Merak Ettiğiniz Konu Nedir?

İslâmiyet ve iman ayrı ayrı neyi ifade ediyor?

Bir kimse mü’minken nasıl “gayrimüslim” ya da dinsizken “Müslüman” gibi olabiliyor? Mü’min ile Müslüman arasındaki incelik.

İslâm ve iman arasındaki fark çoğumuz için çok fazla belirgin değildir. Biz hem Müslüman hem mü’min olduğumuz için arasındaki farkı çok fazla bilmez, hatta merak da etmeyiz. Genel olarak “İmanın ve İslâm’ın şartlarına iman ettim.” dediğimiz için gerisini çok fazla merak etmeyiz. Peki bu davranış İslam’a göre ne kadar doğru? İslâmiyet ve iman ayrı ayrı neyi ifade ediyor? Alimlerin üzerinde ittifak ettikleri konuyu şöyle özetlemek mümkün: İslâmiyet, iltizam yani teslim olmak, kabul etmek ve hakka tarafgir olmaktır. İman ise iz’an yani bir düşünüş, gayret ve tefekkür sonucunda hakkı kabul ve tasdik etmektir. Bediüzzaman, 9’uncu mektubun son kısmında bu noktada çok ilginç bir tespitte bulunuyor: “Bazı dinsizleri gördüm ki, Kur’an’ın hükümlerine şiddetli taraftarlık gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette Hakk’ın iltizamıyla İslâmiyet’e mazhardı; ‘dinsiz bir Müslüman’ denilirdi. Sonra bazı mü’minleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniye’ye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; “gayrimüslim bir mü’min” tabirine mazhar oluyorlar.” “Gayrimüslim mü’min” nasıl olur? Görüldüğü gibi çok ince bir konu. Dinle hiçbir ilgisi olmayan bir kişi “iman” etmese de “İslam’ın cemiyet, aile, ticaretle ilgili hükümleri çok iyidir, güzeldir, en doğrusudur” diyerek hakkı teslim ederse “dinsiz Müslüman” gibi kulağımızın hiç alışık olmadığı bir sıfatla tanımlanıyor. Bundan daha şaşırtıcı olan ise “gayrimüslim olan mü’min” tanımı. Bu tanım normal hayatta hepimiz için takkeyi önümüze koyup derin derin düşündürtecek nitelikte. Yani, İslam’ın tüm iman esaslarına tümüyle iman eden, ibadetlerini de yapan; ama Kur’an’ın bazı açık hükümlerine (bir hükmü bile olsa) itiraz eden bir insan bir anda “gayrimüslim mü’min” olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliyor. Bu noktada “İslam’ın emirlerine bütünüyle teslim olmanın” hikmetini ve anlayamadığımız konularda “sükûtun” niçin altın olduğunu daha iyi anlıyoruz. Peki, acaba İslâmiyet’siz iman, insanı öte dünyada kurtarabilir mi? Cevap hemen peşinden geliyor: “İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, İslâmiyet’siz iman da kurtuluşa medar olamaz!” Yani, iman etmeyip de “İslâmiyet’in emirleri çok iyidir, çok faydalıdır.” demekle, iman edip de aklının almadığı açık emirler karşısında, “Ama bu farzlar/haramlar bugün olmaz ki!” demek arasında bir fark bulunmuyor. Yani, “Bir Allah var” deyip, sonra kenara çekilip, bütün mülkünü sebeplere ve tabiata bölüştürmekle Cenab-ı Hakk’ın istediği iman yerine getirilmiş olmuyor. Bunun için, O’nun (cc) her şeyin yanında hâzır olan irade ve ilmini mutlaka bilmek ve şiddetli emirlerini (farzlar/haramlar) en ince teferruatına kadar öğrenmek, kabul etmek gerekiyor. Bu şekilde bilinip kabul edilmeyen iman için “Elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakikati onda yoktur.” deniliyor. (Emirdağ Lâhikası, 1. cild) Aynı bölümün devamında imanla ilgili çok önemli bir tanımlama yapılıyor: “O’na iman etmek, Kur’ân’ın ders verdiği gibi, O Hâlık’ı, sıfatlarıyla, isimleriyle, bütün kâinatın şahitliğine dayanarak kalben tasdik etmek, elçileriyle gönderdiği emirleri tanıma, günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe etmek ve pişmanlık duymak iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir.” Cenab-ı Hak cümlemize, bizi ahirette rahmetine kavuşturabilecek olan ihlas ve salih ameller nasip etsin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Örnek Sayfa