iyilik üzerine kurulu bir dindir. Dolayısıyla kişinin kendi adına yaptığı iyilikler kendisine sevap olarak döneceği gibi bir başkasını düşünerek onun sevap kazanmasını isteyerek yaptığı ibadetler de hem kimi düşündüyse onun sevap hanesine yazılacak hem de bu güzel düşüncesinden dolayı aynı sevap katlanarak yapan kişiye tekrar dönecektir.
Artık bu dünyada olmayan ölmüş sevdiklerimiz için de onlar adına iyilikte bulunabiliriz.
Annesi ve babası öldükten sonra, onlara bir iyilik yapıp yapamayacağını ve ne gibi iyilikler yapabileceğini soran kişiye Hz. Peygamber (s.a.s.), “Evet, onlara dua etmek, rahmet dilemek, onlar için istiğfar etmek, vasiyetlerini yerine getirmek, dostlarına hürmet edip ikramda bulunmak, akrabaları ile ilgilenip onlara karşı üzerine düşeni yapmaktır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 130; İbn-i Mâce, Edeb, 2) şeklinde cevap vermiştir. Annesinin aniden öldüğünü, şayet konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet edeceğini zannettiğini, onun adına sadaka verirse sevabının kendisine ulaşıp ulaşmayacağını soran sahabîye de, “Evet, ulaşır. Onun namına sadaka ver.” (Buhârî, Vasâyâ, 19; Müslim, Zekât, 51) buyurmuşlardır.
Bu ve benzeri rivayetlere dayanan âlimlere göre, sevabı ölen kimsenin ruhuna bağışlanmak üzere her türlü ibadet yapılabileceği gibi, çeşitli vesilelerle dua da edilebilir.

Was this helpful?
7
3
SORU: İslam insandaki ölüm korkusuna nasıl bakar?

CEVAP: Ölüm aslında, dünya imtihanının bitip ahiret hayatına doğru açılan bir kapıdır. Yani bir anlamda dünya çilesinin bitmesi, yükünün kalkması ve ebedi istirahate doğru yol alınmasıdır. Bu açıdan bakıldığında ölüm, korkulacak bir şey değil, memnun kalınacak bir durumdur.
Ancak ölüm, aynı zamanda insanın sevdiklerinden dünya hayatı süresince ayrı kalmasıdır; yalnızlaşmasıdır. Bu açıdan bir müddet ayrı kalmaktan dolayı ölüm hüzün verir, acı verir.
Ölüm, ölümden sonra ne ile karşılaşacağını, hesabını nasıl vereceğini bilmeyen insan için de biraz korkutucudur. Bundan dolayı ölümden korkmak ve hayatını ona göre düzenlemek de normaldir.
Ölüm; Allah’ın intizamlı olarak yarattığı bir terhistir, tebdil-i mekândır. Meşakkatli, boğucu ve sıkıntılı dünya hayatından, lezzet ve istirahat yeri olan cennete gitmektir. Ölüm, ebedî saadet yurdu olan ve insanın asıl vatanı hükmünde olan cennete bir sevkiyattır.
Ölüm mekân ve yer değiştirmedir. Yani, bir insan bir şehirden diğerine göçtüğünde artık birinci şehirde onun varlığından söz edilmez, ama ikinci şehirde varlığını devam ettirir. Ölüm de bu dünyadan ayrılmaktır, ama yok olmak değildir.

Was this helpful?
6
4
SORU: Kur’anın günümüze değişmeden gelmesinin isbatları nelerdir?

CEVAP: Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında çeşitli malzemeler üzerine yazılmış olan Kur’ân âyet ve sûreleri onun vefatını müteakip Hz. Ebû Bekir (r.a.) döneminde komisyon tarafından bir araya getirilerek bir Mushaf oluşturulmuştur. Hz. Osman döneminde de diğer bir komisyon tarafından bu ilk Mushaf esas alınarak çoğaltılan Kur’ân nüshaları Mekke, Kûfe, Basra, Şam, Bahreyn ve Yemen’e gönderilmiştir. Bu dönemden sonra Müslümanlar, bu nüshalara göre pek çok Kur’ân nüshası yazmış ve Kur’ân-ı Kerîm hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Elimizde bulunan en eski Kur’ân nüshaları ile günümüzdeki Mushaflar arasında herhangi bir fark bulunmaması da bunu göstermektedir.

İngiltere’de bulunan Birmingham Üniversitesinin bulduğu 1370 yıllık olduğu belirlenen el yazması Kuran’ı Kerim buna en büyük bilimsel kanıttır. Üniversiteden yapılan açıklamada, tarihi el yazmalarının kütüphanede fark edilmeden yaklaşık bir asır boyunca beklediği duyuruldu. Ortadoğu kitap ve belgeleri arasında unutulan el yazmaları, bir doktora öğrencisinin araştırması sırasında tesadüfen bulundu. Oxford Üniversitesinde karbon testine tutulan el yazmalarının koyun ya da keçi derisinden yazıldığı anlaşıldı. Test sonucunda el yazmalarının en az 1370 yıllık olduğu da belirlendi. Kur’anın hicazi el yazısıyla hayvan derisine yazıldığı anlaşıldı.
Ayrıca 600 sayfalık bir kitabın kelime kelime Harf harf ezberlenmesi mümkün müdür hem de bu kitap lisanını hiç bilmediğiniz bir dilde yazılmış olsa hem de her sayfasında karışıklığa sebep olacak birbirine benzeyen çok cümleler ve kelimeler bulunsa herhalde böyle bir kitabı
ezberlemek için dahi olmak gerekirdi Acaba böyle bir kitabın Küçücük çocuklar tarafından dahi kolayca ezberlendiğini görseydiniz ne düşünürdünüz Yeryüzünde hiçbir kitap yoktur ki Milyonlarca kişi tarafından kelime kelime ezberlenir her vakit milyonlarca dilde okunur
olsun Kur’an müstesna Evet 7-8 yaşlarındaki Küçücük bir çocuk kendi lisanında olan bir şiiri bile ezberlemekte zorlanırken, birbirine benzemesinden dolayı karıştırma ihtimali olmasına ve Arapça harflerin mahreçlerin birbirine benzemesine rağmen 600 sayfalık Kur’an’ı kolayca ezberliyor hiçbir ayeti başkasıyla karıştırmıyor işte Kur’an’ın bir çocuğun bile hafızasına girmesi ve ona ağır gelmemesi ve milyonlarca hafızalarda gezmesi ve her vakit milyonlarca dilde okunması İspat eder ki Kur’an Allah’ın kelamıdır ve onun sözüdür ve değiştirilmeden günümüze kadar gelmiştir.

Was this helpful?
6
5
SORU: Kur’anda geçen meyveler hangileridir?

CEVAP: Hurma: Kur’an’da adı en çok geçen meyvedir. 23 ayette geçmektedir. Kur’an’da hurmanın bereket ve bolluk sembolü olarak gösterildiği görülür.

KUR’AN’DA GEÇEN HURMA AYETLERİ

Bakara / 266
“Hiç biriniz ister mi ki, ağaçlarının arasından ırmaklar akan, içinde her çeşit mahsul bulunan, hurma ve üzümlerle dolu bir bahçesi olsun; sonra kendisine tam ihtiyarlığın gelip çattığı, bakıma muhtaç çocuklarının da bulunduğu bir sırada âniden ateşli bir kasırga gelip o bahçeyi yakıp kül etsin? Elbette istemez. İşte Allah, düşünesiniz diye size âyetleri böyle açıklıyor.”

En’âm / 99
“O, gökten su indirendir. Biz, her türlü bitkiyi o suyla yetiştiririz. O bitkiden bir filiz, filizden de üst üste dizili dâneler, başaklar çıkarırız. hurma ağacının tomurcuklarından yere doğru sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri çıkarırız. Bunların hepsinin hem birbirine çok benzeyen yönleri, hem de birbirinden çok farklı özellikleri vardır. Her birinin meyvesine bir ilk ortaya çıktığı, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Gözünüzün önünde cereyan eden bu işlerde, iman eden bir toplum için elbette nice dersler ve ibretler vardır.”

En’âm / 141
Asmalı asmasız bağları ve bahçeleri, çeşit çeşit renk ve tatlarda hurmaları ve ekinleri, zeytinleri ve narları, kimi bakımdan birbirine benzer, kimi bakımdan benzemez biçimde yaratıp yetiştiren Allah’tır. Ürün verdikleri zaman onların ürününden yiyin; mahsulün biçilip toplandığı gün fakirlerin hakkını verin. Fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.

Ra’d / 4
“Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten birkaç gövde hâlinde çatallı çıkan hurma ağaçları ve bir kökten tek sürgü halinde çatalsız çıkan hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi aynı suyla sulanmaktadır. Buna rağmen canlılara sağladıkları ürünler bakımından, ayrıca tat, gıda ve kalite açısından biz onları farklı farklı yapıyor ve bazısını bazısına tercih edilir kılıyoruz. Elbette bunlarda aklını kullanan kimseler için dersler ve ibretler vardır.”

Nahl / 11
“O su ile sizin için ekinler, zeytinlikler, hurma ağaçları, üzüm bağları ve her türden daha nice ürünler yetiştirir. Şüphesiz ki bunda sistemlice düşünen bir toplum için elbette tevhidi gösteren kesin bir delil vardır.”

Nahl / 67
“Hurma ağaçlarının ve üzüm asmalarının meyvelerinden hem sarhoşluk veren bir içki hem de güzel bir rızık elde edersiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için kesin bir delil vardır.”

İsrâ / 71
“Kıyâmet gününde her insan topluluğunu önderleriyle birlikte çağıracağız. Kimin amel defteri sağından verilirse, işte o kutlu insanlar sevine sevine defterlerini okurlar ve onlara hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar bile haksızlık yapılmaz.”

İsrâ / 91
“Veya inanmamız için senin hurma bahçelerin ve üzüm bağların olmalı, bunlar arasından gürül gürül ırmaklar akıtmalısın.”

Kehf / 32
“Onlara şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların etrafını hurmalıklarla donatmış ve aralarına da bir ekin tarlası yerleştirmiştik.”

Meryem / 23
“Derken doğum sancısı onu bir hurma ağacına dayanmaya mecbur etti. “Âh! Keşke bu hâle düşmeden önce ölseydim de, unutulup gitseydim” dedi.”

Meryem / 25
“Haydi, şu hurma ağacını da kendine doğru silkele; üzerine olgunlaşmış taze hurmalar dökülüversin.”

Tâ-Hâ / 71
“Firavun şöyle dedi: ‘Ben size izin vermeden önce ona inandınız, ha? Demek ki, size sihri öğreten ustanız oymuş! Şimdi ellerinizi ve ayaklarınızı hiç tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi mutlaka hurma dallarına asacağım. Böylece hangimizin azabı daha şiddetli ve devamlıymış, o zaman anlayacaksınız!'”

Mü’minûn / 19
“Sonra o su ile faydanıza olmak üzere hurmalıklar ve üzüm bağları meydana getirdik. O bağ ve bahçelerde sizin için nice meyveler vardır ki, onlardan yersiniz.”

Şuarâ / 148
“Ekili tarlaların ve meyveleri olgunlaşmış, yüklü salkımlarıyla dalları kırılacak derecede sarkmış gönül alıcı hurmalıklar arasında.”

Yâsin / 34
“Yine o yerde hurma bahçeleri, üzüm bağları var ediyor; oradan pınarlar, gözeler fışkırtıyoruz.”

Yâsin / 39
“Ay için de bir takım menziller tâyin ettik; dolaşa dolaşa sonunda o, eski hurma salkımının ağaçta kalan yıllanmış sapı gibi kuru, sarı, hilal gibi kavisli olur.”

Kaf / 10
“Salkımları üst üste binmiş yüksek hurma ağaçları yetiştirmekteyiz.”

Kamer / 20
“Öyle bir kasırga ki insanları, köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi tâ temelinden koparıp fırlatıyordu.”

Rahmân / 11
“Orada çeşit çeşit meyveler, ürünler ve salkımlarla yüklü hurma ağaçları vardır.”

Rahmân / 68
“Her ikisinde de türlü türlü meyveler, hurmalar, narlar bulunur.”

Haşr / 5
“Onların hurma ağaçlarını kesmeniz de, kesmeden kökleri üzere dimdik bırakmanızda hep Allah’ın izniyle olmuştu ve yoldan büsbütün çıkmış o kimseleri perişan etmek içindi.”

Hâkka / 7
“Allah o kasırgayı üzerlerine yedi gece sekiz gün kesintisiz olarak musallat etti. Öyle ki, orada olsaydın o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi yerlere serilmiş görürdün.”

Abese / 29
“Zeytinlikler ve hurmalıklar,”

Üzüm: Kur’an’da 12 ayette geçmektedir. Üzümün tatlı ve lezzetli bir meyve olduğu vurgulanır.

Bakara / 266
“Hiç biriniz ister mi ki, ağaçlarının arasından ırmaklar akan, içinde her çeşit mahsul bulunan, hurma ve üzümlerle dolu bir bahçesi olsun; sonra kendisine tam ihtiyarlığın gelip çattığı, bakıma muhtaç çocuklarının da bulunduğu bir sırada âniden ateşli bir kasırga gelip o bahçeyi yakıp kül etsin? Elbette istemez. İşte Allah, düşünesiniz diye size âyetleri böyle açıklıyor.”

En’âm / 99
“O, gökten su indirendir. Biz, her türlü bitkiyi o suyla yetiştiririz. O bitkiden bir filiz, filizden de üst üste dizili dâneler, başaklar çıkarırız. Hurma ağacının tomurcuklarından yere doğru sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri çıkarırız. Bunların hepsinin hem birbirine çok benzeyen yönleri, hem de birbirinden çok farklı özellikleri vardır. Her birinin meyvesine bir ilk ortaya çıktığı, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Gözünüzün önünde cereyan eden bu işlerde, iman eden bir toplum için elbette nice dersler ve ibretler vardır.”

Yusuf / 36
“Onunla beraber hapse iki genç daha girmişti. Bunlardan biri: “Ben rüyâda kendimi şarap yapmak için üzüm sıkarken görüyorum” dedi. Diğeri de: “Ben de rüyâda başımın üstünde ekmek taşıdığımı ve kuşların bunu gagalayıp yediğini görüyorum” dedi. Sonra ikisi birlikte: “Ne olur! Bize bunun tâbirini haber ver; doğrusu biz senin bu işi iyi bilen kimselerden olduğunu görüyoruz” dediler.”

Ra’d / 4
“Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten birkaç gövde hâlinde çatallı çıkan hurma ağaçları ve bir kökten tek sürgü halinde çatalsız çıkan hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi aynı suyla sulanmaktadır. Buna rağmen canlılara sağladıkları ürünler bakımından, ayrıca tat, gıda ve kalite açısından biz onları farklı farklı yapıyor ve bazısını bazısına tercih edilir kılıyoruz. Elbette bunlarda aklını kullanan kimseler için dersler ve ibretler vardır.”

Nahl / 11
“O su ile sizin için ekinler, zeytinlikler, hurma ağaçları, üzüm bağları ve her türden daha nice ürünler yetiştirir. Şüphesiz ki bunda sistemlice düşünen bir toplum için elbette tevhidi gösteren kesin bir delil vardır.”

Nahl / 67
“Hurma ağaçlarının ve üzüm asmalarının meyvelerinden hem sarhoşluk veren bir içki hem de güzel bir rızık elde edersiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için kesin bir delil vardır.”

İsrâ / 91
“Veya inanmamız için senin hurma bahçelerin ve üzüm bağların olmalı, bunlar arasından gürül gürül ırmaklar akıtmalısın.”

Kehf / 32
“Onlara şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların etrafını hurmalıklarla donatmış ve aralarına da bir ekin tarlası yerleştirmiştik.”

Mü’minûn / 19
“Sonra o su ile faydanıza olmak üzere hurmalıklar ve üzüm bağları meydana getirdik. O bağ ve bahçelerde sizin için nice meyveler vardır ki, onlardan yersiniz.”

Yâsin / 34
“Yine o yerde hurma bahçeleri, üzüm bağları var ediyor; oradan pınarlar, gözeler fışkırtıyoruz.”

Nebe’ / 32
“Muhteşem bahçeler ve üzüm bağları,”

Abese / 28
“Üzüm bağları, sebzeler ve yoncalar,”

Nar: Kur’an’da 3 ayette geçmektedir. Narın bereket ve şifa kaynağı olduğu belirtilir.

KUR’AN’DA GEÇEN NAR AYETLERİ

En’âm / 99
“O, gökten su indirendir. Biz, her türlü bitkiyi o suyla yetiştiririz. O bitkiden bir filiz, filizden de üst üste dizili dâneler, başaklar çıkarırız. Hurma ağacının tomurcuklarından yere doğru sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri çıkarırız. Bunların hepsinin hem birbirine çok benzeyen yönleri, hem de birbirinden çok farklı özellikleri vardır. Her birinin meyvesine bir ilk ortaya çıktığı, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Gözünüzün önünde cereyan eden bu işlerde, iman eden bir toplum için elbette nice dersler ve ibretler vardır.”

En’âm / 141
“Asmalı asmasız bağları ve bahçeleri, çeşit çeşit renk ve tatlarda hurmaları ve ekinleri, zeytinleri ve narları, kimi bakımdan birbirine benzer, kimi bakımdan benzemez biçimde yaratıp yetiştiren Allah’tır. Ürün verdikleri zaman onların ürününden yiyin; mahsulün biçilip toplandığı gün fakirlerin hakkını verin. Fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.”

Rahmân / 68
“Her ikisinde de türlü türlü meyveler, hurmalar, narlar bulunur.”

Zeytin: Kur’an’da 7 ayette geçmektedir. Zeytinin bereket ve besin değeri yüksek bir meyve olduğu vurgulanır.

KUR’AN’DA GEÇEN NAR AYETLERİ

En’âm / 99
“O, gökten su indirendir. Biz, her türlü bitkiyi o suyla yetiştiririz. O bitkiden bir filiz, filizden de üst üste dizili dâneler, başaklar çıkarırız. Hurma ağacının tomurcuklarından yere doğru sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri çıkarırız. Bunların hepsinin hem birbirine çok benzeyen yönleri, hem de birbirinden çok farklı özellikleri vardır. Her birinin meyvesine bir ilk ortaya çıktığı, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Gözünüzün önünde cereyan eden bu işlerde, iman eden bir toplum için elbette nice dersler ve ibretler vardır.”

En’âm / 141
“Asmalı asmasız bağları ve bahçeleri, çeşit çeşit renk ve tatlarda hurmaları ve ekinleri, zeytinleri ve narları, kimi bakımdan birbirine benzer, kimi bakımdan benzemez biçimde yaratıp yetiştiren Allah’tır. Ürün verdikleri zaman onların ürününden yiyin; mahsulün biçilip toplandığı gün fakirlerin hakkını verin. Fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.”

Rahmân / 68
“Her ikisinde de türlü türlü meyveler, hurmalar, narlar bulunur.”

İncir: Kur’an’da 1 ayette geçmektedir. İncirden “incire ve zeytine” şeklinde söz edilmesi, bu iki meyvenin önemini vurgulamaktadır.
İNCİR KUR’AN’DA HANGİ AYETTE GEÇİYOR?

“Yemin olsun incire ve zeytine,” Tin sûresi 1. Ayet.

Muz: Kur’an’da 1 ayette geçmektedir. Muzun bolluğun ve bereketin sembolü olduğu belirtilir.

MUZ KUR’AN’DA NEREDE HANGİ AYETTE GEÇİYOR?

“Dolgun salkımlı muzlar,” Vâkıa / 29

Kiraz: Kur’an’da 1 ayette geçmektedir. Kirazın Cennet meyvelerinden biri olduğu belirtilir.

KİRAZ KUR’AN’DA NEREDE HANGİ AYETTE GEÇİYOR?

“Onlar dikensiz, dalbastı kirazlar,” Vâkıa / 28

Was this helpful?
7
3
SORU: Kur’anda geçen şehirler hangileridir?

CEVAP: Kur’an’da farklı coğrafyalara ve ülkelere atıflarda bulunulmuştur. Bu ayetler, o dönemdeki siyasi ve dini atmosferi, peygamberlerin ve kavimlerin hikayelerini ve Allah’ın mesajını aktarmak için kullanılmıştır.
Kur’an’da bahsi geçen bazı önemli ülkeler ve tarihsel önemleri:
Mısır: Hz. Musa ve Firavun’un hikayesi ile bağlantılıdır. Kuran’da Mısır’ın güçlü bir krallık olduğu ve Firavun’un zulmü anlatılır.
Filistin: Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup’un yaşadığı bölge olarak bilinir. Kuran’da Filistin’in kutsal bir toprak olduğu ve peygamberlerin mücadelesine ev sahipliği yaptığı vurgulanır.
Mekke ve Medine: İslam dininin doğduğu şehirlerdir. Kuran’da Mekke’nin Kabe’ye ev sahipliği yaptığı ve Hz. Muhammed’in peygamber olarak görevlendirildiği yer olarak belirtilir. Medine ise hicretin ardından Müslümanların ilk yerleşim yeri ve İslam devletinin kurulduğu yerdir.
Mezopotamya: Hz. Nuh ve kavminin yaşadığı bölge olarak kabul edilir. Kuran’da Mezopotamya’da yaşanan tufan ve Nuh’un gemisinin hikayesi anlatılır.
Yemen: Hz. Hud ve kavminin yaşadığı bölgedir. Kuran’da Yemen’in “Ad” kavminin yaşadığı yer olarak ve Hz. Hud’un peygamberlik mücadelesinin geçtiği yer olarak belirtilir.
Sebe: Hz. Süleyman’ın hüküm sürdüğü krallık olarak bilinir. Kuran’da Sebe’nin zengin bir ülke olduğu ve Hz. Süleyman’ın bilgeliği ile bu krallığı yönettiği anlatılır.
Rum: Bizans İmparatorluğu’nu temsil eder. Kuran’da Rumların güçlü bir imparatorluk olduğu ve Hristiyanlığı benimsediği belirtilir.
Arap Yarımadası: Kur’an’ın vahyedildiği bölgedir. Kuran’da Arap Yarımadası’nın farklı kabileleri ve peygamberlerin mücadeleleri anlatılır.
Bu ülkelerin yanı sıra Kur’an’da:
• Asya ve Afrika’daki bazı ülkelerden bahsedilir.

Was this helpful?
4
4
SORU: Ezanda geçen kelimelerin anlamları nelerdir?

CEVAP: Ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken diğer taraftan İslâm’ın üç temel ilkesini oluşturan Allah’ın varlığı ve birliği, Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felâh) âhiret mutluluğunda bulunduğu gerçeği açıklanmış olur.
“Müminler muhakkak felah bulmuştur.”
Bu âyet-i kerime ile en büyük kurtuluşun iman dairesine girmek olduğu ders verilir. İman nimetine kavuşan, küfürden ve şirkten felah bulmuştur. En büyük kurtuluş budur. Zira, bunun zıddı ebedî hüsrandır.
Kör olan bir adamın gözü açılsa, onun kurtulduğunu söyleriz.
Neden kurtuldu? Karanlıktan. Gözü önündeki eşyayı fark edememekten. Renk, şekil, biçim, güzellik ve daha nice mefhumların cahili olmaktan. Sadece elinin erişebildiği varlıklara ulaşıp ötesiyle ilgi kuramamaktan. Şimdi artık nazarını güneşe gönderebiliyor.
İmana kavuşmak, görmeye erişmekten çok daha ileri bir felah, çok daha büyük bir kurtuluş: Eseri görüp de yaratıcısını bilememe körlüğünden necat…
Nimette boğulup, onu vereni düşünmeme zindanından kurtuluş…
Bu âlemin sahibi, kim? Beni bu dünyaya kim getirdi? Elimi bileğime, gözümü yüzüme kim taktı? Damarlarımı kim döşedi? Sinir sistemimi kim kurdu?
Böyle, daha nice soruların cevabını bilmemekten kurtuluş…
“Bu mülkün bir maliki var.” deyip nefsini Ona teslim ederek başıboşluktan ve sahipsizlikten kurtuluş…
Kâinatı çok gerilerde bırakan bir ulviyete çıkmakla, bayağılıktan ve aşağılıktan kurtuluş…

Was this helpful?
4
3
SORU: Kâbe ilk defa ne zaman ve kimin tarafından yapılmıştır?

CEVAP: Kâbe’nin ilk defa ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı konusunda ihtilâf vardır.
Kur’an-ı Kerim’de Kâbe ile ilgili bazı ayetler şöyledir:
“Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev -mâbed- Mekke’deki Kâbe’dir.” (Âl-i İmrân, 3/96)
“Hani Biz İbrahim’e Beytullah’ın yerini belirlediğimiz zaman şöyle emretmiştik. Bana hiç bir şeyi ortak koşma, benim mabedimi tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve secdeye varanlar için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tut.”(Hac, 22/ 26)
“İbrahim, İsmail ile birlikte Beytullah’ın (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor.” (Bakara, 2/ 127)
Bu ayetlerden Kâbe’nin Hz. İbrahim’den önce de var olduğu, ancak yıkılıp uzun zaman içinde yerinin kaybolduğu ve Hz. İbrahim tarafından bulunarak yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır.
– İslam’da genel görüş olarak Kâbe’nin ilk olarak Hz. Âdem tarafından yapıldığı ancak ondan geriye sadece temellerinin kaldığı, sonra Hz. Şit Peygamber tarafından yeniden inşa edildiği ve Nuh tufanı sırasında kumlara gömüldüğü ve sonrasında ise ayette belirtildiği üzere Hz İbrahim’in Allah’ın emri ile Kâbe’nin bulunduğu yere gittiği ve Kâbe’nin temellerini bularak o temeller üzerine bugünkü mevcut Kâbe’yi inşa ettiği kabul edilmiştir.
Tarih boyunca değişik zamanlarda çeşitli restorasyon ve inşa muamelesine tabi, tutulan Kâbe’nin en meşhur bir inşası da Hz. Muhammed (asm) 35 yaşında iken yapılmıştır.

Was this helpful?
7
4
SORU: Elimizde olmadan gelen musibetlerin hikmeti nedir?

CEVAP: Her türlü musibet, gam, keder, hüzün, düşünce, yorgunluk ve acı verici şey, müminin bazı hatalarına kefaret olur, onları siler ve yok eder. Böylece bir bakıma musibet içinde merhamet tecelli eder; mü’minin hataları ahirete bırakılmaz, o da ahiret azabından kurtulur ve derecesi yükselir. Şu halde bu tür musibetler neticeleri itibariyle güzeldirler, acı ilaca benzerler, bizi, ahiretimizi, ebedî dünyamızı karartacak manevî hastalıklar olan günahlardan kurtarırlar. Bu açıdan, kadere rıza ve kadere teslim olmak gerekir.
Hz. Peygamber (sav), musibetler ve hastalıklarda kadere rıza konusunda şöyle buyurur:
“Allah bir kimseye hayır ve iyilik dilerse (günahlarına kefaret ve derecesini yükseltmek için), musibete uğratır.”
Abdullah b. Mesud da bu konuda şunları anlatır:
“Hastalığında Nebi (sav)’e geldim. O şiddetli bir sıtmaya (ateşe) yakalanmıştı. Ona şöyle dedim:
‘Sen sıtmaya (ateşe) yakalanmışsın (titriyorsun).’ ve ekledim:
‘Size bununla iki kat sevap olduğu için mi?’
O şöyle buyurdu:
‘Evet, hiçbir Müslüman (Allah’a teslim olan) yoktur ki, ona bir eza (üzüntü, acı) isabet etsin de Allah ondan hatalarını ağaçlar yapraklarını döktüğü gibi dökmesin.’”
Şu halde Müslüman, kadere rıza gösterirse, şikâyet yerine şükrederse; Allah (CC) hastalıklar ve musibetlerle onu hatalarından temizleyecektir. Bu açıdan musibetler ve üzüntüler, birer nimet ve rahmettir. Onlardan şikâyet değil, onlara teşekkür edilmeli, bu tür musibetler sabır ve şükürle karşılanmalıdır. Demek hastalıklar ve musibetler, bir bakıma Allah’ın (CC) ihsanı ve hediyesidirler. Bu açıdan, Allah (CC) en şiddetli bela ve musibetleri en sevdiği kullarına, peygamberlere vermiştir.

Was this helpful?
8
4
SORU: Allah ne istediğimizi biliyorsa, neden dua etmemizi ister?

CEVAP: Biz dua etsek de etmesek de bizim istediğimizi, içimizden geçeni Allah biliyor. Öyleyse dua niye?
Furkan suresi 77. ayette mealen şöyle buyurulur:
“Eğer duanız ve ibadetiniz olmasa, Rabbim size niye ehemmiyet versin?”
Allah bizi hür bırakmış ve kulluğumuzu hatırlamamız için de dua etmemizi, taleplerimizi ondan istememizi emretmiş.
Dua, insanın Allah’a hâlini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre, Allah ile kul arasında bir irtibattır. Dua aynı zamanda zikir ve ibadettir. Bu nedenle Allah, sürekli iletişimde olmak için dua etmemizi ister. Dua Allah ile kulu arasında manevi bir bağdır. Bu bağın kopmaması ve sağlamlaşması için duamızı devam ettirmek gerekir.

Was this helpful?
7
5
SORU: Allah niyetimize göre mi karşılık verir?

CEVAP: Bir iyilik yapmak isteyip de yapamayana bir iyilik sevabı yazılır. Çünkü bir iyiliği yapmayı arzu etmek, onu yapmak için ilk adımı atmak demektir.
Buna göre bir insan iyilik yapmaya niyet eder, sonra da herhangi bir engel sebebiyle bu iyiliği yapamazsa, Allah Teâlâ o kimseyi iyi niyeti sebebiyle ödüllendirmek ister ve yapmayı düşündüğü iyiliği yapmış sayarak ona bir sevap yazdırır. Buna göre iyi bir şeyi düşünmek bile iyilik sayılmaktadır. Bir düşüncenin ve hareketin iyilik olarak değerlendirilmesi için de onu yapmaya niyet etmek şarttır.
Şayet insan düşünüp yapmaya niyet ettiği o güzel hareketi yapacak olursa, mükâfatı on mislinden başlar; en az bire on kazanır. Bu mükâfat 700 misline kadar çıkar. Eğer yapılan iyilik Allah Teâlâ’nın çok değer verdiği davranışlardan biriyse, kul da o işi ihlâs ve samimiyetle yapmışsa, mükâfatı 700 misliyle de kalmaz; hesabını sadece Cenab-ı Hakk’ın bileceği daha yüksek ölçeklerle değerlendirilir.
Bir kötülük yapmak isteyip de Allah’tan korktuğu için bundan vazgeçene bir iyilik yapmış gibi sevap yazılır. Çünkü yapmaya karar verdiği kötülükten dönmek iyi bir şeydir. Zira iyiliğin karşılığı iyiliktir.
Bir kötülük yapmak isteyip de sonra bundan vazgeçen kimseye tam bir sevap yazılmasının sebebi, o kötülüğü yapabilecek güçte olduğu halde, Allah’dan korkarak vazgeçmesidir. Düşündüğü fenalığı yapmaya gücü yetmediği veya buna imkân bulamadığı için yapamayan kimseye ise hiçbir sevap yoktur. Çünkü o tasarladığı kötülükten vazgeçmek için kendisini zorlamamış, bu yolda bir gayret sarfetmemiştir.
Allah Teâlâ hatırdan geçen kötü bir düşünce yüzünden kulunu hesaba çekmez. Önemli olan bu düşüncenin bir karar ve kesin niyet hâline dönüşmemesidir.
Bir iyiliğe kat kat sevap verildiği hâlde, bir kötülüğe sadece bir günah yazılır. Böyle bir imkân İslam’dan başka hiçbir din ve sistemde yoktur.

Was this helpful?
7
4
SORU: Allah kendine inanmayana yardım eder mi?

CEVAP: Allah’ın kainatta koyduğu kanunlara riayet edenler başarılı olurlar. Burada inanan-inanmayan, dindar olan-olmayan, ahlaklı-ahlaksız farkı yoktur.
Aslında Müslümanlığın emri olan “çalışma, Allah’tan ümit kesmeme, tedbir / önlem, ihtiyat, ilim ve teknoloji öğrenme, sebeplere riayet etmek, her iş için fiili ve kavlî duada bulunma, ” gibi güzel sıfatlar ve değerlere kim uyarsa Allah onlara dünyadaki işlerinde kolaylık sağlayacaktır.

Was this helpful?
9
5
SORU: Kuran’da geçen kavramları reddetmenin hükmü nedir?

CEVAP: Kuran’da geçen kavramlar Kur’an ayetlerinin bir parçasını oluşturmaktadır. Allah’ın ayetlerini yani Kuran’ın tamamını veya bir kısmını inkâr etmek küfür olmakla beraber, Kur’anda geçen emirleri ve yasakları inkar etmeyip, nefsine yenilerek onları yerine getirmemek günahtır. Nefsine zor geldiği için oruç tutmamak günah; oruç diye bir şey yoktur, o yüzden tutmuyorum demek ise küfürdür. Ramazanda oruç tutmayan günahkar, reddeden kafir olur.

Was this helpful?
7
5
SORU: Neden şirk günahların en büyüğü olarak görülmüştür?

CEVAP: Suçların, günahların etkileri farklıdır. Bir elma çalan ile bir adam öldürenin suçu elbette bir olmaz. Bir başka ifadeyle, bir ülkenin kanunlarını çiğnemek ile o ülkenin anayasasını ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek arasında dağlar kadar fark vardır. Bir hırsız hapse atılır, devlete ortak olmak isteyen, devleti ortadan kaldırmak veya hukuk sistemini yok etmek isteyenin cezası idamdır veya müebbet bir zindandır.
Bunun gibi, İslam dininde de suçlar, günahlar farklıdır. Bir insanı öldürmek ile soygunculuk yapmak arasında çok fark vardır.
Allah’ı inkar etmek veya Allah’ın otoritesine ortak koşmak en büyük bir suçtur.
Kur’anı Kerimde “Şüphesiz şirk / Allah’a ortak koşmak büyük bir zulümdür.” Buyrulur.

Was this helpful?
7
6
SORU: Yeni Müslüman olan bir kişi, neler yapmalı, nelere dikkat etmeli?

CEVAP: Yeni Müslüman olan bir kimsenin hayatındaki en önemli dönüm noktası, hiç şüphesiz İslam’a girdiği andır. Bu durum geçmişin tüm günahlarını silmekte ve Müslüman olan kişinin hayatında tertemiz, bembeyaz bir sayfa açmaktadır. Yeni dünyaya gelmiş gibi olmaktadır.
Bu nedenle yeni açılan bu tertemiz sayfanın kirlenmemesi ve iyi bir başlangıç yapılması, o kimsenin dünya ve ahiret mutluluğu açısından çok önemlidir. Hiçbir tereddüde yer vermeyen temiz bir imanla İslam’a girdikten sonra, İslam’ı doğru bir şekilde öğrenme gayreti içine girmek gerekir. Çünkü İslam’ın temel ve vazgeçilmez öğretilerini bilmeden İslam’ı tam manasıyla yaşayabilmek pek mümkün olmaz.
Gerçek bir mümin, İslam’ı iyi tanımalı, ona bilinçli bir şekilde sarılmalı ve onu hayata geçirmeye çalışmalıdır. En iyi Müslüman Allah’a karşı en yüce saygı gösteren Müslümandır.
İslam’ın esaslarını öğrenen bir Müslüman, İslâm’ın aydınlık yolunu apaçık görebilir. Böylece küfrün, şirkin, ahlaksızlığın İslam’a ters düşen unsurlarını fark edebilir.
Çağımızda pek çok Müslüman, maalesef, İslam’ın güzelliklerini hayatlarına yansıtamamışlardır. Çünkü onlar da İslâm’ı yeterince öğrenebilmiş değillerdir. Bu yüzden yalnızca bugünkü Müslüman toplulukları taklit ederek İslâm’ı doğru bir şekilde hayata geçirebilmek pek mümkün olamaz.
Şu halde, Müslümanların hatalarına değil, İslam’ın kendisine göre yaşamaya çalışması gerekir. Müslümanların hataları ve eksikleri, onun İslamiyet’ten soğumasına neden olmamalı. Bu konu yeni Müslüman olmuş biri için Müslüman olmak kadar önemlidir.
İlk olarak Kur’an-ı Kerimi, okumak, anlamak, içindekilere göre hareket etmek ve prensiplerini hayata geçirmek esastır.
İkinci olarak Kur’an’ın ilk müfessiri ve onun canlı örneği olan Hz. Muhammed (asm) Efendimizin hayatını her konuda örnek almaktır.
İslam’ı doğru kaynaklardan, doğru bir şekilde öğrenmeye çalışmalıdır. Buna göre, Kuran-i Kerim’i ve Peygamber Efendimizin (asm) İslâm’ı hayata geçiriş tarzını öğrenmeye gayret etmelidir ki, tam manasıyla Allah’a teslimiyet içinde olabilsin ve son peygamberin örnekliğinden yararlanabilsin.
Bu konuda İslâm’ı bilen kimselerin kılavuzluğundan yararlanmak mümkündür.
Uygulamaya ilk olarak farzları yerine getirmekle ve başta en büyük günahlar olmak üzere haramlardan sakınmakla başlamalı.
Yeni Müslüman olan kimseyi bekleyen bazı sıkıntılar olabilir. Bu sıkıntıları aşmanın yolu, Müslüman olurken gösterdiğimiz iradeyi ve gayreti devam ettirmektir. Allah nice kolaylıklar ihsan eyleyecek ve onu hayırda muvaffak kılacaktır. Nitekim ayetlerde şöyle buyrulur:
“Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz. Muhakkak ki Allah ihsan erbabıyla beraberdir.” (Ankebut, 29/69)
“Hidayeti kabul edenlere gelince, Allah onların muvaffakıyetlerini artırır ve kendilerine takvalarını (yanlışlardan korunma hallerini) ihsan eder.” (Muhammed, 47/17)

Was this helpful?
7
5
SORU: Müslümanın hatası İslamiyet’ten mi kaynaklanıyor?

CEVAP: Bunun en kısa ve en net cevabı, “suçun şahsiliği esasını” getiren ve beş ayrı ayette geçen şu mealdeki ifadedir:
“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” (Enam 6/164, İsra 17/15, Fatır 35/18, Zümer 39/7, Necm 53/38)
Bu ayet-i kerimede belirtildiği gibi, toptancı bir bakışla birisinin işlediği bir günah, kabahat ve kusur, İslamiyet’e ve Müslümanlara verilemez.
Müslüman olduğunu söylediği hâlde, Kur’an-ı Kerim’i ve hadis-i şerifleri bir kenara bırakarak, dinden olmayan birtakım keyfi kurallar ve uygulamalar ortaya koymak, kendi yaşadığı tarzda bir dine inanmak demektir.
Buradaki problemlerin kaynağı ise İslamiyet değil insanın kendi yanlış anlayış ve uygulamalarıdır. Bu ister bilerek isterse bilmeyerek olsun, suç ve kusur insana aittir.
Örneğin, tıp mesleği güzeldir, bu mesleği icra edenlerin hataları, tıp mesleğine verilemez, doktorun hatası olarak görülür ve görülmelidir.
Buna göre, hayatı korumakla görevli bir doktorun, organ kaçakçılığı yapması, onun hatasıdır. Bu hatayı tıp mesleğine uygulamak ve doktorun hatası yüzünden bu mesleğe hatalı demek hem o mesleğe hem de mesleğini doğru yapan bütün doktorlara iftira olur.
Aynen bunun gibi, İslam dini, sadece bu dünya hayatını değil, iki dünyanın da hayatını koruyan, iki dünyada da saadet, huzur ve mutluluğun kaynağı olan hak dindir. Bu dine mensup olanların, buna uygun hareket etmeleri ve rol model olmaları gerekir. Aksini yaptıklarında, hem hatalı davrandığı için hem de başkalarına kötü örnek olduğundan dolayı sorumlu ve günahkar olur. Şu halde hata eden İslam dini değil, o dine mensup olan Müslümandır.
Bu durumda hata eden Müslümanın suçunu, günahını ve hatasını, İslam dininden zannetmek ve İslamı suçlamak hem Allah’a ve onun Elçisine (asm) hem de İslamı doğru yaşayan bütün Müslümanlara iftira olur.
Demek ki, bir Müslüman hata edince, bu hata İslam’ın değildir, o Müslümanın hatasıdır ve sadece onun hatası olarak görülür ve görülmelidir. Akla, insafa ve adalete ancak bu durum uyar.

Was this helpful?
8
4
SORU: Zalimler neden cezaya çarptırılmıyor?

CEVAP: Büyük zalimlerin zulümleri, mahşerdeki büyük / ağır mahkemeye ertelendiği için bu dünyada cezaları tam görülmüyor.
“Nasılki küçük kabahatleri işleyenlerin, nahiyelerde cezaları verilir. Büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir.
“Öyle de: Ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için kısmen dünyada ve süraten verilir. Ehl-i dalaletin cinayetleri, o kadar büyüktür ki: Kısacık dünya hayatına cezaları sığışmadığından, sonsuz olan ahirette,büyük mahkemede görüleceği için dünyada biraz daha süre verilir.

Was this helpful?
7
4
SORU: Allah’ın zatına koşulan şirk çeşitleri nelerdir?

CEVAP:
– Uluhiyette şirk,
– Allah’ın varlığında şirk,
– Tedbir ve yönetmede şirk,
– İbadette şirk.
Bazı alimler Allah’ın zat, sıfat ve fiillerinde şirk ve ibadette şirk olmak üzere ikili tasnif yapmışlardır.
İzmirli İsmail Hakkı, İslam âlimlerinin naslardan hareketle şirk olarak nitelendirdikleri inanç biçimlerini beş kısma ayırmıştır.
1. Şirk-i istiklâl (vasıtasız şirk).
Mecasilerle düalist inanç gruplarında görüldüğü gibi iki ilahın varlığını kabul etmek.
2. Şirk-i teb‘îz (kısmî şirk).
Allah’ın birliğini kabul etmekle birlikte Hristiyanlıktaki teslis inancı gibi ilahlardan oluşan bir tanrı inancını benimsemek.
3. Şirk-i takrîb.
Allah’a yakınlık sağlamaları ve onun katında şefaatçi olmaları için putlara ve heykellere tapınmak.
4. Şirk-i taklîd.
Cahiliye Araplarında olduğu gibi, atalarını taklit ederek putlara ve heykellere ilah niteliği nispet etmek.
5. Şirk-i esbâb.
Tabiat kanunlarının Allah’ın yaratmasıyla değil, nesne ve olayların doğalarının gereği olduğuna inanmak.

Was this helpful?
6
5
SORU: Irk ve ten rengi farklılıklarına islamın bakışı nasıldır?

CEVAP: Bu soruya en güzel cevabı islam peygamberi veda hutbesinde şu cümlelerle vermiştir.
Ey insanlar! Biliniz ki rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem’den gelmiş, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir.”

Was this helpful?
6
5
SORU: Ezan okunurken müzik çalmak sakıncalı mı?

CEVAP: Ezan okunurken mümkünse dinlemek gereklidir. Ezandan daha kıymetli bir şey yapılıyorsa (Kur’an okumak, namaz kılmak, ilim öğrenmek) kesmeden o işine devam etmek gerekir.
Ezan okunurken mümkünse müziğin sesi kısılmalı ya da ezan bitene kadar ara verilmelidir.

Was this helpful?
7
3
SORU: Camiye abdestli girmek şart mıdır?

CEVAP: Abdestli olarak camiye giden kimsenin faziletinden ve kazanacağı sevaptan bahseden hadislerde, “abdestli olarak camiye giden yolda yürümenin sevabının” öneminden söz edilmektedir.
Hadisin bu ifadelerinden “abdestsiz camiye gitmenin hiç sevabı olmaz” manası anlaşılmaz.
Abdesti ister evde veya iş yerinde alsın isterse camide alsın, elbette sevabını ve mükafatını alacaktır.
Şüphesiz abdestli camiye gitmek, abdestsiz gitmekten daha sevaplıdır.
Bir ihtiyaç, iş ve zaruret söz konusu olduğunda camiye abdestsiz olarak girilip çıkılabilir, bir müddet kalınabilir. Meselâ cami içinde bir iş gören, tamir vs. yapan müslüman ustanın girmek için abdest alması gerekmez. Kezâ ihtiyaca binaen camide yatıp kalkan müslümanların da her zaman abdestli olmaları gerekli değildir.

Was this helpful?
8
4
SORU: Camii imkanlarından Müslümanlar ne derece faydalanabilirler?

CEVAP: Camilerimiz; hem ibadet hem de ilim öğrendiğimiz yerlerdir.
Camide namaz kılmak ibadet olduğu gibi ilim öğrenmek de ibadettir.
Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) Mescid-i Nebeviye ek bir gölgelikte sayıları 400-500’ü bulan Suffa ashabını yetiştirmişti.
Hayırsever halkımız caminin ihtiyaçları için veya elektriği için yardımda bulunurken; camide namaz kılan, Kur’an okuyan veya ilim öğrenenlerin sevaplarına “Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.” hadisinden aldıkları dersle hissedar olmayı arzu ederler.
Peygamberimiz (asm) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor;
“Bir Müslümanın diktiği ağacın meyvesinden, ektiği ekinin mahsulünden herhangi bir insan veya herhangi bir canlı yerse, o meyve, ağacı diken Müslüman için sadaka olur.”
Nasıl ki o ağaçtan ne kadar meyve yenirse, ağacı dikene o kadar hayır getiriyor. Aynen onun gibi;
– Vakfedilmiş bir Kur’an’dan okumak, onu vakfedene;
– Bir çeşmeden su içmek, o çeşmeyi yapana;
– Camiye serilmiş bir seccadede namaz kılmak, o seccadeyi serene,
– Ve hayırda kullanılıyor diye elektriği ödenen bir camide amacına uygun olarak ibadet ya da ilimle meşgul olmak o hayrı yapanlara,
Allah katında en az on misli olmak üzere yedi yüz misline kadar ona sevap verilir.
İsrafa kaçmamak ve amacı dışına çıkmamak şartıyla cami imkanlarından faydalanılabilir.
Ancak amacı dışında kullanıldıysa (telefon şarj etmek gibi) onun için belli miktar camiye bırakılması uygun olur.

Was this helpful?
7
4
SORU: Camiye çocuklar getirilebilir mi?

CEVAP: Çocukların dinî heyecan ve coşkuyu en derin şekilde yaşayacakları ve İslam dini ile ilgili temel rükünleri; namazı, Kur’an’ı, dua ve vaazları en güzel şekilde öğrenecekleri mekânlardır camiler. Çocukların İslam dininin ruhunu yakalamaları, yüreklerinde yankılanacak o sedasına aşina olmaları ve yaşattığı güzellikleri anlamaları da ancak cami ile kuracakları ünsiyetle mümkün olur.

Özellikle ramazan ayında, kandil gecelerinde ve bayram namazlarında büyük kalabalıklardan oluşan cami cemaatleri çocukların İslam ve Müslüman algılarında müthiş ufuklar açar. Camilerin içine sığmayan, sokaklara taşan cemaat, büyük bir huşu ve düzen içerisinde kılınan namazlar, hep bir ağızdan getirilen tekbirler ve aminler, bir anda çocukları heyecanın doruklarına taşır.

Bunun tam tersi de mümkündür. Camilerde gürültü yaptıkları, camiyi kirlettikleri ve düzeni bozdukları gerekçesiyle çocukların camilere getirilmemesi gerektiğini ifade edenler de vardır. Hatta Allah’ın evinde, çocukları azarlayan ve camiden kovan kimselere de rastlamak mümkündür. Ancak çocukların cami içerisinde azarlanması onlar da camiye ve caminin ifade ettiği değerlere karşı bir antipati de oluşturabilir. Nitekim pedagog Adem Güneş, bu kişilerin camilere ve cemaate karşı önyargılarla dolduğunu söylüyor. Güneş, “Camide azarlanan, kovulan veya fiziksel şiddet gören çocuk cami cemaatini ‘kaba’ ve ‘duygusuz’ olarak tanımlar. Bu önyargı dine karşı da yaygınlaşmaya başlarsa, yetişkinlik döneminde dine soğuk durabileceği hesap edilip bu sorumluluğa girmekten çekinmek gerek.

Camide kaşları çatık ve kendisine ters davranan biri ile karşılaşan çocuk, cami ve din kavramlarını kendi dünyasında kaşları çatık o kişi gibi algılar.” diyor. Yedi yaşından önceki çocukların seslerinin “gürültü” olarak değil, sanki bir “melek” cıvıltısı gibi algılanması gerektiğini, cemaatin bu konuda titiz davranıp çocuklara karşı saygısızlık etmemesi gerektiğini dile getiriyor.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde üç sınıf insan için sorumluluğun olmadığını buyurmaktadır. Bu üç sınıftan biri de çocuktur. İbadet ve cami adabı konusunda henüz gerekli dikkat ve özene sahip olmayan çocukları camiden men ederek onların hassas yapılarında olumsuz izler bırakmak demek, aynı zamanda dinle aralarında bir mesafe açmak anlamına da gelebilir. Gerek ramazan ayında gerekse diğer zamanlarda büyük bir şevk ve neşe içerisinde camilerimizi adeta süsleyen yavrularımızı ödüllendirmek ve camiyi sevdikleri bir mekâna dönüştürmek bizim için bir görev olmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in mescidinde eksik olmayan çocuk seslerini, kendi camilerimizde de duyabilmek için onları beraberimizde camiye götürme gayreti içinde olmalıyız.

Was this helpful?
9
4
SORU: Camiye girerken nelere dikkat etmeliyiz?

CEVAP: Camiye girerken abdestli, temiz elbise ve çoraplarla girmeliyiz. Kokan elbise ve çoraplarla insanları rahatsız etmemeliyiz.
Girerken sağ ayağımızla girmeli ve salavat-ı şerife okumalıyız.
Camide boş bulduğumuz uygun bir yere oturmalıyız. İlerilere geçeceğiz diye cemaati rahatsız etmemeliyiz,
Vaaz ediliyor veya Kur’an-ı Kerim okunuyorsa, edep ve saygıyla dinlemeliyiz.
Camilere soğan, sarımsak kokan yiyecekler yiyerek gidip cemaati rahatsız etmemeliyiz.

Was this helpful?
9
3
SORU: Mescide idrarını yapana karşı Peygamberin tavrı ne olmuştur?

CEVAP: Adı tam olarak bilinmeyen, yeni Müslüman olduğu için de İslam edebi konularında bilgisi bulunmayan bir bedevi Hz. Peygamberi ziyarete gelmişti. Mescid-i Nebevi’nin bir köşesinde namaz kıldıktan sonra ellerini kaldırıp dua etmeye başladı:
“Ya Rabbi! Bana ve Muhammed’e merhamet et. İkimizden başka kimseye merhamet etme.”, dedi.
Orada oturmakta olan Hz.Peygamber bedevinin bu garip duasına güldü. Sonra ona dönerek:
“Allah’ın geniş rahmetini amma da daralttın, yahu!” dedi.
Peygamber Efendimizin (asm) yanında biraz oturan bedevi, küçük abdesti gelince Mescid’in bir köşesine giderek abdest bozmaya başladı.
Bedevinin bu hiç beklenmedik davranışı karşısında sahabiler telaşa kapıldılar. Kimi oturduğu yerden “Yapma, etme!” diye bağırarak, kimi öfkeye kapılıp bedevinin üzerine yürüyerek ona engel olmaya çalıştılar.
Duruma hemen müdahale eden Resul-i Ekrem Efendimiz (asm):
“Bırakın, adam işini bitirsin.” buyurduktan sonra, bedevinin küçük abdestini yaptığı yere büyük bir kovayla su dökmelerini söyledi. Sonra da ashab-ı kiramı “Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil.” diyerek yatıştırdı.
Daha sonra Hz.Peygamber bedeviyi yanına çağırdı. Ona mescide abdest bozmanın, orayı kirletmenin doğru olmayacağını, bu mübarek yerlerin Allah’ı zikretmek, namaz kılmak ve Kur’an okumak için yapıldığını hatırlattı.
Bedeviler çölde yaşayan, hayatlarını zor şartlar altında sürdüren kimselerdi. Peygamber Efendimizin (asm) yanında fazla kalamadıkları için de güzel dinimizi ve İslam adabını bilemiyorlardı. Bu sebeple zaman zaman Resulullah Efendimize (asm) karşı da saygıda kusur ediyorlardı.
Şefkat Peygamberi (asm) onların görgüsüzlüklerini, kaba ve katı tavırlarını hiç mesele yapmadı. Bu olayda da gördüğümüz gibi, onlara kızıp gönüllerini kırmadığı gibi, ashabından onlara karşı daha anlayışlı davranmalarını istedi.
Efendimizin (asm) dini bilmeyen kimselere gösterdiği bu müsamaha, onun daha çok sevilmesini, öğrettiği esasların daha çok benimsenmesini sağladı. Bu sert ve kaba insanlar, daha sonraları, gözünü budaktan sakınmayan birer İslâm fedaisi oldular.

Was this helpful?
8
3
SORU: Harfleri doğru telaffuz edemeyen kişi namaz kılabilir mi?

CEVAP: Mahreçleri birbirine benzeyen harfleri ya da telaffuzu zor olan harfleri kasti olarak değiştirmedikçe namaz bozulmaz. Özellikle yeni Müslüman olmuş kişilerin veya Ku’ran okumayı yeni öğrenenlerin yanlış telaffuzları çok doğal bir durumdur. Nasıl ki evladı yeni konuşmayı öğrenen ya da peltek olan bir anne onun kusurunu aramaksızın çocuğunun konuşmasından mutluluk duyarsa, Allah da niyetlere bakacaktır.

Was this helpful?
6
4
SORU: Camide namaz kılmanın önemi nedir?

CEVAP: Camide namaz kılmanın önemi hakkında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimsenin camide cemaatle kıldığı namaz, işyerinde ve evinde kıldığı namazdan yirmi küsur derece daha sevaptır. Şöyle ki bir kişi güzelce abdest alır, sonra başka hiçbir maksatla değil, sadece namaz kılmak üzere camiye gelirse, camiye girinceye kadar attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir ve bir günahı bağışlanır. Câmiye girince de, namaz kılmak için orada durduğu sürece, tıpkı namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Biriniz namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, kimseye eziyet etmediği ve abdestini bozmadığı müddetçe melekler:
Allah’ım! Ona merhamet et!
Allah’ım! Onu bağışla!
Allah’ım! Onun tövbesini kabul et, diye ona dua ederler.”
İslamiyet birlik ve beraberliği vazgeçilmez görmüş, bunu sağlayacak hususlardan biri olan cemaatle namaz kılmaya büyük önem vermiştir. Bu sebeple evde ve işyerinde yalnız başına kılınan namaza nisbetle camide diğer müminlerle birlikte kılınan namazı çok daha üstün görmüştür. Burada zikredildiği gibi cemaatle kılınan namaza, tek başına kılınan namazdan yirmi küsur, bazı rivayetlerde yirmi beş, hatta yirmi yedi misli sevap verilmesinin sebebi de budur.
Evin camiye uzak olması, camiye girinceye kadar atılan her adım sebebiyle bir derece yükseltilmek ve bir günahı bağışlanmak imkânı verir. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu konuya şöyle açıklık getirmektedir:
“Namaz sebebiyle en çok sevap elde edenler, cemaate en uzak yerlerden yürüyerek gelenlerdir.”
Cemaatle kılınacak namazı beklemenin de ayrı bir sevabı vardır. İster camide, ister bir başka yerde namaz vaktinin gelmesini bekleyen kimse, ibadet hâlindedir. Câmide bekleyenlerin kârı, hem ibadet ediyormuş gibi sevap kazanmak, hem de meleklerin duasını almaktır.

Was this helpful?
9
6
SORU: Meditasyon, yoga tarzı şeyler dini öğreti mi?

CEVAP: Yoga, Hinduizm ve Budizm’de kişiye birtakım ilâhî bilgiler ve yetenekler kazandırarak onun arınmasına ve hakikate ulaşmasına aracı olması amacıyla uygulanan bir yöntemdir.
Meditasyon; Hinduizm, Budizm gibi dinlerde bir ibadet olarak yapılır. Evlerde ve mabedlerde Buda’nın heykelleri bulunur.
Dolayısıyla yoga ve meditasyon Hinduizm ve Budizm’den gelen dini öğretilerdir.

Was this helpful?
8
5
SORU: İslami kaynaklarda bulunmayıp, İncil’de veya Tevrat’ta bulunan bir şey kesinlikle yanlış mıdır?

CEVAP: Tevrat ve İncil’de bulunan “her şey yanlıştır” demek elbette doğru olmaz Bu gibi konularda Peygamberimizin (sas) bize verdiği ders şöyledir:
“Ehl-i Kitab’ı ne tasdik edin, ne de yalanlayın. ‘Allah’a ve bize indirilene iman ettik.’ deyin.”
Bu hadiste anlatılan husus, Allah Resulü’nün, kutsal bir kitaba dayandıkları için özellikle Yahudiler ve Hristiyanlarla, bununla beraber diğer çevre kültürlerle olan ilişkilerinde onlara karşı ortaya koyduğu tavır da belirleyici bir özellik arz eder.
Öncelikle belirtilmelidir ki, bütün peygamberler tevhid dininin davetçisi konumundadırlar. Kur’an’da, kutsal kitaplarının tahrif edildiği açıkça belirtilmesine (bk. Bakara, 2/79; Al-i İmran, 3/78; Maide, 5/15) rağmen, Ehl-i kitap’tan nakledilen bilgilerden hangilerinin tahrif edildiği malum olmadığı için, Allah Resulü (sas) bu hadislerinde ümmetine temkinli olmayı tavsiye etmektedir.
Bugün mevcut bulunan Tevrat ve İncil’in tahrif edilen yerlerini genel bir bakışla tespit etmek mümkün olmadığından, Müslüman’a düşen, -hangi konu olursa olsun- onu Kur’an ve sünnetteki verilerle karşılaştırarak teyid etmesi, konu ile ilgili bir malumat yoksa “Allah’a ve bize indirilene iman ettik.” diyerek temkinli davranmasıdır.
Hadisin diğer bir tarikinde yer alan şu bilgi, bu rivayeti daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır:
“Ehl-i Kitab’ın size haber verdiklerini tasdik de etmeyin, yalanlamayın da. ‘Allah’a ve Resulüne inandık.’ deyin. Böylece verilen haber batılsa tasdik etmemiş, doğruysa da onu yalanlamamış olursunuz.”
Bu hadisin bir önceki tarike göre bir ziyade olarak açıkça gösterdiği husus, geçmiş ümmetlere dair nakledilen haberler içinde batıl olanlarla birlikte doğruların da olabileceği gerçeğidir.

Was this helpful?
9
5
SORU: Semavi dinlere neden İbrahimi dinler deniliyor?

CEVAP: Hz. İbrahim’den sonra gelen peygamberlerin büyük çoğunluğu onun neslindendir. Yahudilerin ve Hristiyanlar Hz. İshak’ın torunları, Hz. Muhammed (sas) ise Hz. İsmail’in torunudur. Bu açıdan bu üç semavi din mensuplarının nesebi Hz. İbrahim’e dayanır.
Bununla beraber, Hz. İbrahim aleyhisselam, peygamberler arasında tevhid inancının bayraktarlığını yapan, o mücadelede ateşe bile atılan, putları kırmakla meşhur olan ve semavi dinlerin esasları kabul edilen iman unsurlarını ders veren bir peygamber olarak Halilullah unvanını aldığı gibi, bu dinlerin üst şemsiyesi de kabul edilmiştir.
Bu açıdan bakıldığında bu semavi üç din -aslı itibariyle- tevhid inancına dayanmakla “İbrahîmî Dinler” unvanını kazanmışlardır.

Was this helpful?
8
5
SORU: Cennette düşünce yapımız aynı mı kalacak yoksa yenilenecek mi?

CEVAP: Dünyada yaşadığımız düşünce yapımız yeni ve çok farklı bir alem olan cennette değişecektir. Dünyadaki siyaset, ırkçılık, cinsiyet… gibi şeylerden kaynaklı herhangi bir ayrım olmayacağı gibi ayet ve hadislerde de ifade edildiği üzere Cennet’te insana acı ve elem verecek hiçbir husus olmayacaktır. İnsanın fıtratında bulunan kötü hasletler ve menfi duygular sökülüp atılacaktır. Hal böyle olunca, cennette elem, keder, haset, pişmanlık gibi hissiyatlar da bulunmayacaktır. Dolayısıyla dünyada yaşadığımız düşünce yapımız değişecektir.

Was this helpful?
8
5
SORU: Allah sonsuz yaşamla bizi neden ödüllendirir?

CEVAP: “Eğer Allah vermek istemeseydi, istemeyi vermezdi.” diye güzel bir söz var. Örneğin, rızk vermek istemeseydi, açlığı, susuzluğu vermezdi. Yemek, içmek arzusunu vermezdi.
Öyleyse, Allah her insana ebedi bir yaşam ve var olma arzusu ve isteği verdiğine göre, bu arzu ve isteğin karşılığını ebedi bir alemde ebedi var ederek verecektir.
Ebedi cennet, Allah’ın sonsuz rahmetin, merhametin, lütfunun, ihsanının… bir göstergesidir. Sonsuz olan bu sıfatlar, elbette sonsuz tecelli edeceklerdir.
Ebedi cehennem ise, adaletinin tecellisi ile beraber, bu dünyada idamı hak edenlerin müebbet hapse çevrilerek mükafat verilmesi gibi, inkar ve isyanlarıyla idam olmayı hak edenlerin ebedi hayat olan ahirette müebbet cehenneme çevrilmesi de Allah’ın yine sonsuz rahmetinin, merhametinin, lütfunun, ihsanının ayrı bir göstergesidir.

Was this helpful?
7
5
SORU: Öldükten sonra dünyada bırakabileceğimiz en değerli şeyler nelerdir?

CEVAP: Hadiste sevabı ölümden sonra da devam eden üç amelden bahsedilmektedir. Bunlardan biri sadaka-i câriye, yani hayrı devam eden iyiliktir. Herkesin faydalandığı ve varlığı devam ettiği müddetçe sevabı da devam eden hayırlardır. Câmi ve mescidler, okullar, yollar ve köprüler, çeşmeler ve sebiller, hanlar ve hamamlar, her çeşit hayır vakıfları bunun örneğidir. Bunları yapanların, yapımına katkı sağlayanların amel defteri kapanmaz ve sevabı sürekli olur.
Sevabı devamlı olan ikinci sâlih amel, kendisinden insanların sürekli faydalandığı ilimdir. İnsanın öğrendiği ilmi, elde ettiği bilgiyi başkalarına öğretmesi en büyük hayırlardan biridir. Bunun çeşitli yolları ve şekilleri vardır. Talebe yetiştirmek, kendi ilmini ve bilgisini onlara öğretmek en önemlisidir. Bunun yanında kitap yazmak ve yayınlamak, günümüzün modern imkânlarından faydalanarak onları kaydetmek, onların muhafaza edildiği ilmi araştırma merkezleri kurmak, konferanslar ve seminerler vermek, kısaca ilmini ve bilgisini kendisinden sonraki nesillere bir şekilde aktarmak, kişinin amel defterinin kapanmamasına ve sevabının devamlı olmasına vesile olur.
Tabiî ki bu ilim ve bilgilerin faydalı ve hayırlı olması önemli bir şarttır. Çünkü zararlı bilgiler zararlı insanlardan daha kalıcıdır. Zira insan ölür gider, fakat zararlı fikirler devam eder. Bunun da sahibi için sürekli bir vebal olacağı açıktır.
Kişinin ölümünden sonra sevabını devamlı kılacak olan üçüncü amel, arkasında kendisine dua edecek sâlih evlat bırakmaktır.
Sâlih evlatla kastedilen Müslüman ve hayırlı evlattır. Vatanına, milletine, ülkesine ve insanlığa faydası olan, iyi evlatlar yetiştiren anne babalar bu dünyaya en faydalı ve kalıcı eseri bırakacaktır. Onlar yaşadıkça ve insanlığa faydalı işler yaptıkça anne baba ölmüş dahi olsa sevap kazanmaya devam edecektir.

Was this helpful?
7
5
SORU: Öldükten sonra mezarda neler olur?

CEVAP: Mezar, dünya ile ahiret arasında bir ara bölgedir. Mezar âlemine ‘berzah’ âlemi de denir.
Mezara konulan kişinin ruhu o esnada vücudun içinde değildir. İnsandaki canlılık ruhla sağlanır. Bu nedenle de ölüm aslında ruhun değil, vücudun ölümüdür. Ölüm dediğimiz olay, ruhun vücuttan alınmasıdır. Vücuttan alınan ruh, melekler tarafından teslim alınır. Kişi iyi bir insansa ruhunu ‘rahmet melekleri’ teslim alır. Onu semanın en üst noktalarına doğru götürürler. Ölen kişi kötü bir insansa ‘azap melekleri’ onu teslim alır ve yerin alt tabakalarına doğru taşır.
Vefat edenlerin ruhları kabir âlemine gider, cesetleri ise toprağa defnedilir. Bu nedenle vefat edenler cesedin konulduğu yerde değil, ruhların gittiği yerdedirler.
Kabir hayatı ise, kişinin imanla vefat edip etmediğine ve iman ile vefat etmişse, ruhunun cennet bahçesine gidip gitmediğine göre farklı olacaktır.
Bu noktadan sonra Münker ve Nekir denilen iki melek soru sormak için kişinin yanına varır. O esnada ölen kişinin hayattayken yaptığı güzel ibadetler ölenin etrafını sararlar. Bu durum ölmüş kişinin manevi halini gösteren iyi bir göstergedir.
Melekler kişiye Allah’a imanı, peygamberini, namazı ve diğer ibadetleri sorarlar. Kişi dünya hayatında iyi bir hayat sürdürmüşse sorulara doğru ve ikna edici cevaplar verir. Yok, kötü bir hayat sürmüşse cevap veremeyecektir.
Bu sorgulamadan sonra kıyamete kadar geçecek zaman diliminde vücut çürürken, ruh azap veya nimet içinde olur. Çünkü mezar, “Ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur”. Bazı kişilerin azabı kısa ve hafif olur. Bazılarının azabı ise uzun ve ağır olur. Bazı kişiler ise nimet içinde olurlar. Bu nimet, cennete benzer bir hayatı andırır. Ama bildiğimiz cennet hayatı, mahşerden sonra meydana gelecektir.

Was this helpful?
12
4
SORU: İslam dini kadınları ikinci plana mı atıyor? İslam’a göre kadın ve erkek eşit midir?

CEVAP: Allah’a kul olmakta, ibadette, duada, suç ve cezada, yani kullukta, hürmet ve saygınlıkta, kısaca insan oluşta kadınla erkek arasında fark yoktur.
“Insanlar içerisinde iyilik ve hürmet yapmama en lâyık olan kimdir?” diye soran sahabiye islam peygamberi; “annendir” cevabını vermiş ve arkasından, “sonra kimdir?” diye iki defa daha tekrarlanan bu soruya, “annendir” dedikten sonra, dördüncüde “babandır” buyurmuştur.
Bu hadisten de anlaşılacağı üzere islam dini kadını ikinci plana atmak yerini her daim onu yüceltmiş, hiçbir değeri olmayan cahiliye toplumundaki kadını alıp ona sosyal ve hukuksal her türlü hakkı vermiştir.

Was this helpful?
11
6
SORU: Kur’anın benzeri kitap yazılabilir mi?

CEVAP: Allah’ın kelamı olan Kuran gibi bir kitap yapmak ne bugün ne kıyamete kadar hiçbir zaman hiçbir kimse tarafından mümkün değildir.

İlk dönem Müslümanları açısından Kuran’ın benzeri neden yazılamadı?

  1. Öncelikle bir kitap düşünün ki edebiyatın ve söz söyleme sanatının revaçta olduğu bir topluma geliyor ve büyük ustaları mat edip benzerini getirmekten aciz bırakıyor.
  2. Kendine karşı çıkanlar çok olmasına rağmen kısa sürede gönülleri fethediyor, sonra ise ülke sınırlarını aşıp kendini Dünya’ya tanıtıyor.
  3. Allah, Kuran’ın benzeri yazılamaz diye karşı çıkanları meydana davet etmesine rağmen o kadar söz üstadı toplanıp bir tane Kuran yazıp işi halledemiyorlar, bunun yerine zor yöntem olan kılıçla Kuran’ın sesini kesmeye çalışıyorlar. Oysa Kuran’dan daha iyi bir kitap yazdık diye kitaplarını gösterip halkı ikna etselerdi zaten Kuran’ın benzerini yaptıklarını gösterecekler ve işi kolayca bitireceklerdi. Buna güç yetirebilselerdi neden yapmasınlar ki? Kuran’ın benzeri neden yazılamaz olduğunu tek başına cevaplamıyor mu?
  4. Kuran ilk dönem Müslümanlarına söz söyleme sanatlarının inceliklerini gösterdi. İnsanüstü bir ustalıkla en ikna edici ve insanı kalbinden yakalayıcı sözler getirdi. Hiçbir şiir Kuran seviyesine yetişemiyordu. İlk devir Müslümanları, Kuran’ın daha güzel, daha mantıklı olduğunu açıkça görüyordu.
  5. Ayrıca devrinin hayal gücünün ötesinde gerçeklerden haber verip bahsediyordu.
  6. Elbette o dönemin içinde yaşamayan bizler, o dönemin şartlarını, anlayış seviyelerini bilemeyen insanlar olarak müşriklerin neden Kuran’ın benzerini yazamadıklarını tam olarak anlayamayız. Fakat yukarıda anlattığımız gerçekleri fark edebilir ve sonuç olarak Mekke müşriklerinin Kuran’ın benzerini yazamadıkları gerçeği ile baş başa kalırız.
  7. Bu dönemde Kuran’ın belağat ve fesahatini o dönemin insanları gibi anlayamayan insanlara kolay bir işmiş gibi gelebilir ve Kuran’ın benzerini yazma girişimleri olabilir, fakat mesele o kadar basit değil. Zaman geçince mesele basitleşmemiş aksine iyice zorlaşmış ve Kuran’ın benzerinin hiç yazılamayacağı bu zamanda daha iyi anlaşılmıştır.

Bilim çağı Müslümanları açısından Kuran’ın benzeri neden yazılamaz?

  1. Çünkü bilim çağında ortaya çıktı ki 1400 yıl önce yazılmış bir kitapta hiçbir bilime aykırılık yok. Bu hiç olağan bir durum değil. O zamanlarda yazılmış ve evrenin doğasına değinen en üstad kişilerin kitaplarına bakarsanız hiçbir şekilde açıklamayacağınız açık yanlışlar görürsünüz.
  2. Örneğin Aristoteles tarihin gördüğü en parlak kişilerdendir. Hz Muhammed ise okuma yazmanın bile doğru düzgün olmadığı bir çöl şehrinde doğmuş entelektüel yönü olmayan toplumun sıradan bir kişisidir. Kitap nedir bilmeyen bir insandır. Zaten o döneme kadar Arapların yazılı bir kitabı olmadığı da aktarılıyor.
  3. Aristoteles tıpkı Kuran gibi hemen her bilim dalında fikirler söyledi. Fakat söyledikleri fikirlerin birçoğu çok açık şekilde bugünün bilimiyle çelişiyor ki bu kadar açık yanlışları Kuran yapmış olsaydı hiçbir şekilde açıklanamazdı. Kuran’ın benzeri neden yazılamaz olduğunu düşünün.

Kuran Aristoteles gibi açıkça “Dünya evrenin merkezidir, yıldızlar, güneş, gezegenler Dünya’nın etrafında döner” deseydi her şey biterdi. Bu hiçbir şekilde açıklanamazdı.

Oysa Kuran’ın ifadeleri çok ustaca, çoğu yerde ne eski insanların reddedeceği şekilde söylemiş ne de bilim asrı insanları reddedebiliyor. Örneğin güneş Dünya’nın etrafında dolanır demiyor, güneş kendi yörüngesinde akar diyor. Eski insanlar itiraz edemediği gibi, bilim asrı insanları da öğreniyor ki güneş de sabit değil ve bir yörüngede ilerliyor.

Kuran mucizeleri açısından Kuran’ın benzeri neden yazılamaz

Belki ilk devir Müslümanları gibi Kuran’ın ikna edicilikteki edebi ve gönülleri okşayan mucize hitaplarını tam olarak anlayamayız ama biz de Kuran’ın bilinemeyecek mucizeleri nasıl bilebildiğini anlayabiliyoruz. Kuran’ın benzeri neden yazılamaz olduğunu gözümüzle görerek inanıyoruz.

Evet Kuran eskidikçe değeri daha iyi anlaşılan bir kitap.. Örneğin göktaşlarının çamurdan yapıldığı kimin aklına gelir? 2016 yılında bilim insanları bu gerçeği keşfedene kadar bizlerin bile aklına gelmezdi. Fakat Kuran bu taşlara çamurdan yapılmış taşlar diyor. Peki, kurumuş hurma dalının spiral şeklini aldığı gibi ayın yörüngesinin de aynı spiral şekilde ilerlediği kimin aklına gelir? Böyle bir benzetme insan hayal gücünün ötesinde bir benzetme değil midir? Peki sabit duruyor gördüğünüzü sandığınız dağların aslında hareket ettiğini, yani kıtaların milyonlarca senedir gemi gibi yüzerek dağlarla birlikte sürekli yer değiştiğini söylemek kimin aklına gelir? Bu da insanın hayal gücünün ötesinde bir benzetme ile bilimsel gerçekleri açıklamak değil midir? Bunlar gibi onlarca bilimsel mucizeyi 1400 sene öncesinin cehalet karanlığında yazabilmek olanaklı mıdır? O halde Kuran’ın benzerini yazabilmenin olanağı var mıdır?

Bunun ne demek olduğunu anlamak için empati yapmalısınız. Bakın her sene bulunan bir keşif bile insanlığı şaşırtıyor. Daha önce hiç aklımıza gelmedi diyoruz. Örneğin sadece birkaç sene önce keşfedildi ki yeraltında manto tabakasında Dünya’nın tüm okyanuslarından daha büyük okyanuslar var. Oysa biz bunu hayal edemezdik. Biri bize dese ki şimdi bir bilgi söyle 100 sene sonraki bilimle bu ispatlansın. Aklımıza yer altında çok büyük muazzam su kütleleri olabileceği gelse bile yazamazdık. Çünkü açıkça yanlış bir bilgi derdik, yer altında lavlar var, o kadar suyun ne işi varmış derdik.

Oysa birkaç sene önceye kadar böbürlenerek Nuh tufanını yapacak kadar yer altında suyun olmadığını ve Kuran’ın yerden suların fışkırdığını söylediği için yanıldığını düşünüyordu birileri. Üstelik Kuran tandırdan fışkıran su diyordu, yer altındaki ateşli manzarayı açıklamak için tandır benzetmesi de mükemmel bir benzetme. İşte bu tür hep doğruyu gösteren bilgiler tesadüf olmaz.

Tüm bu anlatılanların ışığında anlaşılıyor ki Kuran’ın benzeri yazılamaz, çünkü Kuran her yönden mucizeler gösteren bir kitaptır.

Was this helpful?
6
5
SORU: Ayetler neden belirli zamanlarda inmiştir?

CEVAP: “Kuran’ın iniş sırası o günkü vuku bulan olaylara ve ihtiyaç duyulan sorulara cevap vermeye yöneliktir. Kâinatta nasıl ki, bazı gelişmeler yavaş yavaş ve basamaklar şeklinde oluyorsa Kur’andaki ayetler de o günün şartlarına ve ortaya çıkan meselelere göre yavaş yavaş inmiştir.
Ayrıca bu durum Kur’anın inen ayetlerinin hayata geçirilip uygulanabilmesi için de önemlidir. Belirli süreye dağılmış olarak inen ayetleri öncelikle peygamber ezberliyor ve hayata geçiriyordu, arkasından da arkadaşları ezberleyip uyguluyorlardı.

Was this helpful?
9
5
SORU: İslamda hayvan hakları konusunda ne gibi öneriler vardır?

CEVAP: Kur’an ve sünnette hayvanların can taşıyan varlık oldukları ve insanlar gibi ümmet/topluluk halinde yaşadıkları belirtilerek yaşama, beslenme, barınma, üreme, vb. haklarının korunması gerektiği, bu sorumluluğun ise insana ait olduğu buyurulmuştur.

Was this helpful?
9
6
SORU: Allah, neden herkesle kişisel olarak konuşmuyor, mesajını iletmiyor?

CEVAP: Eğer Allah herkesle birer birer konuşsaydı ve mesajlarını iletseydi, herkesi peygamber yapmış olurdu.

Peygamberler başkalarına rehberlik etmek için vardır. Herkes peygamber olsaydı, o zaman rehbere ihtiyacı olan hiç kimse kalmazdı. Böyle bir durum, insanlar için konulmuş imtihanın tamamen iptal edilmesi anlamına gelirdi.

Oysa Allah, iyi kimselerle kötü kimseleri birbirinden ayırmak, çalışkan öğrencilerle tembel öğrencileri ayrı ayrı değerlendirmek için imtihan açmıştır.

– Bu düşüncenin yanlış olduğu şöyle seslendirilmiştir:

“Hayır, onlardan/o inkârcılardan her bir kişi kendisi için (özel olarak) açılan sahifeler verilmesini istiyor.” (Müddessir, 74/52)

– İmtihanın önemi ise şöyle vurgulanmıştır:

“Eğer dileseydik bütün insanlara hidâyet verir, doğru yola koyardık (yani hiç imtihan açmazdık). Lâkin ‘Cehennemi cinlerden ve insanlardan bir kısmıyla dolduracağım.’ hükmü kesinleşmiştir.” (Secde, 32/13)

Was this helpful?
10
5
SORU: Bir kimsenin,inançla ilgili şüphelerini araştırması şart mıdır?

CEVAP: Kur’an ve sünnetten genel olarak öğrenilen prensipler doğrultusunda, İslam ruhuna uygun olan bilgilerle bu şüpheyi gidermesi gerekir. Çünkü iman hakkındaki şüphenin imanla bir an bile tahammülü yoktur.(bk. Aliyyu’l-Kari, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, 165)

Bu şüphenin gerçek bir şüphe olması gerekir.

Ancak, gerçek bir şüphe değilde şeytanın vesvesesi olursa şek-şüphe formatında kalbe telkin edilen yapay bir şüphenin buna dahil olmadığını belirtmeliyiz.(Bu konuda Bediüzzaman’ın “Hikmetü’l-istiaze / On Üçüncü Lem’a” ve “Vesvese / Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam” adlı eserlerine bakılabilir) Vesvese suretindeki şüphelerle meşgul olunmamalı, hiçbir surette dikkate alınmamalıdır.

Was this helpful?
9
3
SORU: İnanmak ihtiyacı doğuştan mıdır?

CEVAP: Evet inanmak ihtiyacı doğuştandır. Çocuklar da en küçük yaştan itibaren, kâinata ve tabiata merakla yönelir sorular sorarlar. Bu, insanın “tabiatı”dır, “fıtratı”dır. Bu sorular, yalnız mütefekkirlerin ve filozofların değil, çocuk, genç ve yetişkin herkesin zihnini işgal etmektedir.

Yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim, büyük Peygamber Hz. İbrahim (as)’ın çocuk yaşta iken, tabiata ve kâinata yönelerek yıldızlarda, Ay’da ve Güneş’te Yüce Yaradan’ı arayışını, daha sonra bunları aşıp gerçek yaratıcıyı bulmasını anlatır.

İlk insandan tutun da bugünkü teknolojik gelişmeleri gerçekleştiren insana varıncaya kadar tarih öncesi ve sonrası hiçbir devirde din duygusu taşımayan topluluğa rastlanmamıştır. Çünkü İnsanın ruh ve beden olmak üzere iki yönü vardır. Bunlar, nitelik itibariyle birbirinden ayrı iseler de öyle bir bütünlük içindedirler ki ruh olmadan beden bir işe yaramayacağı gibi, bedensiz ruhun da bir anlamı yoktur. Aynı zamanda her ikisinin pek çok arzu ve istekleri vardır. İnsan, ne bedenî, ne de ruhi ihtiyaç ve arzularını ihmal edemez. Bu bakımdan insan beden itibariyle yaşamak için her şeyden önce gıdaya ve tehlikelerden korunmak için de barınacak bir yere ne kadar muhtaç ise ruhi yönden de manevi bir kuvvete o kadar muhtaçtır. İnsan madde âleminde böyle bir dayanak bulamayacağı gibi aklı da onun bu ihtiyacını karşılamak için yeterli değildir.

İnsanın önemli bir yönünü oluşturan, ruhunun isteklerini yerine getirecek ve üzüntülerini giderecek olan şey, onun Allah’a ve sonsuz bir hayata inanmasıdır. Bu inanç olmadıkça ruhun istekleri yerine getirilmiş ve arzuları karşılanmış olmaz.

Ruhun ise pek çok istekleri vardır, öyle ki bunlar için bir sınır yoktur. İnsan, gerçek anlamda mutluluğa, ancak ruhun sınırsız olan bu isteklerinin temin edilmesiyle ulaşabilir. İnsanın sınırlı olan ömrü ise buna yetmez. Bu itibarla onun sonsuz olan bu arzu ve isteklerini gerçekleştirecek ve kendisini mutlu kılacak olan, ölümsüzlüğe olan inancıdır. Fani olmayacak ve sonu gelmeyecek olan bir hayata yönelmeyen ruhta gerçek mutluluk yok demektir. Bu da ancak Allah’a ve ebedi bir hayata inanmakla elde edilir. Bunu bize öğreten de dindir. Şu hâlde insanın gerçek mutluluğunu ancak din sağlar ve bu da insanın fıtratı gereği doğuştan gelen bir özelliğidir.

Was this helpful?
11
4
SORU: Başka insanlar kaderimizi çok etkilemiş, kötülüklere düşmemizde bedelini kim ödeyecek?

CEVAP: İnsan bir yönüyle “en güzel yaratılışla” (bk. Tîn 95/4), yani diğer varlıklardan farklı olarak akıl ve irade özelliklerine, sorumluluklarını yerine getirebilecek kabiliyetlere sahip, yeryüzünde Allah’ın istediği doğrultuda ahlakî bir düzen tesis edebilecek, yani yeryüzünün “halife”si olarak eylemde bulunabilecek yetkinlikte yaratılmıştır. (bk. Bakara 2/30; Fatır 35/39)

Ancak öte yandan iyiye olduğu kadar kötüye yönelme potansiyeli de vardır. (bk. Şems 91/7-8)

Özünde en güzel biçimde yaratılan insan, kötüye yöneldiğinde hayvanlardan daha aşağı bir dereceye inebilmektedir. (bk. Araf 7/179; Tîn 95/5)

Allah Teâlâ bu özellikleri doğrultusunda insanın hayatı boyunca ne gibi tercihlerde ve buna bağlı olarak nasıl eylemlerde bulunacağını tabiî ki bilmektedir. (bk. Bakara 2/255; Tâhâ 20/110)

İnsan eliyle ortaya konulan kötülükler hususunda en başta göz önünde bulundurulması gereken, insanın sonuçta bu dünyaya imtihan vesilesiyle, yani belli yükümlülüklerle gönderilmiş, kendisinden istenen ve beklenenin de daima iyiye yönelerek, Allah ve Resul’ünün emir ve yasakları doğrultusunda bir hayat sürmek ve sonuçta dünya ve ahiret mutluluğuna erişmek olmasıdır.

İşte buna işaret etmek üzere Allah Teâlâ her insanın tercihleri ve eylemlerinde özgür olduğunu, bunlar doğrultusunda değer kazanıp kaybedeceğini, bunların karşılığının mutlak surette verileceğini buyurmuştur. (bk. Bakara 2/281, 286; Âl-i İmrân 3/25; Necm 53/39; Müddessir 74/38)

Söylediğimiz gibi, Allah, insanın yaptıklarını ve yapacaklarını çok iyi bilmesine rağmen, bu özgür iradeyle imtihanın gerçekleşmesi, insanın tercihlerinin sonuçlarının hem kendisi hem de başkaları tarafından açık biçimde görülmesi ve ahirette hesaba çekilirken Allah’a karşı bir mazeret beyan etme imkanının kalmaması için insanı serbest bırakmakta ve kötü de olsa eylemlerinin ortaya konulmasına izin vermektedir. (bk. Âl-i İmrân 3/140; Ankebût 29/3)

Allah Teâlâ nasıl ki asla kötülüğe meyletmeyen melek gibi bir varlık türünü yaratmışsa, insanı da öyle yaratma ve dünya hayatını hiçbir kötülüğün olmadığı Cennet gibi bir yer kılmaya kadirdir. Ancak kötülüğü yapan insan açısından bu eylemlere Allah’ın izin vermesi dünyanın bir imtihan yeri olmasının doğal sonucudur.

Was this helpful?
12
5
SORU: İslam dünya ve ahiret mutluluğu vermeyi sağlar iddiası, dünyada çektiğin dert mutsuzluk, ahiretin mutluluk kaynağı olması gibi ifadeler çelişki değil midir?

CEVAP: İslam dünyada ve ahirette herkesi mutlu edeceğini vaad etmiyor. Dünyada Allah’ın iyi kulları da çeşitli sebepler ve hikmetler dairesinde sıkıntılar yaşarlar; ama sabrederler, kulluklarını zedelemezler ve ahiret mutluluğunu kazanırlar.

Dünya, ahiretin kendisiyle kazanıldığı, birbiri içine girmiş üç boyutu olan bir olgudur. Bunlardan ilki; Allah’ın Kur’an’da da sık sık dikkatimizi çektiği Kur’an dışındaki ayetlerinin bulunduğu muhteşem kevnî oluşumdur. İkincisi, ölümden sonraki hayatımız olan ahireti kazanmaya yönelik faaliyetlerin yapıldığı alandır. Bu alanda başarılı olmak için yapılması gerekenler, peygamberler ve onlarla birlikte indirilen kitaplar vasıtasıyla bildirilmiştir. Üçüncüsü ise, bizi ilk iki alandaki faaliyetlerimizden alıkoymak gibi bir görevi üslenmiş olan, heva ve heveslerimize hitap eden, Kur’an’da; aldatıcılığı, oyun, eğlence ve süs olduğu yönlerinin ortaya konarak sakınmamızın istendiği yönüdür. Dünya hayatının bu yönünün diğer alandaki faaliyetlerimizi etkilemesine izin vermemek, dünya hayatını kazanmanın en önemli şartıdır. Yaşanılan süre içerisinde bu üç boyutu birbiriyle uyumlu hale getirebilmek, dünyada verilen görevi hakkıyla yapmaya ve ahireti kazanmaya vesile olacaktır

Dünyada dine uymadan veya dinsiz yaşayanlar kendi mutluluk anlayışlarına göre mutlu da olabilirler, mutsuzluklar ve sıkıntılar da yaşayabilirler.

İslam’ın dediği budur, yaşanan da budur, çelişki yoktur.

Was this helpful?
10
7

Comments (3)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir